Auschwitz Toplama Kampı’nın kurtarılışının 80. yılında, buranın kapitalizmin bir yansıması olduğunu anlatan bir kitap yayınlandı: “Auschwitz. Terror – Sklavenarbeit -Völkermord” (Auschwitz. Terör-Köle emeği-Soykırım).
Orası gerçek suçların gerçek yeriydi: Susanne Willems’in Auschwitz’i imha ve kölelik koşullarında çalışma yeri olarak gördüğü ve gösterdiği kitap toplama tampının kurtarılışının 80. yılında özel bir önem taşıyor.
Bugün Auschwitz terimi yalnızca Alman faşistlerinin Yahudilere karşı işlediği soykırımı ifade etmiyor, aynı zamanda bambaşka bir şey, bir “medeniyetin çöküşü” olarak da tanımlanıyor: Bu tanım, yalnızca suçların ölçeğinden değil, aynı zamanda aklen açıklanması zor olan bir şeyin bilinçli bir şekilde planlanmasından ve her şeyden önce böylesi bir trajedinin tekrarının önlenmesi gerekliliğine duyulan haklı tepkiye dayanıyor.
Aynı zamanda bu durumun sorunlara yol açtığı da açık. Bunun kötüye kullanılma potansiyeli çok büyük: Batı’nın, ister Belgrad’da, ister Bağdat’ta, ister Moskova’da olsun, mevcut Hitlerlere karşı mücadele çağrılarında ve mevcut İsrail yanlısı devlet politikasında bunu görmek mümkün. Bu, bozulduğu söylenen medeniyetin tanınmayacak kadar idealize edildiği bir bakış açısına dayanmakta. Örneğin dünyanın sömürgeleştirilmiş bölgelerinde yaşayanlar, bu tür değerlere daha şüpheyle yaklaşabilirler.
KÖLE EMEĞİ PLANLANMIŞTI
Susanne Willems’in “Auschwitz” kitabının etkili yanlarından biri tüm bu soruları sormaması. Gerçek suçların işlendiği gerçek bir yer olan Auschwitz’in çoktan bir efsaneye dönüştüğü izlenimi yaratılıp olgulara odaklanılıyor. Kitabında tarihsel-felsefi bir yorumlama çabasına rastlanmıyor, sadece Auschwitz’in faşist savaş politikasındaki işlevine değiniliyor. Bunun yerine, iş dünyası, SS ve Silahlanma Bakanlığı arasındaki koordinasyon, gerçekleştirilen ve gerçekleştirilmeyen inşaat planları ve maliyet-fayda hesaplamaları hakkında bilgiler yer alıyor. Hangi tutuklu gruplarının ne zaman Auschwitz’e sürgün edildiğini ve hangi yaşam koşullarına veya çoğu durumda ölüm koşullarına sahip olduklarını öğreniyorsunuz.
Kitabın alt başlığının ortasındaki kelime ise merkezi öneme sahip: “köle emeği.” Sobibor’dan farklı olarak Auschwitz yalnızca bir imha kampı değil, aynı zamanda bir çalışma kampıydı. Auschwitz’e kaç kurbanın gönderileceği ve bunlardan ne kadarının varışta hemen öldürülmekten kurtulup çalışmaya uygun olarak sınıflandırılacağı, yerel Alman şirketlerinin ihtiyaçlarına bağlıydı; IG Farben bunlardan sadece en iyi bilineniydi. Willems, faillerin iş dünyasından olduğunu ve SS’in şirketlere sağladığı köle işçi sayısını sıralıyor.
İŞE YARAMAZ HALE GELEN ÖLDÜ YA DA ÖLDÜRÜLDÜ
Faillerin aşırı istismar yaptıkları ortaya çıkıyor. Birkaç hafta veya en fazla birkaç ay sonra, kurbanları o kadar bitkin oluyorlardı ki, çalışamayacak duruma geliyorlardı, öldürülüyorlardı ve yerlerine yeni tutsaklar getiriliyordu. Willems, işgücünün ırkçı kriterlere göre bölünmesinin “savaş zamanının geçici bir kötülüğü” olarak değil, genişlemenin gelecekteki bir modeli olarak görüldüğünü açıkça ortaya koyuyor. Açık kalan ve ayrıca incelenmesi gereken soru, vahşi sömürünün kapitalist endüstriyel üretim açısından ne ölçüde değerli olduğu. Sürekli eğitilen ve yarı ölü duruma gelecek olan insanların aslında herhangi bir çıkarı veya faydası var mı? Sermaye, radikalizasyonun faillerin bakış açısından rasyonel olanın ötesine geçmesine izin veriyor mu?
Kitabın dili bir protokol dili gibi. Korkunç olaylara adalet getirmenin en iyi yolu budur, çünkü deneyimler, öfkeyi hızla ifade etmeye çalışmanın çaresizlikle sonuçlandığını gösteriyor. Bunun tam tersi tehlike ise, kaçırılan ve öldürülenlerle ilgili uzun rakam serilerinin duyarsızlaşmaya yol açabilmesi. Willems, bireysel kaderleri tekrar tekrar vurgulamasına ve bireysel kamp alanlarının ve tutuklu gruplarının özel doğasını nasıl resmedeceğini bilmesine rağmen, burada bu durum tamamen göz ardı edilmiyor.
Birçok bakımdan kitap Auschwitz’in Yahudilerin öldürüldüğü bir yer olduğu şeklindeki klişenin ötesine geçiyor. Auschwitz’in Shoah’ın önemli bir mekanı olduğu ve kurbanların büyük çoğunluğunun Yahudiler olduğu tartışmasız. Ancak Willems aynı zamanda Sinti ve Romanlara, Sovyet savaş esirlerine ve (çoğunlukla Polonyalı) direniş savaşçılarına da odaklanıyor. Özellikle sonuncusu, imha kampının zor koşullarında bile varlığını sürdüren ve burada örneği görülen anti-faşist mücadele açısından önemliydi. Savaşın genel gidişatını, savaş ekonomisini, Auschwitz toplama kampının gelişimini ve oradaki köle emeğini anlatan verileri içeren nihai bir zaman çizelgesi faydalı olacaktır. Bu da Auschwitz toplama kampının kapitalizmin bir yansıması olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Susanne Willems: Auschwitz. Terror – Sklavenarbeit – Völkermord /Auschwitz. Edition Ost, Berlin 2025, 285 sayfa, 22 euro.