Written by 15:00 KÜLTÜR

‘Fırtınalı Yıllardan Anılar’ın anımsattıkları

Atilla Keskin*

Kimi kitaplar vardır, başlar başlamaz sizi sarmalar, büyük bir merakla, duygulanarak, ‘sonra ne olacak’ diye büyük bir merakla, bir nefeste okursunuz.

Mustafa Yıldırımtürk’ün Kor Yayınevi’nden yeni çıkan “İzler -Fırtınalı Yıllardan Anılar 1970-90”ı da böyle okudum… Elimden hiç bırakmadan.

Salt Mustafa’yı az çok tanıdığım için değil.

Daha çok giderek unutulan güzel sözcükleri bana anımsattığı için belki de.

Vefa, vicdan, alçak gönüllülük, fedakarlık, mütevazilik, sadelik, dolu dolu inanmış bir militanlı gibi sözcükleri anımsadım hep kitabı okurken.

Mustafa 1950 doğumlu, yani benden beş yaş küçük olduğu yazıyor kitabın giriş kısmında.

Oysa ben onu 1970’li yıllarda Mamak ve Niğde cezaevlerindeki görüş günlerinden anımsıyorum. Azeri lehçesiyle konuşan, dışarıdan bize sürekli haber getiren, heyecan küpü ve bana hep ‘abe’ diye hitap eden sanki benden on yaş küçük bir delikanlı olarak kalmış anılarımda.

Ben birçok insanla kitaplar sayesinde dost olmuşumdur.

Mustafa ile de öyle oldu. “Hani onu tanıyordun?” diye düşünmeyin. Elbette tanıyordum. Ama yıllar yıllar öncesiydi bu tanışıklık. İpler koptu sonra… Ve tekrar birbirimizi kitabını okuduktan sonra kucakladık.

Geçmişteki devrimci örgütlerin üyeleri, sempatizanları yaşadıkları döneme ilişkin aradan elli sene geçtikten sonra birçok kitap yazdı. Bunların bir kısmı kendisini öven, bir kısmı özeleştiri yapan ya da aynı örgüt içindeki eski yoldaşlarıyla hesaplaşan kitaplardı.

Mustafa, Denizlerle başlayan, 1990’da yurt dışına kadar uzanan bir tarihsel sürecin içinden birisi olarak anlatıyor.

Olduğu gibi; ne gördüyse, ne yaşadıysa abartısız, övgüsüz, kendini öne çıkarmadan her şeyi sade bir dille anlatıyor. Bir çok devrimci örgütte olduğu gibi Mustafa’nın örgütünde de fedakarlıklar, kahramanlıklar, yılgınlıklar, pişmanlıklar, yaşandı. Bunları öne çıkarmıyor.

Mustafa tüm yaşantısına yön veren bir duyguyu yine kitabının önsözünde şöyle açıklıyor: “Ve benim yaşadıklarım öyle çok da sıradan değildi… Çünkü Denizlerin son sekiz ayı bana dokunmuştu. Bu dokunuş öylesine etkili ve güçlüydü ki, o günden bugüne verdikleri mücadeleyi ilerletme hedefimden bir milim sapmadım….

Onların yürekli duruşlarına hep şahit olmuştum. Son görüşte de o vakur, o kendilerinden emin, o boyun eğmeyen duruşlarıyla öyle muhteşemdiler ki…O an acımı en derinlere gömüp içimden onlara bir söz verdim. ‘Andım olsun sonsuza kadar bizde yaşayacaksınız, bunun için kendimce elimden gelen her şeyi yapacağım ve asla devrim mücadelesinden vazgeçmeyeceğim.’ Söz verdiğim gibi de yapmaya ve yaşamaya çalıştım, çalışıyorum.“

xxx

Yaşantısını okurken, Denizler’den önce de, ruhunda hep bir isyan ateşinin yandığını öğreniyoruz. Küçük yaşlarda, haksızlıklara boyun eğmediği için iki kez lise yıllarında başka okullara sürgün edilmiştir.

Ve aynı yıllarda devrimci kavga içinde olan, Yavuz ve Metin ağabeyleri sayesinde sosyalist düşüncelere sahip olmaya başlar.

Kitabı okuyunca göreceksiniz, onun yirmi yıllık yaşantısının her bir bölümü bir romana konu olacak kadar yoğundur. Gözaltılar, tutuklanmalar, tahliyeler… Sonra tekrar tutuklanma. 12 yıldan uzun bir cezaevi yaşantısı. Ve 13 farklı cezaevi…

Hep dimdik durulan, sosyalist inancından, dayanışma duygusundan vazgeçmeyen, daha fazla öğrenmek için çaba harcanan cezaevi yıllarıdır onunki. Ve sonunda egemenlerin en ‘güvenlikli’ zannettikleri Metris Cezaevi’nde kazılan tünelden kaçan 29 devrimciden birisi de Mustafa’dır.

Sonra Suriye ve Almanya…

Onun Türkiye’deki çoğu zaman gizli olan örgütsel çalışmalarını, Halkın Kurtuluşu gazetesinin yazı işleri müdürü iken başına gelenleri uzun uzadıya anlatmayacağım. Merak edenlere, ‘kitabı alıp okuyun’ diyorum.

Son olarak Mustafa’nın karakterini, örgütüne bağlılığını anlattığı bir anektodu kitabından kısaltarak aktarmanın gerekli olduğuna inanıyorum.

Kaçak olan ağabeyi ile buluşması gerekmektedir. Çok aksi bir tesadüf eseri buluşma için kararlaştırdıkları alanda, başka bir örgüt de, önderleri ile buluşmak için randevu vermiştir. Ve randevu yeri sivil polislerle abluka altına alınmıştır. Mustafa ve kendisini randevu yerine getiren tanımadığı yoldaşını da şüphelenen polisler durdurup, kımıldamamalarını söylerler. Henüz Yavuz randevuya gelmemiştir. Ama bir iki dakika sonra gelecek ve o da büyük bir olasılıkla şüpheli olarak tutuklanacaktır.

Mustafa, Yavuz’un yakalanmaması için ne yapabilirim, diye düşünmektedir. Salt ağabeyinin yakalanması değildir, onu müthiş tedirgin eden. Yavuz’un örgütün merkez komitesinde olduğunu ve tutuklanırsa örgüt için büyük bir darbe olacağının bilincindedir. Yavuz uzaktayken, polislerin arasından fırlayıp kaçmaya başlar. Kaçamayacağını, polislerin kendisine ateş edeceklerinin bilincindedir. Ve öyle de olur. Polisin açtığı ateşle ciddi bir şekilde yaralanıp yere düşer.

Bu gelişmeyi uzaktan izleyen Yavuz ve birlikte geldiği yoldaşı uzaklaşırlar ve tutuklanmaktan kurtulurlar.

Polisler onun yaralı olmasına bakmadan konuşturmak için ağır işkenceler yaparlar…

Mustafa ölümü göze alarak, örgütünü korumak için bu eylemi yapmıştır.

Sanırım onun bu davranışı tüm devrimcilere örnektir.

Kitapla ilgili daha fazla şey yazmak istemiyorum. Sadece muhakkak okuyun, diyorum.

* Yazar

Close