Written by 14:28 Allgemein

Dünya 147 tekelin elinde

Serdar Derventli

Zürih Teknik Yüksekokulu (ETH) araştırmacıları, dünya ekonomisini mercek altına alarak ciddi bir incelemeye tabi tuttular. Sonucun “korkutucu” olduğunu açıklayan araştırmacılar, “Bütün dünya ekonomisi bir avuç tekelin denetiminde” dediler.

“Küresel kapitalizmde güç ilişkilerinde kimler belirleyici?” sorusuna yanıt arayan bilimciler, 147 tekelin dünya ekonomisi üzerinde belirleyici konumda olduğuna dikkat çekiyorlar.

FİNANS TEKELLERİ MERKEZDE

Orbis bilgi bankasında yer alan 37 milyon şirket bilgisini inceleyen uzmanlar, bunların arasında gerçek anlamda 43 bin uluslararası faaliyet yürüten büyük konsorsiyum olduğunu tespit ettiler. Bunlar arasında ise ortaklıklar ve hisse paylarını inceleyen uzmanlar asıl olarak 1318 firmanın belirleyici bir konumda olduğunu belirlediler.

Sözkonusu 1318 şirketin en azından iki şirket üzerinde daha söz sahibi olduğunu belirleyen uzmanlar, “Bu şirketler ortalama olarak 20 şirketin üzerinde söz sahibiler. Bu durumun 1318 firmanın, uluslararası alanda yapılan cironun beşte birini gerçekleştirmelerine karşın beşte dördünü kontrol etmelerine neden olduğuna dikkat çeken uzmanlar, “Bu gerçekten ürkütücü bir tablo” görüşündeler.

Sözkonusu 1318 şirketin ilişkilerini yukarıya doğru araştıran uzmanlar burada 147 tekelden oluşan “Süper A Takımı”nı tespit etmişler. Bu 147 şirketin çok karmaşık bir ağ üzerinden birbirilerine bağlı oldukları ve genelde karşılıklı ortaklıklara sahip olduklarını bildiren uzmanlar, “Bu 147’ler grubu kendi içinde homojen bir sisteme sahipler” diyorlar. 147’ler grubu içinde asıl olarak finans kuruluşlarının belirleyici bir fonksiyona sahip olduğunu bildiren uzmanlar, “Bütün finans kuruluşları birçok endüstri tekeline ortaklar” dediler.

Araştırmayı kamuoyuna tanıtan fizik profesörü James B. Glattfelder, 147 tekelin dünya ekonomisinin yüzde 40 üzerinde söz sahibi olduğunu da sözlerine ekledi. Doğrudan ve dolaylı ortaklıkların yanı sıra finans tekellerinin, şirketleri denetlemek için  kredileri ve kredi güvence poliçelerini (CSD) de kullandıklarını söyleyen Glattfelder, “Ayrıca finans kuruluşlarının ellerindeki yüksek derece spekülatif araçlar da şirketlerin denetimi için kullanılıyorlar” dedi.

CİRO ÖNEMLİ, GÜÇ İLİŞKİLERİ DAHA ÖNEMLİ

Araştırmanın 2007’nin verileri üzerinden hazırlanmasını eleştiren kesimlere yanıt veren Glattfelder, “Geçmiş yıllarda da benzeri araştırmalar yaptık ve bunları bugün yaptığımız araştırmalarla karşılaştırdık. Burada ilginç bir tablo ortaya çıktı; yıllar geçmesine karşın belirleyici tekeller arasında çok sınırlı bir değişim görülmekte” dedi.

2008 sonunda başlayan krizde birçok bankanın iflas ettiği ve bunların arasında Lehmann Brothers gibi dev bankaların da bulunduğunu söyleyen Glattfelder, “Eğer bu araştırmadan bir sonuç çıkartılmak isteniyorsa o zaman geride bıraktığımız yıllarda iflas eden bankalara ve şirketlere bakıp bunların dünya ekonomisindeki rollerini inceleyip sonuç çıkartılmalı. Bizim araştırmamız bu yönde ciddi katkılar sunmakta. Çok karmaşık bir sistem içinde birçok bankayı ve şirketi denetleyen Lehmann Brothers’in iflasının nelere yol açtığı ortada.” dedi.

Araştırmaya yönelik bir diğer eleştirinin en güçlü şirketlerin ciroya göre belirlenmemesi olduğunu hatırlatan Glattfelder, “Cironun önemsiz olduğu görüşünde değiliz. Fakat ortaklıklar, hisse paketleri ve karmaşık ilişkiler üzerinden onlarca şirket üzerinde söz sahibi olan bir bankanın ciro verisinin bütün ilişkileri ortaya koymadığı görüşündeyiz. Asıl önemli olanın da bu güç ilişkileri olduğunu düşünüyoruz” dedi.

Ekonomideki güç ilişkilerinin bir grup tekel arasında yoğunlaşmasının rekabeti de olumsuz etkilediğini söyleyen Glattfelder, “Şirketlerin ulusal temeldeki ilişkilerini inceleyen iki eski araştırmaya baktığımızda görünürde birçok şeyin değiştiğini söyleyebiliriz. Fakat ilişkilerin merkezine yöneldiğimizde çekirdekteki ve kilit bağlantılarında bir değişim olmadığını görüyoruz, bu çekirdek değişime karşı çok dayanıklı” dedi.

BU ARAŞTIRMA DEVAM ETMELİ, DERİNLEŞTİRİLMELİ

Araştırma ilk etapta özellikle uzmanlar arasında tartışma yarattı. Berlin Hür Üniversitesi Ekonomi Bilimleri Prof. Gregory Jackson, araştırmanın çok önemli olduğunu belirttiği açıklamasında, “Özellikle fizikçiler geliştirdikleri yeni yöntemlerle birçok araştırmanın daha derinlikli yapılmasını sağlıyorlar” dedi.

“Ekonomi üzerindeki iktidarın az sayıda şirkette yoğunlaşmış olması beni şaşırtmadı. Ama şunu bilmek gerekir ki yapılan araştırmada az sayıdaki şirketin gücü çok kabaca ortaya çıkartılmıştır” diye konuşan Jackson, “Araştırma şirketler arası ilişkileri ortaya koyuyor. Ama bu ilişkilerin neye yol açtığı konusuna yanıt vermiyor. Örneğin birkaç bankanın ekonominin şu veya alanındaki şirketlere ortaklığının veya hisse paketlerini değişik yollardan denetlemesinin bu şirketler üzerindeki etkisinin hangi boyutta olduğu konusuna araştırmada yanıt verilmiyor. Araştırma tamda bu konuda devam etmeli” dedi.

Araştırmayı yapan Glattfelder ve ekibi de araştırmanın devam etmesi gerektiğini söylüyorlar. Glattfelder, “Bu süper a takımının, sahip olduğu iktidarı politik olarak nasıl kullandığı incelenerek ortaya koyulmalı” diyor.

TEKELLERİN İKTİDARI EBEDİ OLAMAZ

Son yıllarda özellikle krizle birlikte sürekli yapılan zirvelerle geniş emekçi kitlelerine politikanın hükümetler tarafından belirlendiği izlenimi verilmeye çalışılıyor. Fakat kulislerde, perde arkalarında büyük tekellerin ve finans tekellerinin uzmanları politikacıları yönlendiriyorlar.

Örneğin ABD’de Goldman Sachs grubundan bir ekip Bush döneminde maliye bakanlığını komple devralmışlardı. Şirketin eski başkanı maliye bakanı olurken çok sayıda yöneticisi ise teknokrat kadroya alınmıştı. Ayrıca parlamentoya da adamlarını sokmayı başaran finans kuruluşları, aleyhlerine olan çok sayıda yasa tasarısını engellerken lehlerine birçok yasanın çıkmasını sağlamışlardı.

Buna ilişkin örnek yine ABD’den geliyor. 1950’li yıllarda vergi gelirinin yüzde 30’u işletmelerden toplanırken, 2010 yılında bu oran yüzde 6,6’ya kadar geriledi. Konuya ilişkin New York Times gazetesinde yer alan bir haberde General Electric tekelinin 2010 yılında ABD’de 5 milyar dolarlık net kâr elde etmesine karşın tek cent vergi vermediği gibi, değişik yasal olanaklar sayesinde 3 milyar dolar devletten aldığına dikkat çekiliyor.

Büyük tekellerin özel vergi bölümleri olduğuna dikkat çekilen haberde, “Buralarda çalışan uzmanların bir bölümü belli bir süre sonra maliye bakanlığına transfer ediliyorlar ve eski meslektaşlarıyla sürekli ilişki halinde yeni uygulamaları yürürlüğe koyuyorlar” denildi.

Hazırlanan araştırmayı “korkutucu” olarak değerlendiren Jackson, “Bu kadar güçlü olan, çok geniş çaplı iktidar sahibi olan tekeller ve resmi olmayan birliklerin etkisi kırılabilir mi bilmiyorum. Ayrıca bu tekellere dışarıdan baskı yapmanın mümkün olup olmadığı da yanıtlanması gereken önemli bir soru” dedi.

ETH araştırmasının yöneten Glattfelder ise, “İktidar çekirdeğinin üyeleri ortak çıkarlar aracılığıyla birleşmiş konumdalar ve bu birliktelik gündeme getirilen bütün reform çabalarını zorlaştırıyor. Böyle bir çekirdek oluşup sağlamlaştıktan sonra bunu kırmak giderek mümkünsüzleşiyor” dedi.

Her iki bilimcinin son sözlerine değinmeden önce şunu belirtmekte fayda var: Sözkonusu araştırma, Glattfelder ve ekibinin niyetinden bağımsız olarak çok önemli bir şeyi, Lenin’in emperyalizm teorisinde ortaya koyduğu tekelleşme eğilimini ve bunun doğurduğu sonuçları doğrulamakta.

Jackson ve Glattfelder’in tekellerin iktidarı karşısındaki umutsuzlukları konusuna da yine Lenin ile yanıt vermekte fayda var: Emperyalizm dönemini “kapitalizmin en yüksek ve en son aşaması” olarak değerlendiren Lenin, emperyalizmin, kapitalizmin özel bir aşaması olduğuna dikkat çekiyordu. “Emperyalizmin üç temel özelliği vardır” diyen Lenin, bunu “tekelci kapitalizm”, “asalak ve çürüyen kapitalizm” ve “can çekişen kapitalizm” olarak tanımlar. Yani kapitalizmin bu aşaması aynı zamanda onun sonunun da yaklaştığı döneme tekabül etmektedir. Şüphesiz bu son kendiliğinden değil, geniş işçi ve emekçi kitlelerinin hayatın her alanında sürdürdükleri mücadeleleri iktidar mücadelesine dönüştürmeleriyle gerçekleşecektir. Jackson ve Glattfelder gibi bilimcilerin de tekellerin iktidarı karşısında umutsuzluğa düşmeleri yerine saflarını belirlemeleri, araştırmalarını işçi ve emekçilerin sosyal kurtuluş davalarına sunmaları ise bu süreci hızlandıracaktır.

Close