Written by 12:51 TOPLUM

Mesem: Söylemde “Dual Eğitim”, pratikte kurumsallaşmış çocuk emeği sömürüsü

Birol Keskin / Bielefeld

Ausbildung İle Model Benzerliği İddiasının Ardındaki Ekonomik-Politik Gerçekler…

Bu makale,Türkiye’de Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) programını, Almanya’daki dual mesleki eğitim modeli (Ausbildung) ile olan söylemsel benzerlik iddialarının ötesine geçerek, politik-ekonomik bir analize tabi tutmaktadır. MESEM’in, pedagojik ve hukuki korumadan yoksun yapısıyla, aslında erken yaştaki çocukları düşük maliyetli işgücüne dönüştüren bir mekanizma söz konusu. Çalışma, sistemin en temel çıktısının “nitelikli insan yetiştirmek” değil, işletmelere devlet eliyle sağlanan haksız bir rekabet ve kâr avantajı yaratarak, çocuk emeği üzerinden ekonomik ihtiyaçları karşılayarak, “eğitim” kisvesi altında kurumsallaşmış bir sömürü döngüsünü beslemekte ve nesiller arası eşitsizliği derinleştirme riski taşımaktadır…

1. Giriş: Söylem ile Gerçeklik Arasında Derin Bir Uçurum…

Son yıllarda Türkiye’de yaygınlaştırılan MESEM uygulaması, sıklıkla Almanya’nın başarılı dual eğitim sistemi Ausbildung’a referansla meşrulaştırılmaktadır. Ancak bu benzetme, iki model arasındaki yapısal, felsefi ve hukuki farklar görmezden gelinerek yapılan temelsiz bir söylemdir. Bu makale, MESEM’i salt bir eğitim politikası olarak değil, emek piyasasını düzenleyen ve gelir transferi yapan bir ekonomik politika aracı olarak ele almaktadır. Ana argüman, MESEM’in işletmelere sağladığı maliyet avantajları ve devlet teşvikleriyle, çocuk hakları pahasına bir “haksız kazanç” mekanizmasına dönüştüğüdür.

2. Ausbildung: Üçlü Hukuki Koruma, Hakkaniyet ve Gerçek Bir Ortaklık…

Almanya modeli, çırağı sadece bir “öğrenci” veya “ucuz işgücü” değil, hakları tam tanımlanmış ve korunan bir genç birey olarak konumlandırır. Bu koruma, birbiriyle iç içe geçmiş üç temel yasal çerçeve ile sağlanır:

1. Jugendarbeitsschutzgesetz (JArbSchG – Genç İşçileri Koruma Yasası): Çalışma hayatının fiziksel ve psikolojik risklerine karşı somut ve ayrıntılı bir kalkandır. Bu yasa, 18 yaş altındaki bir çırağın:

   · Sabah 06:00’dan önce çalıştırılamayacağını (bazı sektörlerde 16 yaş üstü için en erken 05:00 veya 04:00 olabilir, ancak katı koşullara tabidir),

   · Akşam 20:00’den sonra çalıştırılamayacağını (istisnai durumlar dışında),

   · Günde maksimum 8 saat, haftada maksimum 40 saat çalıştırılabileceğini (toplu sözleşmelerle bu süre daha da aşağı çekilebilir, ancak asla aşılamaz),

   · Günde 10 saatten fazla (dinlenme süreleri dahil) işyerinde bulundurulamayacağını kesin olarak belirler…

Ayrıca gece çalışma yasakları, zorunlu dinlenme molaları (30 dakika altı çalışma 4.5 saatten sonra, 60 dakika 6 saatten sonra) ve ağır, tehlikeli işlerde çalıştırılma yasakları da mevcuttur. Amacı, çocuğun fiziksel ve psikolojik gelişimini mutlak güvence altına almaktır…

2. Berufsbildungsgesetz (BBiG – Mesleki Eğitim Yasası): Eğitim ilişkisinin çerçevesini çizer. Ausbildungsvertrag (çıraklık sözleşmesi) bu yasa uyarınca yapılır. Eğitimin içeriğini (Ausbildungsrahmenplan), süresini, işletme ve okuldaki eğitimin koordinasyonunu, sınav kurallarını ve eğitici personelin yeterliliklerini düzenler. Amacı, nitelikli bir mesleki eğitimin standardını ve hakkını garanti etmektir.

3. Bürgerliches Gesetzbuch (BGB – Medeni Kanun): Çıraklık sözleşmesini genel bir hizmet sözleşmesi olarak tanımlar ve tarafların temel medeni hak ve yükümlülüklerini (dikkat ve sadakat yükümlülüğü, ücret ödeme zorunluluğu vb.) belirler. Bu, anlaşmazlıklarda genel hukuk çerçevesine başvurulabilmesini sağlar.

Bu üçlü koruma sistemi, çırağın yalnızca sabah 06:00’dan önce çalıştırılamayacağını değil, aynı zamanda haftalık çalışma süresinin mutlak üst sınırını, zorunlu dinlenme sürelerini, tatil hakkını, ücretinin zamanında ödenmesini ve mesleki eğitim içeriğinin standartlara uygun olmasını aynı anda güvence altına alır. Sistemin odağında, işletmenin kısa vadeli üretim ihtiyacı değil, gencin uzun vadeli mesleki ve kişisel gelişimi vardır. İşletmenin katkısı, nitelikli işgücünün geleceğine yapılan bir sosyal yatırım olarak görülür.

3. MESEM’in Ekonomi-Politiği: Haksız kazanç mekanizması olarak işleyiş MESEM uygulaması, yukarıdaki koruyucu çerçeveden tamamen uzakta, tersine işleyen bir mantık üzerine kuruludur. Sistem, işletmelere çok yönlü bir mali avantaj ve kâr olanağı sunar:

· Sübvansiyonlu ve Sömürüye Açık Ücret Yapısı: İşletmelerin en büyük avantajı, gerçek piyasa değerinin çok altında bir maliyetle işgücüne erişmeleridir. Çıraklara ödenen ücret, asgari ücretin sadece yüzde 30 ile yüzde 50’si arasında değişen ve tamamı devlet tarafından karşılanan sembolik bir ödenektir. Bu, fiilen tam zamanlı çalışabilecek bir işçinin maliyetini, işletme için neredeyse sıfıra indirger.

Ancak bu sübvansiyon daha da çarpıcı bir suistimale yol açar: Birçok işletme sahibi veya ‘usta’, çırağın eline geçmesi gereken bu devlet ödeneğinin bir kısmını (‘komisyon’, ‘kira’, ‘hizmet bedeli’ gibi gerekçelerle) geri talep etmekte veya doğrudan kesinti yapmaktadır. Böylece devletin, ailenin yoksulluğunu hafifletmek için ayırdığı kaynak, sömürü döngüsünü beslemek üzere işverene geri akmakta, çocuk hem düşük ücretle çalıştırılmakta hem de bu cüzi ücretinden daha mahrum bırakılarak çifte bir uğratılmaktadır. Ailelerin ekonomik çaresizliği ise bu haksız uygulamaya sessiz kalmalarına neden olmaktadır.

· Sosyal Haklar Yükünün Yok Denecek Düzeyde Olması: Çırak öğrenciler tam sigortalı işçi statüsünde olmadığı için, işletmeler SGK primi, işsizlik fonu, kıdem tazminatı, yıllık ücretli izin gibi yükümlülüklerden büyük ölçüde muaf olur. Bu, ücrete eklenmesi gereken yaklaşık yüzde 40-50’lik bir sosyal maliyetten kurtulmak anlamına gelir. Zaten sembolik olan ücretin üzerine binen bu ek yükten kurtulmak, işletmelere piyasada mümkün olmayan bir rekabet avantajı sağlar.

· Devlet Teşvikleriyle Çifte Kazanç: İşletmeler, bu ucuz işgücünü kullanmanın yanı sıra, çırak çalıştırdıkları için vergi indirimi, prim desteği gibi ek devlet teşviklerinden de yararlanır. Böylece devlet, sistemi hem işgücü sağlayarak hem de mali kaynak aktararak desteklemiş olur.

· Eğitim Maliyetinden ve Denetimden Kaçınma: Sertifikalı eğitici zorunluluğunun ve denetimin etkisizliği, işletmelerin gerçek bir eğitim maliyeti üstlenmesini engeller. Çocuklar, öğrenme süreci garanti edilmeden, doğrudan üretim hattına dahil edilir.

· Şiddet ve Kötü Muamele-Denetimsizliğin İnsani Bedeli: Sistemin yarattığı denetimsizlik ve mutlak güç dengesizliği ortamı, yalnızca ekonomik sömürüyle sınırlı kalmaz. Türkiye’deki mesleki eğitim merkezlerine ilişkin raporlar ve medyaya yansıyan sayısız örnek, çırak öğrencilerin işyerlerinde aşağılanma, hakarete uğrama, dayak yeme ve hatta cinsel tacize varan fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldığını belgelemektedir. Pedagojik bir ilişki yerine kurulan bu ‘usta-çırak’ ilişkisi, geleneksel tahakküm kalıplarını yeniden üreterek, çocukları sadece emekleri için değil, bedenleri ve ruh sağlıkları için de sömürülebilir kılmaktadır. Bu şiddet pratikleri, çocukların mesleki beceri edinme motivasyonunu kırmakta, özgüvenlerini zedelemekte ve derin psikolojik travmalara yol açmaktadır. Eğitim kisvesi altında, çocuk işçiliğin en vahşi biçimleri normalleştirilmektedir.

Bu sistemde bir diğer kritik paydaş, ailelerdir. Ekonomik kriz, yoksulluk ve geçim sıkıntısı içindeki pek çok aile, MESEM’i çocuklarının geleceği için bir ‘fırsat’ değil, haneye ek bir gelir kapısı olarak görmek zorunda kalmaktadır. Devletin sunduğu cüzi ödeneğin dahi, derin yoksulluk koşullarında aile bütçesi için önemli bir katkı olarak algılanması, sistemi besleyen trajik bir döngü yaratmaktadır. Böylece aileler, çocuklarının eğitim hakkı, fiziksel bütünlüğü ve uzun vadeli geleceği pahasına, kısa vadeli geçim kaygısıyla bu sistemi onaylamaya mecbur bırakılmaktadır.

4. Sonuç: Kim Kazanıyor, Kim Kaybediyor?

Bu analiz ışığında, MESEM’in paydaşlar arasındaki fayda dağılımı netleşmektedir:

· Kazanan: İşletme Sahipleri. Düşük maliyet (asgari ücretin %30-50’si oranında devlet sübvansiyonu), sosyal haklar yükünün olmaması, yüksek esneklik, ek devlet teşvikleri ve denetimsizlik sayesinde haksız bir rekabet ve kâr avantajı elde ederler. Üstelik, devlet ödeneğinin bir kısmını ‘komisyon’ adı altında geri alarak sömürüyü katmerlendirirler. Sistem, onlar için bir “eğitim yükü” değil, “işgücü maliyetini sıfırlayan bir araçtır”

· Kazanan (Kısa Vadede): Devlet. Genç işsizlik istatistiklerinde geçici bir iyileşme sağlar ve özellikle KOBİ’lerin vasıfsız işgücü ihtiyacını karşılayarak sosyal patlama riskini azaltır…

· Kaybeden: Çocuklar ve Gençler. Eğitim hakkından feragat, düşük ücretle (asgari ücretin %30-50’si) ve sosyal güvenceden yoksun çalıştırılma, ücretlerinin bir kısmının geri alınma riski, fiziksel/psikolojik şiddete maruz kalma, geleceğe dair belirsizlik ve psiko-sosyal gelişimlerinin riske atılması pahasına bu döngünün ana “hammaddesi” haline gelirler…

· Kaybeden: Aileler ve Toplumsal Dayanışma. Ekonomik zorluklar, aileleri çocuklarını erken yaşta ve güvencesiz çalışmaya göndermek zorunda bırakarak bir çıkmaza sürükler. Bu durum, yoksulluğun ve güvencesizliğin nesiller arası aktarımını güçlendirir ve toplumsal eşitsizliği kalıcı hale getirir…

· Kaybeden (Uzun Vadede): Toplum ve Ekonomi. Hak arama bilinci zayıf, psikolojik travmalar yaşamış, niteliksiz ve güvencesiz bir nesil yetişir. Çocuk emeği sömürüsü ve işyeri şiddeti normallaşır, sosyal adalet duygusu aşınır ve ülkenin beşeri sermaye kalitesi düşer…

5. Öneri: Reform Değil, Köklü Paradigma Değişikliği

MESEM, mevcut haliyle küçük düzenlemelerle düzeltilebilecek bir sistem değildir. Ausbildung’u taklit etmekten vazgeçip, onun felsefesini (çocuk hakları, pedagojik öncelik, hakkaniyet) merkeze alan yeni bir başlangıç yapılmalıdır. Bunun için:

1. Acilen başlangıç yaşı 16’ya çıkarılmalı, çocuklar zorunlu temel eğitimlerini tamamlamadan işgücüne katılamamalıdır…

2. İşletmelere verilen tüm teşvikler, ancak sertifikalı eğitici istihdamı, belirlenmiş eğitim programı uygulaması ve bağımsız denetimden geçmeleri koşuluna bağlanmalıdır…

3. Çıraklara, asgari ücretin makul bir yüzdesi olan ve toplu sözleşmelerle garanti altına alınan bir ücret ödenmeli, tüm sosyal güvenceleri (sağlık, işsizlik, kıdem) eksiksiz sağlanmalıdır. Ücret ödemeleri şeffaf bir mekanizma ile takip edilmeli, ‘komisyon’ vb. kesintiler ağır yaptırıma tabi tutulmalıdır…

4. Sistemin performansı, “kaç çocuk işe yerleştirildi” ile değil, “kaç çocuk nitelikli bir meslek sahibi oldu, hakları korundu ve şiddete maruz kalmadı” kriteriyle ölçülmelidir…

5. Sendikaların ve Sivil Toplumun Etkin Rolü: MESEM’deki çırak öğrencilerin hak arama mekanizmalarına erişimi güvence altına alınmalıdır. Sendikaların, bu genç işçileri örgütleme, ücret ve çalışma koşullarını izleme, şiddet vakalarına müdahale etme rolü tanınmalı ve teşvik edilmelidir. Bağımsız sivil toplum kuruluşları, meslek odaları ve pedagogların, işyeri denetimleri, eğitim kalitesi ve psiko-sosyal durum izleme sürecine sistematik katılımı sağlanmalıdır. Mevcut yapıda sendikaların bu alana müdahalesinin sınırlı olması, denetimsizliği ve hak ihlallerini görünmez kılan en önemli eksikliklerden biridir…

Son Söz…

MESEM üzerine tartışma, teknik bir eğitim politikası tartışması olmaktan çıkmıştır. Bu, Türkiye’nin “çocuğa”, “emeğe” ve “adalete” bakışının bir yansımasıdır. Çocuklarımızın geleceği, bedensel ve ruhsal bütünlüğü, işletmelere sağlanan haksız maliyet avantajları ve kısa vadeli politik kazanımlar uğruna feda edilemez. Gerçek bir mesleki eğitim reformu, ancak çocuk haklarını merkeze koyan, sömürüyü ve şiddeti değil gelişimi teşvik eden bir paradigmayla mümkündür…

*Sendikacı

Close