Written by 10:45 HABERLER

Avrupa’ya tehlikeli yolculuk

Eritreli, 21 yaşındaki Simon, geçtiğimiz günlerde Akdeniz’den İtalya’ya gelen mültecilerden biri. Cehenneme benzeyen yolculuğu 9 ay önce Eritre’de başlamış, şansı varsa Almanya’da sona erecek.
İtalya’da Napoli’den Milano’ya giden ‘Frecciarossa’ adlı hızlı trenin ikinci mevki vagonunda zayıf, esmerden de öte kara derili genç bir adam oturuyor. Göze batmamaya çalışıyor ama imkansız. Yanındaki koltuğa oturmak isteyen kişiye yer açmak için sırt çantasını, bir şişe su ve içinde yiyecek birşeyler olan plastik kutuyu eline alıyor, üstteki rafa kaldırıyor. Ellerini göğsünde birleştiriyor, elleri yara bere içinde.
Kısa bir sessizlikten sonra, belki de ne yapacağını bilmediğinden su şişesi ve iki plastik bardak alıyor yukarıdan. Yanındaki kadına aşırı kibar bir şekilde dönerek İngilizce, su içmek isteyip istemediğini soruyor. Yanındaki kadın Kölner Stadtanzeiger gazetesinin Roma muhabiri. Akdeniz’deki son mülteci ölümleri üzerine bir dosya hazırlamak için yola çıkmış.
AVRUPA’YA ERİŞME UMUDU
Sohbet başlıyor: Adı Simon, 21 yaşında, Eritre’nin başkenti Asmara’dan geliyor. Beş günden beri İtalya’da ve tabi ki şebekelerle yola çıkanlardan. 1000 mültecinin boğularak öldüğü teknede arkadaşlarının olduğundan söz ediyor. Aslında o tekne ile gelmesi gerekiyormuş ama iletişim kurduğu kişi üç gün önce yola çıkan bir tekneye havale etmiş onu. ‘Ölümü göze alarak yola çıkıyoruz.’ diyor. Mültecilerin sadece yüzde 10 kurtulma, Avrupa’ya erişme umudu taşıdıklarını ve bu umudun peşinden koştuklarını söylüyor.
Asmara’da neden kalmamış? ‘Diktatörlük.’ diyor. Ağzını açan hapse atılıyormuş, hapse atılmayanların alternatifi ise ömür boyu askerlik yapmak. Sekiz kardeşinden ikisi yurtdışına kaçmış. Biri İsrail’e, diğeri İngiltere’ye. Simon’a şebekelere versin de kaçabilsin diye 5 bin Dolar göndermişler.
O, Almanya’ya gelmek istiyor. ‘Herkes oranın iyi olduğunu söylüyor, ben de Alman futbolcularını beğeniyorum.’ diyor. Berlin dışında şehir ismi tanımıyor. Nereye yerleştirileceği de hiç önemli değil zaten. ‘Almanya’da beş seneden fazla kalmam, diktatörlük yıkılırsa geri dönüp okulumu bitirmek, meslek sahibi olmak ve evlenmek istiyorum.’ diye devam ediyor.
ÖNCE SUDAN SONRA LİBYA
Simon’un kaçışı 9 ay önce başlamış. İlk durağı Sudan olmuş. Haziran 2014’te altı gün yürüyerek varmış oraya. Eritre’deyken şebekelere para verip kaçabilirmiş ama onlar Sina yarımadasına götürüyorlar ve Bedevilere satıyorlarmış mültecileri. Çok sayıda işkence ve fidye almak için ailelere baskı yapıldığı hikayesi dinlemiş. Bir iki hafta Sudan’da kaldıktan sonra şebeke sayesinde küçük bir kamyonetin kasasında Libya’ya kaçabilmiş. ‘Küçücük kamyonette 30 kişiydik. Alttakiler belki zor hava alıyorlardı ama en azından kamyonetten düşme tehlikeleri yoktu. Bir düştünmü ezildin gittin ya da orada kaldın.’ diyor.
En kötü zamanlarını Libya’da geçirmiş. Dört ay boyunca en az 1000 kişiyle birlikte bomboş bir binanın içinde tutmuşlar. Çok az yemek ve su veriliyormuş. Yatacak yer ise kıvrılıp yatacak kadar… Görevliler, kimi zaman döverek, kimi zaman aç- susuz bırakarak kimi zaman da Simon’a yaptıkları gibi şakaklarına silah dayayarak ‘yola getiriyorlarmış’ mültecileri.
Dört ay sonra ‘sırası gelmiş’ ve bir geminin bodrum katında İtalya’ya doğru yola çıkmış. Epey uzun bir süre sonra İtalyan gemisine aktarılıp Sicilya’ya getirilmişler. Oradan da Napoli’ye. Napoli’ye gelir gelmez kaçmış. ‘Parmak izi vermemek zorundaydım. Biliyorum ki İtalya üzerinden Almanya’ya geldiğim öğrenilirse hemen sınırdışı edilirim.’ diyor. Napoli’de şebeke elemanlarından Milano’ya gitmesi için tren bileti almış.
VER ELİNİ ALMANYA?
Simon plastik kutudan, üzerinde domates ve soğan olan bir dilim beyaz ekmek çıkarıyor. Yarısını alıp almayacağını soruyor kendisiyle konuşan gazeteci kadına. ‘Napoli’de iyi bir kadın verdi bunu.’ diyor. Libya’daki açlık günlerini unutmak istercesine hızlı hızlı yiyor. Unutmak, belki kafadakileri evet ama daracık yerde yatmak zorunda kalmasından dolayı hareketleri o kadar değişmiş ki… Oldukça rahat olan trende kol ve bacaklarını sanki yer çok darmış gibi çok yavaş ve santim santim hareket ettiriyor. Bunun farkında ve çekinik şekilde gülümseyerek hayatında ilk kez trene bindiğini belirtiyor. Ellerindeki yara izleri görülmeyecek gibi değil. Bakıldığını anlayarak; ‘Libya’da oldu. Çok kötü hijyen koşulları vardı. Bulaşıcı bir cilt hastalığı, belki de uyuz. Kaşıya kaşıya bu hale getirdim.’ diyor.
Milano’ya yaklaşıldığı duyurusu yapıldığı sırada Simon’un telefonu çalıyor. Kendi dilinden konuşuyor, sonra gülümseyerek, iki güne kadar Almanya’ya doğru yola çıkacağını söylüyor. ‘Almanya’ya varınca Facebook aracılığıyla size erişirim, sevincimi sizinle paylaşırım.’ diyor. Yolda trenlerin arandığından, mültecilerin tutuklanıp sınırdışı edildiğinden haberi yok. Ürpererek, endişeyle arayanların sivil mi asker mi olduğunu soruyor.
Milano’da trenden iniyor. İstasyonda kendi gibi kara derili biri tarafından çaktırmadan selamlanıyor ve yine çaktırmadan yürüyen merdivene binip metroya doğru ilerliyorlar. Simon, bugün Milano’ya gelen onlarca mülteciden sadece biri. Kimisi çimenlerin üzerinde uzanıyor, kimi istasyonda umutla bekliyor. Hepsinin umudu aynı: Kuzey’e erişmek. Mültecilere yardım örgütleri istasyonda bir masa hazırlamışlar. Ekmek ve su veriyorlar, hasta olan mültecilerle gönüllü sağlıkçılar ilgileniyor. Kaşıntılara karşı verilen merhem, sıcak ekmek gibi kapışılıyor.
Simon Almanya’ya gelebildi mi? Geldiyse ilticası kabul edilecek mi? Nereye dağıtılacak? Kaç kişiyle bir odada kalacak? Kaldığı mülteci yurdunun önünde ırkçı eylemler yapılacak mı yoksa daha kötüsü kaldığı yurt kundaklanacak mı? Meçhul… Şu an Simon’u ilgilendirmiyor zaten bunlar. Önemli olan Almanya’ya sağ salim kapağı atabilmek…

Regina Kerner’in KSTA’daki yazısından Semra Çelik tarafından uyarlandı.

Close