Dağlar Eren Tekşen
Bu yıl Avusturya’da gerçekleşen DIDF Jungend ve IJV’nin düzenlediği gençlik kampı tüm hızıyla sürüyor. Birçok seminer, söyleşi, forum ve atölyeye ev sahipliği yapan kamp 100’e yakın işçi gencin de katıldığı bir kamp. Birçok farklı sektörde çalışan gençlerin katıldığı bir işçi forumu gerçekleşti. Geçen yıl yine kampta gerçekleşen işçi gençlik forumunda bir deklarasyon kaleme alınmıştı. Şimdi de o deklarasyonu yenilemek, işçi gençliğin güncel hedeflerini belirlemek, talepleri etrafında örgütlenmesini ve bunun hangi araçlarla başarılabileceğini masaya yatırdığı foruma göz atalım.
Açılış konuşması ana hatlarıyla son dönemde birçok sektörde karşımıza çıkan toplu işten çıkarmalardan bahsedilerek başladı. Burjuvazinin ucuz emek gücü istihdam edebileceği ve çevre, iş güvenliği gibi konularda harcama yapmayacağı ülkelere üretim sahalarını taşıyor oluşu Almanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde işsizliği arttıran bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor. Patronlar işçilerle ücretlerini tartışırken üretimi taşımayı, Almanya’daki işyerlerini kapatabileceği tehdidini sıklıkla savuruyor. Fabrikaların “Almanya’mızda” kalmasını hep birlikte sağlanmasını gerektiğini söyleyerek işçilere dişlerini sıkması gerektiğini söylüyorlar. Bir süredir Almanya’nın patronlarına aşina olduklarını açıklayan sunucu bu toplantıyı özellikle deklarasyonda eksik kalan kısımları tespit etmek üzere de değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor.
Gruplara ayrılıyoruz ve Almanya’nın genç işçilerinin sömürü koşullarına ve mücadele deneyimlerine gömülüyoruz!
Forumun daha verimli geçmesi için katılımcıların 7-8 kişilik gruplara ayrılıyor. Biz de bir grubu dinlemeye gidiyoruz. Gruplara ayrıldıktan sonra her grupta geçen seneki deklarasyon okunuyor. Sonrasında gruptaki herkes kendi işyerindeki birçok sorunu, çevresinden topladığı eğilimleri ve tartışmaları anlatıyor. Dinlediğimiz grupta inşaat, metal, otomativ gibi sektörlerde, uçak üretim fabrikasında, kreş ve anaokullarında çalışan, sendikaların kurumsal yapısında sekreterlik yapan genç işçiler, emekçiler var.
Tartışmayı açan genç herkesin işyerlerin neler olup bittiğini sorarak başlıyor. Otomobil fabrikasında çalışan genç ikili bir eğitim sistemi olan hem üniversitede okuduğu hem de fabrikada mesleki eğitim aldığı bir programda. (Ausbildung) Bu okullarda mesleki eğitim alan ve çalışan gençliğin seçtikleri Mesleki Eğitim ve Genç İşçi Temsilcilikleri olduğunu öğreniyorum. Konuşan işçi genç ise fabrikasında bu temsilcilerdenmiş. Bu yıl kendi durumunda olan gençlerle temas olanağının arttığından bahsediyor. Üniversite okuyan gençlerin mezun olduktan sonra daha yüksek kademelerde daha yüksek ücretlere çalışabilme olanağı fabrikada çalışan ikili eğitimdeki gençlerle üniversitelilerin birleşmesini zorlaştırdığından bahsediyor. Ancak birlikte mücadele ettikleri koşulda kazanım sağlayabileceklerine, hatta yakın zamanda çalışma arkadaşlarını bu fikre kazandıklarını ve başarılı bir toplu iş sözleşmesi sürecinden geçtiklerini anlatıyor. Fabrikada geçerli olan sözleşme ikili eğitim alan gençlerin işe alınma güvencesini de sağlamış.
Sonrasında inşaat işçisi bir genç söz alıyor. En son NATO’nun her üye GSYİH’nin %5’ini savaş sanayiye ayırmasını şart koşan karardan (Almanya için savaşa ayrılan bütçenin iki katına yükseltilmesi anlamına geliyor) sonra Almanya hükümetinin 500 milyar avroluk altyapı için ek bir bütçe ayrılması inşaat sanayi için başka bir anlam ifade ettiğini açıklıyor. Almanya’nın militarizasyonunu tartışığımız diğer panel ve söyleşilere de konu olan bu ek altyapı bütçesi; aslen tanklar gibi envai çeşit savaş makinesinin, aracının daha kolay bir şekilde doğuya yani “dış düşman”, “dış tehdit” olarak ilan edilen Rusya’ya doğru taşınabilmesini sağlayacak yol, köprü ve bilimum ihtiyacı karşılayacak altyapının inşa edilmesini kapsıyor. Hükümet bu ek altyapı bütçesini her ne kadar savaş sanayiye ayrılan bir bütçe olduğunu gizlese de genç işçiler hükümetin gerçek amacını faş ediyor. Söz alan inşaat işçisi 500 milyarlık bu bütçenin inşaat sanayisinin patronları tarafından inşaat işçilerine “biz kazanırsak siz de kazanırsınız” şeklinde mesleki eğitim fuarlarda işçilerin dikkatini çekmek için kullanıyor. Genç işçi bu bütçenin işçilere değil, sermayeye verildiğini ve gizlense de savaş koşullarını hazırlayan bir bütçe olduğuna dikkat çekiyor. Forumdan sonraki sohbetlerimizde öğreniyoruz ki bu %5’in 1’i devlet bütçesinden 4’ü borçlanma yoluyla sağlanıyor. Savaş sanayi ve tamamlayıcı yatırımlar için Almanya’nın genç kuşakları bile borçlandırılıyor. Silahlanma için borçlanma gibi yollar kolayca bulunurken eğitim, barınma, sağlığa daha fazla bütçe ayrılması talep edildiğinde ise bütçe yok cevabı alınıyor. Başka bir inşaat işçisi ise çalıştığı yerin 20 çalışanı olduğunu, sendikalaşarak bir işyeri temsilciliği kurmaya yeltendikten sonra patronun şirketini kapatmakla tehdit ederek temsilciliğin kurulmasını engellediğinden bahsediyor. Almanya’da çok fazla sayıda az çalışanlı şirketin bulunduğu, patronların ise sıklıkla ya işletmesni kapatarak ya da kapatıp yenisini açarak yeni iş sözleşmelerini işçilere dayatmaya çalıştığı biliniyor. Böyle bir durumla geçmişte karşılaşan inşaat işçileri mücadele ederek patronun oyununu boşa çıkartmış, hepsi hafızalarında.
Elektrik üreten rüzgar güllerini, tribünleri inşa eden bir şirkette çalışan bir genç işçi ise hava koşullarının kışın ağır olmasından yazın bu tribünlerin inşasının yoğun çalışma koşulları altında patronun baskısıyla bitirilmeye çalışıldığını söylüyor. İşçilere yazın ek mesai yaptırılıyor, sadece yaz dönemi için yeni işçiler istihdam ediliyor. Bu nedenle yaz döneminde şirketteki işçi sayısı nerdeyse iki katına çıkıyor. Kış döneminde mevsimlik işçi kitlelerine bir ücret ödemeyen şirket, kış gelince işçilere başının çaresine bakın diyor. Devlet inşaat işçilerine son aldığı maaşın %63 ila %67’si oranında kısa çalışma ödeneği ödüyor. Patronlar işçinin kışın geçinmesini devletin omuzlarına yüklüyor. Her yıl bu şirkette çalışmak için iş kovalayan mevsimlik işçiler ise sonraki yıl işe alınmama korkusuyla çalışma koşullarına, ücreterine ses çıkartamıyor. Kadrolu işçiler hasta olduklarında rapor alırken, mevsimlik işçiler patronun gözünden düşmemek için rapor almıyorlar. Bazı kadrolu işçilerin ise ne yazık ki zaman zaman mevsimlik işçilerin bu durumundan faydalanarak bazı angaryaları onlara yıkmaya çalışıyorlar. Söz alan işçi kadrolu ve mevsimlik işçilerin ilişkilerini, birlikteliğini güçlendirecek adımlar atılabileceğini belirtiyor. Ayrıca Filistin meselesi gibi politik konuların kendiliğinden açıldığını, tartışma imkanı bulduğunu söylüyor. Çoğunlukla erkek işçilerin bulunduğu işyerinde kadınlara yönelik cinsiyetçi söylem ve tutumlar gözlemleyen genç işçi, çevresinin tutumunu değiştirmek için birçok tartışma açtığını açıklıyor. Filistinlilere yönelik soykırımdan kadın sorununa, emek mücadelesinden askeri sanayiye dair yatırımlara kadar birçok işçinin fikirlerinin, tutumlarının değişme potansiyeli olduğunu gözlemlediğini aktarıyor.
Sonra savaş uçak türbinleri üreten bir fabrikada çalışan tekniker bir kadın işçi, ezici çoğunluğunun erkek olduğu, yaklaşık 2500 kişinin çalıştığı işyerinde cinsiyetçi söylemlere maruz kaldığını söylüyor. Kendisinin yanında duran arkadaşlarıyla beraber bu söylemleri üreten işçilerle tartıştığını aktarıyor. Şirketler ne kadar kadınların yanında olduğunu pazarlasa da birçok durumda etkisiz kaldıklarını söyleyor. Her gün çeşitli problemler deneyimlemesine rağmen sonuçta çalışmak zorunda olduğunu aktaran işçi bir şeylerin değişmesi gerektiğini söylüyor. Savaşa ayrılan bütçeden yararlanan bir fabrika olduğundan dolayı işçilerin savaş sanayiye dair düşünceleri soruldu. Militarizasyona karşı konuşan pek olmadığı bir durum olduğunu, patronların inşaat patronları gibi bunun bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerektiğini, görece daha yüksek ücretlerin buraya bütçe ayrılması sayesinde olduğu fikrini yaydığını söylemek mümkün.
Kreş ve anaokullarında çocuk bakımı yapan emekçiler çalıştıkları yerlerde gerekenden çok daha az emekçinin çalıştığını söyledi. Çocuk gruplarının gözetmensiz kalmaması gerekirken zaman zaman personel yetersizliğinden grupların gözetmensiz kaldığını, bunun çocuklar için de risk oluşturduğunu söyledi. Bu durumu telafi etmek için uzun saatler çalışıldığını, stajyerlerin normalden çok daha fazla çalıştırıldığını eklediler. Kendi meslek okullarında durumu açıklayan bir broşür çıkardıklarını aktardılar. Hannover’dan uçak tamir edilen bir işyerinde çalışan bir tekniker ise ırkçı söylemleriyle bilinen ZENTRUM adında milliyetçi bir odak olduğunu ve işçiler arasında yaygınlaştığını, birkaç işyeri temsilciliği aldıklarınıı söyledi. Birçok toplumsal sorunu göçmenlerin sırtına yıkmaktan güç alan ırkçılığı şiar edinmiş odak zaten işçilerin haklarını savunmak, buna dair bir program sunmak gibi bir derdi yok. Ama milliyetçi söylemlerden etkilenen işçilerin üye olduğu ve bu fikirleri işçi kitleleri içinde konsolide eden bir yer tuttuğunu söylemek yanlış olmaz.
VE SON SÖZLER ALINIYOR
Sonunda gruplar tekrar birleşti ve gruplarda konuşulanları birer kişi farklılaşan yönleriyle özetledi. Taşeron/dönemsel çalışan işçilerin yaşadığı güvencesizlik ve düşük ücret dayatmasına, mesleki eğitimin içeriği boşaltılarak gençleri ucuz emek gücü olarak konumlandıran eğitim sistemine karşı mücadele edilmesi gerektiği vurgulandı. Mesleki eğitim altında çalışınca 500-600 avro, normal tam zamanlı çalışınca 1300 avro aldıkları bu koşulda gençler mesleki eğitimi pas geçip direkt çalışmaya başlıyor ancak bu şekilde de mesleki eğitim almadıklarından ileride daha düşük ücretli işlere mahkum ediliyorlar. 3 yıl mesleki eğitim aldığında bile sonrasında tam zamanlı iş bulmak garanti olmuyor.
Toplu iş sözleşmesinin önemine dair konuşuldu. Kadınların doğum izni, işyerinde cinsiyetçiliğe karşı mücadele gibi kadınlar açısından özelleşen problemlere değinildi. Düşük ücretle ve uzun saatler çalışmanın işçileri sadece ekonomik olarak etkilediği değil, sosyal hayattan yalıttığını, yalnızlaştırdığı belirtildi. Hamburg’dan bir inşaat işçisi sendika merkezi her ne kadar rahatsız olsa da sendikaları üzerinden ek altyapı bütçesinin nasıl savaşa hizmet ettiğini teşhir eden bir broşür basıp dağıttıklarından bahsetti. Savaş politikalarından sadece kaybımız olacağının altını çizdi. Bazı sendikaların şubelerinden Filistin ile dayanışma mesajları yayınlanırken diğer şubelerden de yayınlanması açısından girişimlerde bulunulmuş. Bazı bölgelerde çok fazla farklı milliyetlerden göçmen işçilerle birlikte çalıştıklarından sendikaları üzerinden dağıtılan broşürlerini 20 kadar dile çevirdiklerini söylediler.
Ausbildung’tan MESEMLERE, savaşa ve sömürüye karşı mücadelemiz sınırları aşmalı!
Sermayenin temsilcisi iktidarlar savaş çığırtkanlıkları küresel boyutta devam ederken yapay dış düşman ve iç düşmanlar yaratılarak hedef şaşırtılırken emek mücadelesi içinde birçok yol aydınlanıyor, ilişkiler daha açık seçik hale geliyor. Savaşa, emperyalist paylaşım yarışına, sömürüye karşı çıkmanın enternasyonel bir birlik içinde sürme zorunluluğu, barışı hep birlikte güvence altına alma zorunluluğu her geçen gün artıyor. Aynı zamanda Almanya’da çok daha eskiden beridir var olan ikili eğitimin prensipte benzeri olan MESEM projesi çocuk emeğini en acımasız şekilde sömürüye açmışken belki de Almanya’daki genç işçilerin emeğinin karşılığını almak için işçi temsilciliklerinde, sendikalarının gençlik kollarında sürdürdükleri mücadele bugünün MESEM’li gençlerine ışık olacak. Savaş ve sömürüye karşı enternasyonel bir mücadeleyi ortaya koymak bir yanındakinden öğrenmeye ve ortak talepler etrafında örgütlenmeye bağlı, bir yanındaki Almanya’da olsa bile!