Written by 16:03 HABERLER

„Burada ölümüzü bekliyoruz “

Suriye kökenli bir doktor, ailesi ve Lazkiye sahil bölgesindeki korkunç olaylar hakkında gazetemiz için yazdı. Ailesine yönelik takip ve baskı korkusu nedeniyle isminin yayınlanmasını istemiyor.

Ben bir doktorum.   Suriye sahil bölgesinin bir kızıyım. Bir yıldan fazla bir süre önce her şeyi geride bırakmak zorunda kalan bir kadım. Vatanımı, ailemi, arkadaşlarımı bırakarak Almanya’ya kaçtım. Yüksek nitelikli işgücü program kapsamında geldim.

Dili öğrendim, tüm sınavları geçtim ve şimdi Almanya’daki bir klinikte doktor olarak hayat kurtarmak üzereyim. Ama kendi kalbim kırılırken nasıl başkalarını iyileştirebilirim? Ailemin hayatta kalması için her gün endişelenirken, vatanımın kan gölüne döndüğünü bilirken… Yurdum Suriye sahil şeridi, bir zamanlar sessiz, gururlu bir bölgeydi.

Orada kelimeye, ruha ve bilgiye inanan öğretmenler, şairler, doktorlar ve mühendisler yaşıyordu. Bugün bu sokaklar ölüm ve yıkımla dolu. Esad’ın devrilmesinin ardından ülkeyi devralması gereken sözde “geçiş otoriteleri“, sistematik bir etnik temizlik yürütüyor. Alevileri hedef aldılar. Bir şey yaptıkları için değil, kendileri oldukları şey için. Annem telefonda bana, sesi titreyerek şunları söyledi: “Burada ölümüzü bekliyoruz.”

En büyük dileği, yeni iktidar sahiplerinin bıçakları altında kesilerek ölmek yerine, hızlı ve acısız bir şekilde bir kurşunla ölmek. Evinde oturuyor, etrafı komşular, arkadaşlar, çocukların cesetleriyle çevrili.

https://x.com/hibezer/status/1871852096661963120/video/1

Tanıdığı insanlar, bir zamanlar sokaklarını dolduran kahkahalar atıyordu.

Artık onlar, insanlık dışı bir dehşetin sessiz tanıkları. Saldırganlar evleri yağmalıyor, altın ve nakit para çalıyor. Kadınlara tecavüz ediyor, kızları kaçırıyor ve daha sonra İdlib’deki köle pazarlarında satıyorlar. Sanki onlar bir hayvanmış gibi. Yaptıklarıyla, “kafirleri” köleleştirmelerine ve öldürmelerine izin veren barbar bir ideolojiyle meşrulaştırılıyor. Bu, Ezidi kadınların başına gelen aynı dehşet ve şimdi bize de oluyor. Ama en kötüsü sessizlik.

Sözde “Sivil Savunma“, bir zamanlar “Beyaz Miğferler“ olarak bilinen grup, bu suçları destekliyor. Sokakları temizliyor, kan ve kalıntıları ortadan kaldırıyor, sevdiklerimizin cesetlerini denize atıyor. Bir daha asla su yüzüne çıkmamaları için ağırlıklarla birlikte. Videolar var, öldürülen kardeşlerimizin çıplak halde, üniformalar giydirilmiş ve silahlarla donatılmış halde gösteriliyor. Tüm bunlar, Al Jazeera ve Al Arabiya’nın televizyon ekiplerinin “düşmüş savaşçılar“ yalanını anlatabilmesi için.

Sayabildiğimiz 9.000’den fazla ölü. Gerçek sayıyı kimse bilmiyor, çünkü birçok ceset asla bulunamıyor. Sokaklar boş, kontrol noktalarıyla kapatılmış, annelerin ağlaması bile ihanet olarak görülüyor. Bizim tek “suçumuz” Alevi olmamız. Esad’ın bir zamanlar desteklediği bir bölgede doğmuş olmamız. Ailem gibi birçoğumuz onun en sert eleştirmenleri olsak bile.

Amcam yıllarca hapiste kaldı, çünkü Esad’a açıkça karşı çıkmaya cesaret etti. Şimdi öldü, özgürlük vaat edenler tarafından idam edildi. Sözde “devrimden” geriye kalan, korku diktatörlüğü. Yeni hükümet, radikal ideolojilerine uymayan her şeyi yok ediyor. Kutsal yerlerimizi yıkıyorlar, uzlaşma vaaz eden Sünni din adamlarını takip ediyorlar, kiliseleri yakıyorlar.

Hristiyanlar da canlarından endişe ediyor. Birçoğu, kaçan Alevilere sığınak sağlamak için kiliselerini açtı ve bunu yaparken kendileri de ölümü göze alıyor. Aleviler her zaman inançlar arasında bir köprü olarak görüldü. Benim annem Hristiyan, babam Alevi. Bu çeşitlilik, bu açıklık – şimdi yok ediliyor. Geriye sadece kan kalıyor.

İdlib’den gelen aşırılık, herkese ölüm getiriyor: Alevilere, Hristiyanlara, İsmaililere ve hatta ılımlı Sünnilere. Türkiye silah ve lojistik sağlarken, Özbekistan, Çeçenistan ve Çin’den gelen savaşçılar, hayatlarımızın enkazı üzerinde bir „halifelik“ kurmak için toplanıyor. Şimdi yardım çağrısında bulunuyoruz. Topluluklarımız, çok geç olmadan uluslararası koruma talep ediyor.

Çünkü eğer kimse bakmazsa, kimse müdahale etmezse, yakında vatanımızda tek bir Alevi bile kalmayacak. Barış umudunu henüz kaybetmedik – ama biliyoruz: Zaman tükeniyor.

Close