Written by 17:00 ÇALIŞMA YAŞAMI

Kime karşı mücadele edeceğiz?

İşçi ve emekçiler açısından belirsizliklerin arttığı, saldırıların yoğunlaştığı bir yılı daha geride bırakıyoruz. İşten çıkarmalar, reel ücret kaybı, ücretler, çalışma süreleri, iş güvencesi ve iş güvenliği ve tabi ki sosyal güvenlik sistemleri… Sermayenin saldırı listesi uzayıp gidiyor. Peki sendikaların bunun karşısında nasıl tutum alıyorlar? Diğer yandan ülke genelinde işçilere uluslararası rekabetin sertleştiği bir dönemden geçildiği belirtilerek daha fazla çalışmaları, daha fedakâr olmaları ve ülke ekonomisini düzlüğe çıkarıncaya kadar sabretmeleri söyleniyor.

UMUT YAŞAR

Geride bıraktığımız yıl değişik alanlarda belirsizliklerin arttığı bir yıl oldu. 2024 yılını ekonomik daralma yerine çok cüzi bir büyüme ile kapanacağı tahmini birkaç ay sonra revize edilmişti. Buna göre 2024 yılı yüzde 0,5’lik bir daralmayla kapanmıştı ve 2025 yılı tahminleri hiç de iç açıcı değildi.

Sermayenin desteğini geri çektiği SPD/Yeşiller/FDP Koalisyon Hükümeti dağılmış ve erken seçim kararı alınmıştı. Şubat sonunda yapılan seçimlerin çalışmalarında “büyük” partilerin (CDU/CSU ve SPD) seçim çalışmalarında AfD ve Sol Parti ile koalisyon kurmayacaklarını ilan etmeleri ardından FDP ve BSW’nin barajın altında kalması yeni kurulacak hükümet için koalisyon olasılıklarını iyice daraltmıştı.

“Çarşamba’nın geleceği Salı’dan belli olur” misali daha hükümet kurulmadan “borç freninin” kaldırılması, askeri, alt yapı ve iklim alanlarına yapılacak harcamalar için kararlaştırılan devasa borçlanma paketi, sosyal alanla ilgili “çok fazla harcama” yapıldığı ileri sürülmesi yeni hükümetin nasıl bir hükümet olacağını ortaya koymuştu.

“HİÇBİR ŞEY TABU OLMAMALI”

Uluslararası rekabette değişik alanlarda geri düşen Alman sermayesi ise, “rekabet gücünü ve üretim merkezini korumak için hiçbir şey tabu olmamalı” sloganıyla işçi ve emekçilerin bütün kazanımlarına karşı geniş bir saldırı dalgası talep ediyordu.

Elektro otomobillerde Alman tekellerin geri düşmesinin veya yarı iletken (çip) üretiminde dünya genelinde varlık gösterememesinin, büyük tantanalarla ilan edilen “Sanayi Devrimi 4.0”a rağmen dijitalleşme alanında arkadan nal toplayan bir pozisyonda bulunmasının çalışma süreleriyle ne bağlantısı olduğu söylenmeden, “Eğer bir ilerleme kaydetmek istiyorsak o zaman daha fazla çalışmalıyız. İster günlük ister yaşam boyu çalışma olsun – hiçbir şey tabu olmamalı” denilmesi ise devam eden ve gelişmekte olan krizin yükünü işçi ve emekçilere yıkma çabası olduğu çok açıktı.

Daha önce SPD’li Andrea Nahles’in, “çalışma yasalarını bir süreliğine rafa kaldıralım bakalım ne olacak” diye başlattığı tartışma bugün “günlük 8 saatlik gibi katı kurallar yerine aylık veya 6 aylık ortamalar üzerinden çalışılmalı, iki vardiya arası 11 saatlik dinlenme gibi çağa uymayan uygulamalardan vazgeçilmeli” düzeyine geldi.

Tartışmalar başladığında ülkenin “en kabadayı” sendikacıları, “Böyle bir saçmalı olmaz, buna izin vermeyiz” diye ayağa kalktıktan sonra, “Yasalar günlük 10 saate kadar çalışmayı mümkün kılıyor. Gerektiğinde cumartesi ve pazar günleri çalışılabilir. Bugün yürürlükte olan bütün sözleşmeler çalışma süreleri açısından son derece esnek uygulamaları içeriyor. Belirli bir süre için kısmi ücret karşılığı çalışma süreleri kısaltılabildiği gibi uzatılabiliyor. Geçici olarak ücret karşılığı olmadan da çalışma süreleri uzatılabiliyor. Bunun için işverenlerin bizimle masaya oturmaları yetiyor” diyerek yerlerine oturdular.

Sermaye kesimi tüm bunlardan bihaber değil tabi ki. Yürürlükte olan ve daha önce deldikleri sözleşmeler onlara artık yetmiyor ve yasaların yeniden düzenlenmesini istiyorlar. Koruyucu yasaların içi ne kadar boşaltılırsa o kadar sermayenin lehine olacak. Zaten sözleşmelerin kapsama alanı son yıllarda sürekli daraldı ve birçok işletmede sadece yasalar işçileri koruyor!

Sermayenin talepleri hayat bulduğunda günlük çalışma süreleri 13 saate kadar uzatılabilecek. Sermaye kesimi sadece günlük değil emekliliğe ayrılma yaşını da yükselterek çalışma yaşamı süresini de uzatmak istiyor. Çalışanlar için bu daha fazla stres, yorgunluk, sosyal yaşamdan kopma ve erken ölüm anlamına gelirken önemli bir kesim için ise kalıcı işsizlik ve yoksulluk anlamına gelecek.

SANAYİ İŞYERLERİ YOK EDİLİYOR – REEL ÜCRETLER DÜŞÜRÜLÜYOR!

Handelsblatt gazetesi ve ZDF televizyon kanalı, Alman sanayisinde 2025 yılının üçüncü çeyreğine kadar 120 binden fazla işçinin işten çıkarıldığını bildirdiler. Yılın son çeyreğinde işten çıkarmaların devam etmesi bekleniyordu.

Sadece otomotiv işkolunda 50 bine yakın işyeri yok edildi. Otomotiv sektörü dışında, çelik, kimya ve makine gibi diğer sektörlerde de ciddi işten çıkarmalar gündemdeydi. Alman Ekonomi Enstitüsü’nün (IW) yaptığı bir ankete göre, şirketlerin yaklaşık yüzde 36’sı önümüzdeki 2026 yılında işçi çıkarmayı planladıklarını belirtti. Bu durum, iş gücü piyasası üzerindeki baskının devam ettiğini açıkça göstermektedir.

Değişik sanayi dallarında kitlesel işten atmaların yanı sıra ücretler üzerinde de baskı artıyor. Metal işkolunda son yıllarda imzalanan toplu iş sözleşmelerinde yer alan bir maddeye göre şirketlerin kâr marjı yüzde 2,3’ü altına düştüğünde işletmeler ücret artışını ödemek zorunda değiller. Benzeri bir madde kimya işkolunda imzalanan sözleşmede de yer alıyor.

İşletmeler toplu sözleşme sonucu elde ettikleri bu hakkı(!) kullanıyorlar. Fakat, Volkswagen (VW) örneğinde görüldüğü gibi bununla da yetinmiyorlar. 2024 yılının son aylarında, TİS dönemi öncesinde 30 bin işçiyi çıkaracağını ve üç fabrikayı kapatacağını açıklayan VW tekeli ve IG Metall arasında işyerlerini “koruma” adına bir sözleşme imzalanmıştı. 35 bin işçinin 2030 yılına kadar işten çıkarılması üzerine anlaşan taraflar ayrıca ücretleri yüzde 6 dolayında düşürdüler ve çalışma sürelerini uzattılar. Taraflar ikinci bir adım olarak “VW Ücret Sistemini modernize etme” (ücretleri bir kez daha düşürmek için) üzerine anlaşmışlardı. Ocak 2026 müzakerelere başlanacaktı. Fakat IG Metall ve VW tekeli 12 Kasım günü müzakerelere başladılar bile.

IG Metall ve VW arasında başlayan görüşmelerin nasıl devam ettiğini, tarafların somut olarak neleri tartıştıklarını yakından takip edip önümüzdeki sayılarda gazetemizin sayfalarına yansıtacağız. Şu kadarını şimdiden söyleyebiliriz: VW tekeli ücret harcamalarını en az yüzde 6 – 10 arası düşürmek istiyor. Taraflar arasında müzakereler sonuçlanıncaya kadar VW’deki tüm ücretler dondurulacak; kısacası VW işçilerinin ücretleri reel olarak düşürülecek.

VW’de reel ücretlerin düşmesi demek tekel için üretim yayan bütün tedarikçi firmalarda ücretlerin baskılanacağı anlamına geliyor. VW, dünya genelinde 33 ülkeden 1.700 tedarikçi firma (alt tedarikçiler bunun içinde değil. Bunlarla birlikte bu sayı 13 bini geçiyor!) ile çalışıyor.

TİS DÖNEMİ…

Metal işkolunda Kasım 2024’te imzalanan sözleşmeyle reel ücretlerin düşmesine onay verilmişti. “Toplu iş sözleşmesinin süresinden çok memnunuz” diye açıklama yapan Metal İşverenleri Birliği (Gesamtmetall) Başkanı Stefan Wolf, sendikayla alay edercesine, “IG Metall’in tüyleri kaybetti” (“Die IG Metall hat schon Federn lassen müssen”) diyordu (Bkz.: https://yenihayat.de/metalde-reel-uecret-kaybi-2/).

IG Metall, altı ay sıfır zammı ve iki kademeli ücret zammını içeren 25 aylık bir sözleşmeye imza atmış ve bunu büyük bir başarı olarak sunmuştu.

Benzeri bir durum demir-çelik işkolunda yaşandı. Görüşmelere somut ücret talebi ileri sürmeden giren IG Metall, üç ay sıfır zammı içeren ve toplam 15 ay (Aralık 2026) geçerli olacak ve sadece yüzde 1,75 ücret artışını kapsayan toplu sözleşmeyi imzaladı! Sözleşmenin imzalandığı dönem enflasyon oranı yüzde 2,4 olmasına karşın IG Metall yönetimi utanmadan, “reel ücretleri güvenceye aldık” diyebildi!

Bu tutum sadece IG Metall’e özgü değildi. 2024 sonu ve 2025 içinde imzalanan sözleşmeler sonucu Almanya’daki nominal ücretler yüzde 2,6 yükselmesine karşın aktüel yüzde 2,3 enflasyon gözetildiğinde reel artışın yüzde 0,3 olduğu söylenebilir. Fakat bir de geçmiş yılların kaybı var – bunlar ne olacak?

DGB’ye bağlı Ekonomik Sosyal Enstitü (WSI) TİS Arşivi Başkanı Prof. Dr. Thorsten Schulten bu durumu şöyle yorumluyor: “2021-2023 yıllarında yüksek enflasyon oranları nedeniyle, TİS ücretlerindeki reel kayıplar hala tam olarak telafi edilemedi.”

Önümüzdeki yıl 10 milyona yakın emekçinin ücret TİS dönemi gündemde. Sendikaların şimdi harekete geçip milyonlarca işçi ve emekçinin reel ücretlerinin yükselmesi için mücadeleyi örgütlemeleri beklemek hayalcilik olacağı ortada. Bunun için beklemek değil harekete geçmek, TİS komisyonları ve sendika merkezleri üzerinde baskı oluşturmak gerekiyor. Aksi durumda 2025 yılından farklı bir durum yaşanmayacak.

SENDİKALAR 2025 YILINDA NE YAPTILAR?

IG Metall ve IG BCE, DGB’yi de yanlarına alarak 2024 sonunda itibaren sermaye lehine 600 milyar euro dolayında yatırımlar yapılmasını talep ettiler. Ülkenin sanayisizleşmesine (Deindustrialisierung) karşı yatırımların yanı sıra sanayi elektrik fiyatlarının düşürülmesini talep ettiler. Erken genel seçimler gündeme geldiğinde yeni kurulacak hükümetten, “Almanya sanayisinin geleceğini güvenceye almak için yatırımlar” beklediklerini ifade ettiler.

Seçimlerden sonra hükümet kurulmadan “Borç Freninin” gevşetilmesi için atılan adımları, “Doğru yolda atılmış adımlar. Umarız hızla hayata geçirilir” olarak yorumlayan IG Metall bununla da yetinmedi ve 15 Mart günü beş kentte eylem günü ilan etti. IG BCE sendikasının da destek verdiği eylemde yapılan konuşmalarda, “üretim merkezinin korunması” lehine konuşmalar yapıldı. Çin’e yönelik gümrük vergilerinin artırılması, gerekiyorsa ABD’ye karşı da sert tutum alınmasını talep edilen konuşmalarda IG Metall’in ülke geleceği için üzerine düşeni yapmaya hazır olduğu da ifade edildi.

Savaş ve barış konusunda da sendikalar iki yüzlü tutumlarını sürdürdüler. Sözde barıştan yana olan sendika merkez yönetimleri, Ukrayna’ya silah sevkiyatının sürmesi, Almanya’nın ulusal silah sanayisini geliştirmesini talep etmeyi yıl boyu sürdürdüler. Filistin konusunda, “acilen barışın sağlanması” gerektiği söylense de, İsrail devletine ve gerçekleştirdiği katliamlara yönelik hiçbir eleştiriye tahammül gösterilmedi, örgüt sopası sürekli sallandı.

SERMAYENİN PERVASIZLIĞI VE ALINMASI GEREKEN TUTUM

Alman İşverenleri Birliği (BDA) tarafından geleneksel olarak her yıl düzenlenen “Alman İşverenle Günü” (“Deutsche Arbeitgebertag”) bu kez 25 Kasım günü Berlin’de düzenlendi. Başbakan ve bakanların yanı sıra bir dizi politikacının sıraya girip sermaye temsilcilerine yaptıklarını izah ettikleri konuşmalarda bir gelenek haline gelmiş.

Federal Çalışma Bakanı Bärbel Bas’da yaptığı konuşmada, sermayeye bir hafta sonra mecliste onaylanacak emeklilik reformunu izah etti. Sermayedarlar, “Federal bütçeden sağlanan kaynaklarla emeklilik fonunun istikrarının sağlanmasından” bahseden SPD başkanının sözlerine güldüler. Duruma şaşıran Bas’ın dili dolanıyor, akışını kaybediyor ve ancak birkaç saniye sonra toparlanıyor ve izahı baştan alıyor. Hala kahkaha atılmasına içerleyen Bas, “Ben sosyal ortaklığı takdir ediyorum. Ama sizin gibi değil, ben her zaman diğer tarafı da göz önünde bulunduruyorum” diyor. Salondan yine kahkahalar, protestolar, yuhalamalar…

Bas birkaç gün sonra yine bir salonda konuşma yapıyor. Bu kez Manheim’de “Jusos” Kongresinde (SPD’nin gençlik örgütü: “Genç Sosyalistler”) konuşuyor. Berlin’de yaşananlardan dolayı kendisine acınmaması isteyen politikacı, “Rahat koltuklarda oturan ve özel dikim takım elbiseler giyen adamlar, sosyal güvenliği pazarlık konusu olarak görüyorlar. Bu bana kiminle ve kime karşı mücadele edilmesi gerektiğini açıkça gösterdi” dedi.

Bas’ın bu sözlerine karşı işveren örgütleri tarafından olduğu gibi tüm burjuva basında, “Bas, sınıf mücadelesine çağrı yaptı, özür dilemeli” tepkisiyle karşılandı.

Bas’ı sözde savunan bazı sendikacıların, “Bas yanlış anlaşıldı. Öyle demek istemedi” tutumunu ve Bas’ın eleştiriler karşısında tornistan ederek, “yanlış anlaşıldığını” söylemesini şimdilik bir yana bırakıyoruz.

Burada asıl dikkat çeken şey sermayenin pervasızlığının hangi boyuta geldiğidir. Kendilerinin talep ettiği reformun anca ilk bölümünü hayata geçiren politikacıyı kamuoyu önünde aşağılayarak, “dediğimizi yapmazsan dünyanın kaç bucak olduğunu o zaman görürsün” dediler.

Önümüzdeki yılın işçi ve emekçiler açısından çok daha sert geçeceği ortada. Sermaye bir bütün olarak sosyal güvenlik sistemini yeniden düzenlemek, çalışma koşullarını kötüleştirmek ve ücretleri düşürmek için kolları çoktan sıvadı. Hükümet politikacıları ve sendika bürokrasisi Alman sermayesinin çıkarları için ellerinden geleni yapacaklarını defalarca dile getirdiler.

Bizde kendi cephemizden, değişik kesimlerde artan hoşnutsuzluğu 2026 yılında genel bir mücadeleye dönüşmesi için çabalarımızı artırmalı, sermayeye ve işbirlikçilerine karşı sınıfın birliğini sağlayarak ortak bir mücadeleyi örgütlemeye çalışmalıyız.


Ekonomi hangi yönde ilerleyecek?

Almanya ekonomisi son üç yıldır (2023 – 2025) durgunluk – daralma arasında gidip geliyor. 2023 ve 2024 yılları için yıl sonunda ve başında açıklanan veriler temmuz ayında revize edilerek düzeltilmişti. Ekonominin “durgunluk” içinde olduğu tahminleri tüm verilerin kesinleşmesi sonucu “daralma” olarak değiştirildi.

Bazı ekonomi enstitüleri, “ülke ekonomisi uzun bir süre stagflasyon (durgunluk veya daralma + enflasyon) sürecinden sonra 2026’da yeniden pozitif ivme kazanacak” görüşünde. Alman Ekonomi Enstitüsü (IW), dünya genelindeki jeopolitik belirsizliklerin ve ABD’nin gümrük politikasının dünya ekonomisine ve ticaretine yansımasının 2026 yılında belirginleşeceğini belirtirken, “2026 yılında dünya ekonomisinin büyümesi yüzde 2’ye yavaşlayacak. 2025 yılında yüzde 4,5’lik bir artışın ardından, 2026 yılında dünya ticareti sadece yüzde 1,5 artacak. Bu bağlamda, ülkemizde gerçek bir canlanma yaşanmayacak. Bunun için yatırım beklentileri yeterince sağlam değil. Almanya’nın dış ticareti kafa karışıklığı stresinden kurtulamamış durumda ve bu durum özel sektör yatırımlarını olumsuz etkiliyor. Devletin yatırım planları önümüzdeki yıl henüz somutlaşmayacak” deniliyor.

IW’ye göre “işsizlik 3 milyon dolayında kalsa da sektörel bir kayma yaşanacak. İstihdam ise yıl sonuna kadar aynı düzeyde kalacak. Almanya’da reel gayri safi yurtiçi hasıla 2026 yılında yüzde 0,9 büyüyecek. Üç yıllık resesyon ve durgunluğun ardından, yine de kayda değer bir artış söz konusu. Ancak bunun yaklaşık üçte biri takvim etkisinden kaynaklanıyor, çünkü gelecek yıl 2025 yılına göre neredeyse 2 ½ iş günü daha fazla olacak.”

Borç freninin askeri, altyapı ve iklim harcamaları için kaldırılması genel olarak devlet borçlarının artmasına neden olacak. Bununla birlikte devletin faiz ödemeleri de yükselecek. IW’ye göre 2021 yılında yüzde 1 faiz karşılığı piyasaya sunulan devlet tahvilleri bugünkü faiz getirisi yüzde 3,6’ya çıktı. Faizlerin yükselmesinin bir nedeni de devlet borçlarının GSYİH’nin yüzde 110’a çıktığı Fransa ile ilintili.

Close