Written by 10:40 AVRUPA

Fransa: Patronların sosyal modelimizi tasfiye etme nakaratı bitmiyor

Helene May / Humanite

“İşçilik maliyetinin” ve “şirketlerin rekabet gücünün” düşürülmesi adına, Fransız sosyal koruma sistemi yıllar içinde finansmanının bir bölümünden mahrum bırakıldı ve açık verir hale getirildi. Liberal çevreler ve patronlar tarafından teşvik edilen bu sessiz tasfiye stratejisinin istihdam ve büyüme açısından hiçbir sonucu olmadı.

Saldırı hiçbir zaman doğrudan yürütülmüyor. Liberal ekonominin savunucuları, sosyal güvenliği reforme etmek istediklerinde, bunu Ulusal Direniş Konseyi’nden miras kalan bu benzersiz koruma sistemini ortadan kaldırmak amacıyla yaptıklarını söylemiyorlar. Fransa Komünist Partisi (PCF) Genel Sekreteri Fabien Roussel’in dediği gibi, bu “komünizmin pratik bir deneyimi”ne son vermek için de değil. Aksine, görünürde onu tehlikeden kurtarmak içindir.

Bu nedenle, (İşveren örgütü) MEDEF Başkanı Patrick Martin 2025 başında yalnızca emeklilik reformuyla yetinmemeye ve “bu müzakereleri, sosyal korumanın finansmanı konusunu temelden yeniden ele alma fırsatı olarak görmeye” çağırdı. “Sosyal sistemlerimiz nefes almakta zorlanıyor, herkes bunu biliyor, ama çoğu söylemeye cesaret edemiyor” dedi. Bu yumuşak yaklaşım, kurumun popülerliğiyle açıklanıyor: Yakın tarihli bir ankete göre, Fransızların yüzde 91’i Sosyal Sigorta’ya bağlı olduklarını, yüzde 84’ü ise onun geleceği konusunda endişeli olduklarını belirtiyor.

Tarihçi Léo Rosell bu bağlamda, “reform gündemi her zaman onu kurtarma aracı olarak sunuluyor, oysa sonuçta hakların azalmasına yol açıyor” diyor. Tek istisna, MEDEF’in eski başkanı Denis Kessler’dir. O, Challenge dergisinde açıkça şöyle yazmıştı: “Reformlar listesi mi? Basit, 1944 ile 1952 arasında yapılan her şeyi alın, istisnasız. İşte orada. Bugün mesele 1945’ten çıkmak ve Ulusal Direniş Konseyi’nin programını sistematik biçimde ortadan kaldırmaktır.”

İşçi yönetimine karşı saldırı

Ama dildeki ölçülülük düşmanlığı gizlemiyor. Sosyal Güvenliğin kuruluşunu izleyen ilk yıllarda, Nazi işgalcisiyle iş birliği yaptığı için bir kenara itilmiş olan büyük patronlar sessiz kalmışlardı. Ancak kısa süre sonra yeniden güç kazandılar.

1945’te kurulan Fransız İşverenler Ulusal Konseyi (CNPF), 1967’de kendi çıkarına değişiklikler elde etti. “Pompidou döneminin Sosyal İşler Bakanı Jeanneney’in adını taşıyan reform, CNPF’nin tüm taleplerine yanıt veriyordu,” diye açıklıyor Léo Rosell: “Bir yandan Sosyal Güvenliğin yönetimi, daha önce sendikaların %75 oy hakkına sahip olduğu yerde, patronlar ve sendikalar arasında %50-%50 olarak paylaştırıldı. Öte yandan patronlar, finansmanın bir daldan diğerine aktarılmasına olanak tanıyan tek kasa sisteminin sonunu elde ettiler.”

‘Yük çok fazla’ yakınması

Bu ilk reformların ötesinde, primlerin çok yüksek olduğu yönündeki yakınma kalıcı hale geldi. CNRS araştırma direktörü ve kamu politikaları değerlendirme laboratuvarı LIEPP’in eski eş direktörü Bruno Palier’e göre, “Sosyal koruma finansman maliyetine yönelik saldırılar 1950’lerde, ‘sosyal yükler’ teriminin kullanılmaya başlanmasıyla başladı. Ama asıl dönüm noktası 1987’ydi. O zaman, CNPF başkanı olan Yvon Gattaz, ‘yüklerle savaş’ adını verdiği kampanyayı başlattı. Amaç, özellikle yöneticilere, Sosyal Güvenliğin primlerle finanse edilmesi nedeniyle işçilik maliyetinin yüksek olmasının Fransız şirketleri Avrupa bağlamında rekabet dezavantajına soktuğunu göstermekti.”

Bu “yükleri azaltma zorunluluğu” adına patronlar, liberal siyasetçiler ve düşünürlerle birlikte hakların azaltılmasını savunmayı sürdürdüler. 9 Eylül’de Patrick Martin, emeklilik reformunun askıya alınmasına karşı çıkarak, işverenlerin “faaliyetin zorluk içinde olduğunu ve reform askıya alınırsa bunun ekonomik aktiviteye, borçlanma koşullarına ve nihayetinde, gerçekçi olalım, alım gücüne olumsuz etki yapacağını” söyledi. Ekonomik durgunluk ve artan işsizlik tehdidi her tonda yinelendi.

Muafiyetler ve istisnalar zinciri

Ve bu argüman etkili oldu. “1993’ten itibaren ardışık hükümetler, patronların faturalarını azaltmak amacıyla işveren primlerinde muafiyetler uygulamaya başladılar” diyor Bruno Palier. “İşçilik maliyetini hafifletme” politikası, Sosyal Güvenlik Finansmanı Yüksek Konseyi’ne göre, bugün asgari ücret düzeyinde çalışanlar için patronların temel ve tamamlayıcı rejimlerde neredeyse hiç prim ödememesiyle sonuçlandı.

Ekonomi profesörü Clément Carbonnier buna, “primler, fazla mesailer, çalışan tasarruf sistemleri gibi primsiz ücret biçimlerinin” eklendiğini belirtiyor. Bu mekanizmaların toplamı yılda yaklaşık 80 milyar avroluk gelir kaybına neden oluyor. Böylece açık büyüyor ve bir başka liberal korkuluk olan “Sosyal sigorta açığı” söylemi besleniyor. CGT (Genel İş Konfederasyonu) Sekreteri Denis Gravouil’e göre bu ifade, 1967’den beri kesintileri ve hak sınırlamalarını haklı göstermek için kullanılıyor.

Devletin kontrolü ele alması

Bu “açık” öncelikle Sosyal Güvenlik finansmanının kısmen devletleştirilmesine yol açtı. Süreç, 1990’ların başında, Genel Sosyal Katkı (CSG) adlı özel bir verginin ve KDV’nin bir bölümünün Sosyal Güvenliğe ayrılmasıyla başladı. 1996’dan itibaren Sosyal Güvenlik Finansman Yasası’nın kabulüyle, yönetim üzerinde devletin kontrolü arttı; yönetim kurullarında sosyal taraflar karar yetkisini kaybetti; Sağlık Sigortası Harcama Hedefi (ONDAM) ve diğer fonların başındaki üst düzey bürokratların yetkisi güçlendirildi.

Daha kötüsü, devlet gelir kaybını tam olarak telafi etmediği gibi, kovid dönemi gibi kendi başlattığı bazı harcamaları da Sosyal Güvenlik hesaplarına yansıttı. Böylece açık daha da arttı ve korumanın azaltılmasına zemin hazırlayan kısır döngü sürdü.

Boşa çıkan vaatler

Sosyal Güvenlik finansmanındaki bu dönüşüm, istihdam ve büyüme açısından da vaatlerini yerine getirmedi. Aksine. Bruno Palier, “Sosyal güvenlik primlerinde yapılan büyük muafiyetlere rağmen, istihdamda gözle görülür bir sonuç yok; düşük ücret tuzakları ve asgari ücret düzeyinde işlerin yaygınlaşması dışında. Bu durum, Fransız ekonomisini aşağıya, düşük ücretli faaliyetlere çekiyor” diyor.

Diğer yandan, Clément Carbonnier, “Devlet, vergilerini sosyal güvenlik primlerindeki indirimleri telafi etmek için kullandığında, kendi kamu hizmetlerinin finansmanında açık ortaya çıkıyor” diye hatırlatıyor.

Özel piyasalara yol açmak

Ekonomiye etkisi sınırlı olsa da, sosyal güvenliğin zayıflaması liberaller için yeni pazarların açılmasını kolaylaştırdı. Bruno Palier şöyle açıklıyor: “1990’ların sonundan itibaren, banka, finans ve sigorta kesimini temsil eden patronlar –o dönemde Ernest-Antoine Seilliere tarafından temsil ediliyordu– sağlık ve emeklilik kapsamının daralmasını, özel tamamlayıcı sistemlerin gelişmesi için bir fırsat olarak gördüler.”

Buna, yatırımlar için fon yaratma bahanesiyle, pay-as-you-go (dağıtım esaslı) sistemin yerine emeklilik fonlarının geçirilmesi gerektiği argümanı eklendi. Kamu sistemi verimsizlikle ve savurganlıkla suçlanırken, aslında daha ucuz ve daha koruyucuydu. Buna eşlik eden bir başka söylem de, sürekli olarak “çok fazla tedavi olmak isteyen” veya “yeterince çalışmayan” kullanıcıların suçlanmasıydı.

Devlet de bunu, özel sigorta sistemlerine vergi teşvikleri sunarak kolaylaştırdı. Clement Carbonnier özetliyor: “Bu, kamu sübvansiyonlarının genel sistemi finansmandan mahrum bırakıp, kolektif bir sistemden sigorta sistemine geçişi beslemesidir.”

Macron, yıkımın hızlandırıcısı

Emmanuel Macron’un cumhurbaşkanlığı dönemleri bu süreci hızlandırdı. Onun savunduğu arz yönlü politika, patron primlerinin azaltılması, borç söylemi ve vatandaşlara tanınan korumanın daraltılmasını bir araya getirdi. Bu, 2023’te emeklilik yaşının 64’e çıkarılmasıyla açıkça görüldü; işsizlik sigortasında da göreve geldiğinden beri hakların kademeli biçimde budanmasıyla devam etti. Sağlık sistemi de bu süreçten payını aldı.

Macron, mayıs ayında “sosyal modelimiz fazla ölçüde çalışmaya dayanıyor” diyerek 1945 sisteminin temellerine ters düşen bir açıklama yaptı. Ardından, eski Başbakan François Bayrou’nun hazırladığı 2026 bütçesi bu mantığı daha ileri taşıdı: Sağlıkta 5,5 milyar avroluk kesinti, uzun süreli hastalıkların (ALD) yüzde 100 karşılanmasının sonu ve hastaların ödediği katılım payının iki katına çıkarılması öngörüldü. Hastane günlük ücreti ise 2018’de 2 avro artırılmıştı.

CGT Genel Sekreteri Sophie Binet, 2 Ekim eylemi öncesinde Başbakanlıktaki görüşmeden sonra, “Bize, sosyal korumamızı ve sosyal güvenliğimizi finanse eden primleri düşürmemiz gerektiğini söylüyor” diyerek tepki gösterdi. Oysa, sosyal güvenliğin 80. yılı vesilesiyle Binet tam tersine çağrıda bulundu: “Onu sermayenin doymaz iştahına karşı korumalı ve güçlendirmeliyiz.”

Çeviren: Ali Rıza Yıldırım

Close