Written by 17:12 uncategorized

Açlık grevi, Erdoğan ve Öcalan!

Yusuf Karataş

 

Hapishanelerdeki açlık grevleri, Öcalan’ın çağrısıyla sona erdirildi. Başbakan Erdoğan’ın uzlaşmaz tutumu nedeniyle toplumda ciddi yaralar açmaya doğru giden bir mesele Öcalan’ın devreye girmesiyle çözüm yoluna sokulmuş oldu. Öcalan, bir kez daha Kürt sorununun çözümünde kilit önemde bir konuma sahip olduğunu gösterdi. Bugün AKP Hükümeti’nin yapması gereken, açlık grevlerinin bitmesini tecridin sona erdirilmesi ve müzakerelerin başlatılması için atılmış bir adım olarak değerlendirmektir. Yoksa Başbakan Erdoğan’ın insanları ölüme gönderen vicdansızlığında ısrar edilirse yarın daha büyük sorunların kapıya dayanacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok.
Açlık grevi bitti. Peki ne anlamamız, nasıl sonuçlar çıkarmamız gerekiyor bu süreçten? Her şeyden önce 60’a yakın hapishanede başlangıçta yüzlerce, sonra binlerce tutsağın katılımıyla sürdürülen açlık grevleri, Kürt siyasetçilere yönelik siyasi operasyonları anlamsızlaştırmıştır. İçerideki Kürt siyasetçiler ile dışarıdaki halk, beton duvarları aşarak aynı talepler etrafında mücadelelerini birleştirmeyi başarmıştır. Hapishanelerin önünde toplananlar ile içeridekilerin slogan seslerinin birbirine karışması, evlerin balkonlarından yükselip hapishane avlularında yankılanan tencere-tava sesleri bu mücadelenin engel taşımaz bir şekilde birleştiğini göstermiştir. Öte yandan her ne kadar AKP son kongresinden sonra “Bizim programımızda da vardı” dese de Kürt siyasetçilerin anadilde savunma hakkının önüne konan barikat bu mücadele süreci içinde yıkılmıştır.
Ancak tecrit devam etmektedir. Bu talep hem açlık grevlerinin en önemli talebi, hem de Kürt sorununun müzakere yoluyla çözümünün olmazsa olmazı olarak durmaktadır. 68 gün boyunca hem Bölge’de, hem de ülke genelinde açlık grevlerine destek için ayağa kalkanlar, bugün tecridin son erdirilmesi ve Kürt sorununun barışçıl-demokratik çözüm yolunun açılması için mücadeleyi sürdürme sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Öcalan bir kez daha en zor şartlar altında bile çözüm için rolünü oynamaya hazır olduğunu göstermiştir. Öyleyse yapılması gereken Öcalan’ın rolünü oynayabileceği koşulların sağlanması ve müzakerelerin başlatılmasıdır.
Öcalan ağır tecrit koşullarına rağmen toplumda gerilimi tırmandıran ve olası ölümlerle çok daha büyük olaylara gebe bir süreci sona erdirerek çözüme hazır olduğu mesajını verdi.
Peki ya Erdoğan?
Her konuşmasında olmadık karalama ve iftiralarla içeridekilerin ve dışarıdakilerin mücadelesini bölmeye çalıştı. Olmadı, elinde idam ipini sallandırıp durdu. Yetmedi, sokağa çıkanların üstüne gaz bombaları, cop ve panzerlerle polis şiddetini saldı. Balkonlarına çıkanlar, ışıklarını açıp kapayanlar bile fişlenerek tehdit edildi. Sonuç ne oldu? Her gün büyüdü eylemlere katılanlar, açlık grevcilerin talepleri etrafında kenetlendi bütün bir halk. Tıpkı İsrail bombardımanı sonrasında kenetlenen Filistin halkı gibi…
Şimdi Filistin için gözyaşı döken Erdoğan, kendi ülkesinde yaptıklarına dönüp bakacak mı?
Öcalan üzerindeki tecridi sona erdirip Kürt sorununun müzakere ile çözüm yolunu açacak mı?
Çünkü sormadan edemiyor insan: HAMAS’a kucak açan ama ülkesinde HAMAS’tan daha köklü bir hareketle savaşta ısrar eden bir Başbakan daha mı az zalimdir Netenyahu’dan? Babasının kucağına aldığı bombardımanda katledilmiş Filistinli bebek, İsrail zulmünü söze gerek bırakmayacak şekilde anlatıyor, evet! Ya AKP Hükümeti döneminde gözlerindeki fer söndürülen o çocukların; Uğurların, Ceylanların, Eneslerin fotoğraflarda donup kalmış o bakışlar neyi anlatıyor? Başbakan Erdoğan Kahire Üniversitesinde alkışlar arasında konuşuyor: “Bu topraklarda dökülen her gözyaşı bizim gözyaşımızdır. Bugün ya da yarın bunun hesabı sorulacaktır.”
Sonra Cudi’de çatışma bölgesinden kendi elleriyle getirdikleri çocuklarının cenazelerini omuzlarında taşıyan aileler geçiyor, iki sıra dizilmiş askerler arasından…
Ya bu gözyaşlarının hesabı Sayın Erdoğan?

Close