Göksel Aymaz
“Bu kadar kötü bir dünyada karamsar olunmaz.”
Böyle demiş Orson Welles.
Hollywood’un bu belki de en entelektüel, en dâhi yönetmeni yerden göğe kadar haklı: Dünya bu denli kötüyken karamsar olunur mu hiç! Buna hakkımız var mı? Karamsar olmak kötü dünyadan kaçmak demektir, halbuki o kurtarılmayı bekler. Kötü dünyanın kurtarılışı, söylemeye gerek var mı, ondan ümidi kesip yüz çevirmekle değil, onunla yüzleşmekle olabilecek bir şeydir. Yüzleşeceğiz ki ne menem bir şey olduğunu bilip değiştirmenin olanaklarını görebilelim.
Evet kötü bir dünyadayız, bizim gerçekliğimiz bu, yapacak bir şey yok; Ahmet Arifimizin dediği gibi “Beter de bize kısmetmiş!” Ama işte bu beter gerçeklik aynı zamanda yarının güzel dünyasının da malzemesidir, değil mi? Her ne olacaksa ondan olacak. O yüzden, gerçeklik bize dost bir maddedir, her işimizi onla görürüz biz, neden ondan yüz çevirelim ki?
Ve tabi her ne olacaksa bizim bilinçli eylemlerimizle olacak. “Biz” gibi çoğul bir özne ve “bilinçli eylem” gibi sağlam vurgulu bir fiilin doğal muhatabı da, şüphesiz ki, toplumun geniş kesimlerinin aktif ve enerjik politik yaşamıdır; onu harekete geçirebilmektir aslolan.
Bugün Fransa böyle bir deneyime tanıklık ediyor. Fransa bugün, yani 10 Eylül’de tamamen sivil bir yurttaş hareketinin sonucu olarak kitlesel greve gidiyor. Fransa bugün, başta ulaşım, sağlık ve eğitim olmak üzere neredeyse bütün kamu hizmeti alanlarında grevde olacak. Grevler, gösteriler ve yerel eylemlerin yanı sıra alışveriş ve kredi kartı boykotu, stratejik alanların ablukaya alınması da gündemde. Ayrıca, ekonomik sistemi olabildiğince kilitleme hedefiyle, bankaları komisyonlarından mahrum bırakmak için bugünden itibaren banka kartlarını boykot etme çağrıları da yapılmış durumda.
Fransız toplumunun geniş kesimlerinin aktif ve enerjik politik yaşamını harekete geçirmeye odaklanan 10 Eylül grevleri ve boykotları, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un hükümet kurma görevini verdiği François Bayrou’nun açıkladığı bütçe tasarruf tedbirlerini, iki resmî tatilin kaldırılmasını, ama özellikle de kamu hizmetlerinde yapılması öngörülen 44 milyar avroluk bütçe kesintisi planını protesto etmek maksadıyla geçen yaz başlarında, zamanın ruhuna uygun biçimde, sosyal ağlarda doğan “Bloquons tout” (“Her şeyi engelleyelim”) yurttaş hareketine dayanıyor. Çalışma ve yaşam koşullarını doğrudan tehdit eden 2026 bütçesini protesto eden bu çağrının arkasında kimin olduğu belli değil. Karakter itibariyle başlangıçta Kasım 2018’deki “Gilets Jaunes” (“Sarı Yelekler”) hareketini andıran “Bloquons tout” çeşitli siyasi partilerden ve sendikalardan gelen destekle kısa sürede ivme kazandı. Örneğin, ulaştırma alanındaki dört büyük sendika daha şimdiden, 10 Eylül’ün devamı olarak, 18 Eylül’de “daha kitlesel, daha büyük bir grev ve gösteri günü” çağrısı yaptı.
Sosyal ağlardaki öfke, François Bayrou’nun bu bütçenin “Fransa’nın ihtiyacı olduğuna” ilişkin konuşmalarıyla artmıştı. Fakat artık şöyle bir durum da var ki, Bayrou hükümeti, 8 Eylül Pazartesi günü yapılan oylamada güven oyu alamadı, dolayısıyla kendisi artık Başbakan değil. Bayrou, ülkenin son üç yıldaki dördüncü ve Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un görev süresindeki altıncı başbakandı. Macron’u Fransa’ya siyasi istikrarı geri getirecek doğru kişi olduğuna ikna ederek dokuz ay önce hükümet kurma görevini almıştı Bayrou. Ama 2026 bütçesi konusunda muhalefetle uzlaşı sağlayamayan Bayrou hükümetinin güven oylamasında kesin yenilgi alacağı zaten bekleniyordu; aşırı sağcı Rassemblement National’den (RN) radikal solcu La France Insoumise’e (LFI) ve solcu Parti Socialiste’e (PS) kadar neredeyse tüm siyasi güçler güvenoyunu vermeyeceklerini açıklamışlardı. Bayrou hükûmetinin düşmesi, Euro bölgesinin ikinci en büyük ekonomisini yeni bir siyasî belirsizliğe sürükleyeceği kesin. Şimdi, güven oylamasından iki gün sonra, bugün Fransa’da neler yaşanacağı o yüzden büyük merak konusu.
Grev, emeğin sermaye düzenine itaatine, olağan boyun eğişine (ileride belki tamamen son vermek üzere, şimdilik) ara vermesidir. Komünist siyasette sınıf mücadelesini ilerletmede belirleyici rol oynadığı genel kabul gören grevler, o düzeye çıkamadığı durumlarda, daha mütevazı bir role soyunur, ses çıkarmada genellikle çok alçakgönüllü davranan kitlelerin gür sesi olur. Böyle zamanlarda dilsizler konuşur, sağırlar da onları duyar. Sosyal ağlarda gelişmiş olduğundan belirsiz köklere sahip olsa da 10 Eylül hareketi siyasi partiler ve sendikalar tarafından destekleniyor. Ancak yapılan genel grev ve boykot çağrısına ne ölçüde uyulacağı, hayatın durma noktasına gelip gelmeyeceği merak konusu. Fransa’nın güvenlik ve emniyet bürokrasisi, lideri ve örgütsel yapısı olmayan bu “yatay” hareketin boyutlarını tahmin etmenin zorluğunu vurguluyor. (Ama tedbiri de elden bırakmıyor. İçişleri Bakanı Bruno Retailleau, “büyük çaplı bir hareketten” korkmadığını açıklamış ama valilerden de eylemlerin denetlenmesinde “azami sertlik göstermelerini” istemeyi ihmâl etmemişti.) O yüzden bugün gerçekleştirilecek eylemlerin kapsamını ve etkisini tahmin etmek zor, Fransa’nın bugün neyle karşı karşıya kalacağını herkes yaşayıp görecek.
Siyasal örgütlenme ve siyasal mücadelelerin eşlik etmediği grevler, genel grev dahi olsa, sermayenin iktidarını alaşağı edemeyecektir, burası bir gerçek. Ama her durumda grev, temsil ettiğinden fazlasını önerir -ki zaten temsil ettiğinden fazlasını önermeyen her eylem eksiktir-. 10 Eylül grevi de, en azından, toplumsal sorunlara bireysel değil toplumsal çözümler arama önerisini temsil ediyor. Kötü dünyanın yaydığı ümitsizlik, toplumdan gelecek bir kurtuluşu beklemenin hiçbir anlamı kalmadığı inancını yayıyor içimizde. Ve bu da bize toplumsal olarak üretilmiş sorunlara bireysel çözümler bulmayı telkin ediyor. O noktada artık hedef daha iyi bir toplum değildir (zira toplumu daha iyi yapmak, neresinden bakılırsa bakılsın, beyhude bir çaba haline gelmiştir), hedef, bizim nazarımızda iflah olmaz bir nitelik taşır hale gelmiş olan kötü dünya içinde kendi bireysel konumuzu ilerletmektir. Toplumsal kurtuluş yolunda harcanan kolektif çabaların kazandıracağı kolektif kazanımların ve ortaklaşa paylaşılacak mükafatların yerini, bencil rekabetin bireysel olarak temellük edilmiş ganimetleri almıştır.
O yüzden, gücü ve etkisi ne olursa olsun, 18 Eylül’e doğru devam edecek gergin bir toplumsal sürecin başlangıcı olarak da önem taşıyan bugünkü 10 Eylül grevi ve ardındaki “Bloquons tout” hareketi, yüzeyde hükümetin bütçe politikalarından duyulan derin memnuniyetsizliği yansıtırken, daha derinde toplumsal olarak üretilmiş sorunlara bireysel çözümler bulma eğilimine güçlü bir alternatif olarak toplumunun geniş kesimlerinin aktif ve enerjik politik yaşamını harekete geçirmeye ilişkin öğretici bir bağlam da sunuyor.
(Kaynak: evrensel.net)

