Written by 13:01 uncategorized

Almanya’da Mültecilere karşı  Neonazilerden Yükselen Sesler

Ortadoğu’da yaşanan savaş,  hızını kesmeden devam ediyor. Ortadoğu  savaşanlar için bir bataklık olarak tabir edilir. Doğru bir tabir olsa gerek. Adeta, emperyalistlerin balçık taşıyarak çoğaltıkları bir bataklığa dönüşmüş durumda.

Bu öyle derin bir bataklık ki içine düşeni yutmadan bırakmıyor. Ne zaman kurutulur, ne zaman üzerinde barış çiçekleri açar bilinmez (?)

Savaş, hepimizin bildiği gibi hüküm sürdüğü topraklarda yaşayanlara, insanca yaşam hakkı tanımaz. Yaşam hakkı tanımaz, demeliydim. Savaş, aynı zamanda milyonlarca insanı güvenli bir ülkeye sığınmaya zorlar. Şimdi olduğu gibi.

Göçmen, Mülteci, Sığınmacı.

Adına ne dersek diyelim, savaş  mağdurlarıdır onlar.

 Başta Almanya olmak üzere, Avrupa ülkelerine,  Türkiye’ye mülteci akını söz konusu. Bombaların, kurşunların yağmur gibi yağdığı yerlerde, her an ölümle burun buruna yaşayan insanların çoğu; ölümden, acıdan, sefaletten kaçıyor. Milyonlarca insan, çaresiz güvenli ülkelere,  ulaşmaya çalışıyor. Hem de çok tehlikeli yollarla.

Hemen hemen her gün faciayla sonuçlanan kaçak  mülteci  haberlerini okuyoruz. İnsan tacirlerinin, mültecileri  üst üste istifledikledikleri,  teknelerin battığını ve  insanların umuda yolculuklarının ölümle son bulduğunu haberlerde izliyoruz.  Akdeniz mülteci mezarlığına dönüşmüş durumda. Daha birkaç gün önce Avusturya’da park halinde bekleyen bir tırın kasasında 71 mülteci  ölü bulundu. Ölüm nedenleri: Havasızlıktan boğulmak.

 Yine, birkaç gün önce, Yunanistan – Mekedonya sınırı büyük bir insanlık trajedisine sahne oldu. Sınırda bekletilen binlerce mülteci, çilesi yetmezmiş gibi bir de Makedon askerlerin şiddetine maruz kaldı. Bütün bu yaşananlar insanlık adına utanç verici.

Sınırlarda, denizlerde  bu trajedi sürüp giderken, mültecilerin sığındığı ülkeler daha fazla mülteci kabul etmemek için tabiri caizse, ” kırk takla atıyorlar.”  Almanya’da da  bu durum değişmiyor.  Devlet erkanında büyük bir iç huzursuzluğu baş göstermiş durumda.  Huzursuzlukları söylemlerine  yansıyor. Mülteci akınının önüne geçmek için önlem almaya çağırıyorlar. İçerdeki mültecilere ise içler acısı bir durumda yaşamayı dayatmak. Bu da ayrı bir dram.

Sormadan edemiyorum. Bugün Ortadoğu’daki savaşın  birinci dereceden müsebbibi olan  emperyalist güçlerin içinde yer alanlar,  neden  savaşın doğurduğu mültecilere  ülkelerinin kapılarını kapatmak için vicdan dışı önlemler alma  peşine düşüyorlar? Kabul ettikleri mültecileri, en kötü koşullarda barındırmaları da cabası.

“Yeraltı kaynaklarına göz diktiğiniz o ülkelerde, sizin silahlarınız patlamıyor mu?” diyorum kendi kendime. ” İnsanların ülkelerini kan deryasına dönüştür, sonra da kapıları yüzlerine kapa. Nasıl bir paradokstur bu yaşanan? Nasıl bir ikiyüzlülüktür bu? “

Zira, tutumlarına bakacak olursak; Gelmeyin, kalın bulunduğunuz cehennemde, bizden uzakta ölün, der gibiler.

Elde ettiğiniz refahı savaş çıkardığınız ülkelerdeki dökülen kanla, toplayıp, acıyla çarpıyorsunuz beyler! Çıkarttığınız savaşın mağdurları mı ağır geliyor size?

Alman Devletinin  şu anki mülteci politikası ve siyasilerin söylemleri bazılarını da yüreklendirmiş olmalı ki, Neonaziler  harekete geçtiler. Ülkenin bazı şehirleri şimdilerde ırkçı gösterilere sahne oluyor.

Geçtiğimiz günlerde,  Goslar’da “Die Rechte adlı Neonazi Partisi, mültecilere karşı bir miting düzenledi. Elbette bu  ırkçı yaklaşıma karşı durmak lazımdı.

 DİDF Derneği olarak biz de oradaydık.  Goslar halkıyla birlikte, Neonazileri ve Alman devletinin mülteci politikasını protesto ettik. Irkçılığa karşı gösterinin gerçekleştiği meydana girer girmez, coşkulu bir kalabalığın içinde bulmuştuk kendimizi. Şarkılar söyleniyor, konuşmalar yapılıyordu. Konuşmacıların sözleri coşkulu alkışlarla karşılık buluyordu. Her uyruktan insan vardı. Çoğunluk Almanlardan oluşuyordu. Bu bizi fazlasıyla mutlandırdı.

Göz göze geldiğim her insan aynı duygularla gülümsüyordu. Yanlışın karşısında doğruyu haykırmanın verdiği bir gurur ve birlik olmanın heyecanı yansıyordu yüzlere…

Orada dikkatimizi çeken küçük bir detayı, sizlere aktarmadan geçemeyeceğim. Meydanda, ayaklarımızın altında konfetiye benzer kağıtlar gördük. Aynı boyutlarda kesilmiş, çeşitli renklerde, kare şeklinde, her yere serpilmiş kağıtlar dikkatimizi çekmişti. Arkadaşımla üşenmedik, eğilip,  inceledik.   Minik kağıtlar üzerine, büyük mesajlar içeren semboller vardı. Irkçılığı reddeden, aydın yürekli insanlar tarafından hazırlanmışlardı. Herbir sembol yüzümüzde tebessüme dönüşmüştü.

 Pankartlarda da aynı aydınlık mesajlar çarpıyordu gözüme.

Polisin oluşturduğu tampon bölge nedeniyle ırkçı grubu görmek pek mümkün değildi. Bulundukları yerden, arada çatlak sesler yükseliyordu. Ama biz onlardan daha fazlaydık ve bizim sesimiz çatlak seslerini bastırıyordu. 

Sayılarını merak etmiştim. Sonradan öğrendiğim kadarıyla, sayıları yetmiş civarındaydı. Neonazilere karşı olanların sayısı ise sekiz yüz- bin  arasında. Sanki,  bana daha fazla gelmişti. Binin çok üzerinde… Belki de, bizi  çoğaltan, ırkçılığa karşı tek vücut olmamızdan kaynaklanıyordu, bilemiyorum!

Nuriye Zeybek

Close