Written by 14:57 Allgemein

Sandıktan uyarı çıktı

Almanya’nın en büyük eyaleti olan Kuzey Ren Vestfalya (KRV) 9 Mayıs günü 181 sandalyeli parlamentonun yeni üyelerini belirlemek üzere sandık başına gitti. Ortaya çıkan sonuçlar, federal düzeyde bundan sonra izlenecek politikaların seyri ve dozajı konusunda da önemli mesajlar içeriyor.
Çünkü hükümet partilerine yönelik sandıktan çıkan tepkiler, (elbette toplumsal muhalefetin bundan sonraki seyrine bağlı olarak) hükümetin saldırı planlarında şu ya da bu biçimde etkiler yaratacaktır. Sağlık ve vergi alanında sermaye lehine ve emekçi halkın aleyhine tasarlanan düzenlemeler konusunda Başbakan Merkel’in ‘FDP’nin önerdiği biçimde olmayacak’ eğilimini vurgulaması da bunun bir şareti sayılabilir.
Krizin yıkıcı seyrini büyük kaynaklar ayırarak belli ölçülerde dizginlemeyi başaran hükümetin, bunun bedelini hangi düzey ve sertlikte emekçi halka yansıtacağı, diğer bir deyişle ‘acı reçete’deki ilacın hangi dozda olacağı, bazı açılardan KRV seçimlerinden çıkacak sonuçlarla da ilintiliydi. 13,5 milyonluk seçmen kitlesiyle bir anlamda genel seçim provasına sahne olan KRV’de çıkan tablonun hükümetin elini zayıflattığı açık görünüyor. KRV’deki eyalet hükümetini kaybetmiş olması, siyasi etkilerinin dışında iktidar partilerinin Eyaletler Meclisi’ndeki çoğunluğu kaybetmesini ve kimi kararları hayata geçirmede sıkıntı yaşayabilecek olmasını da beraberinde getiriyor ayrıca.
Beş yıl önce, “Ajanda 2010”u hayata geçiren SPD-Yeşiller hükümetine karşı oluşan geniş tepkinin ardından, KRV’de CDU-FDP hükümeti işbaşına gelirken, bu kez de iktidardaki CDU-FDP hükümeti benzer bir kaderi paylaştı denebilir.

HÜKÜMETE CİDDİ UYARI
Yani seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı en önemli olgu, halkın federal düzeyde izlenen ve planlanan politikalara ciddi bir tepki duyduğunun görülmesi oldu.
Ancak, ekonomik gelişmelerin seyri, sonuçlara rağmen işbaşındaki CDU/CSU-FDP hükümetinin emekçilerin aleyhine gündeme getirdiği yeni saldırıları uygulamaktan geri kalmayacağını gösteriyor. Çünkü, konjonktür paketleriyle ülke ekonomisinin içine çekildiği aşırı borçlanma, sermayeye somut hizmet misyonuyla işbaşına gelen hükümeti geniş emekçi halkı rahatsız edecek adımlar atmaya ‘mecbur’ bırakmaktadır.
Hükümetin eli görece zayıflamış olsa da, federal düzeyde emekçi halka yönelik saldırganlığın bundan sonra hangi boyutlarda olacağını belirleyecek asıl etkense, işçi ve emekçilerin  mücadele ve direnişinin düzeyi olacaktır.

KOALİSYON HESAPLARI
Diğer taraftan seçim sonuçları, hem federal hem de eyalet düzeyinde Hıristiyan Demokrat-Liberal Demokrat ortaklığa önemli bir tepki gösterildiğini içerse de; mevcut tablo, nasıl bir hükümet olacağı sorusuna da açık ve net bir yanıt sunmuyor.
“Büyük Koalisyon” (CDU/SPD) seçeneği dışında hükümet olmak için iki partinin dahi yeterli olmadığı bu tablonun, önümüzdeki diğer seçimlerde de gündeme gelmesi şaşırtıcı olmayacak görünüyor.
‘Kimin kimle ortaklık yapacağı’, ‘hangi renklerin uyumlu hangisinin uyumsuz olduğu’ vb. konusunda kriterlerin hızla değiştiği, her partinin kendi içinde dahi görüş ayrılıkları oluştuğu ve ‘geleneksel hükümet ortaklığı’nın giderek rafa kalktığı son yıllarda KRV seçimleri bu tabloyu daha da belirgin hale getirdi.
Bugünden nasıl bir koalisyon hükümetinin kurulacağını söylemek erken. Geniş halk kitleleri arasında büyük partilere karşı biriken tepki ve öfkenin giderek artması ve sistemin iki önemli politik dayanağı durumundaki CDU ve SPD’nin daha fazla itibar kaybetmemesi elbette bu süreçte gözetilecektir. Her ne kadar içinden geçilen dönemde CDU-FDP ortaklığı büyük sermaye sahipleri için ideal bir model olsa da, son yıllarda örnekleri görüldüğü üzere farklı ortaklık modelleri de sermaye için olmazsa olmaz değildir. SPD-Yeşiller koalisyonu döneminde sermaye lehine yapılanlar veya Hamburg”da olduğu gibi CDU-Yeşiller hükümeti  hatırlandığında bu durum sermaye kesimi açısından büyük bir sorun olmayacaktır.
Sonuçta hangi model hükümet kurulursa kurulsun, sandıktan çıkan sonuçlara ve emekçilere yönelik saldırı politikalarına karşı açık mesajlar verilmesine  rağmen, sermaye emekçileri daha çok yoksullaştırmak, işsiz bırakmak, sosyal haklardan mahrum etmek yönündeki politikasından vazgeçmeyecektir. Yani hükümete dahil olacak partiler, kimi özgünlükler içerse de bu programı hayata geçirmenin aktörleri olacaktır. Sol Parti’ye yönelik karşı propagandalarda sıkça kullanılan “hükümet yeteneği” kriterinin arkasında yatan anlam da sermayenin bu programı nı onaylayıp onaylamama tutumudur. Ki Sol Parti dışta tutulduğunda bugün parlamentoda yer alan partilerin tümünün bu yeteneğe sahip oldukları ise tartışmasızdır!

ÇABALAR KARŞILIKSIZ KALMIYOR
Seçim sonuçlarından çıkan bir başka sonuç ise, emekçilerin hayati önem taşıyan sorun ve taleplerini gündemine alan siyasal çabaların karşılıksız kalmadığı gerçeğidir. Çok yönlü zayıflatma çabalarına rağmen, Sol Parti’nin işsizlik, emekçi hakları, savaşa karşı çıkma, sosyal hizmetler ve haklar vb. konularda parlamenter düzeyde kalsa dahi emekçilere yakın durma tutumu bugün azımsanmayacak bir başarıyı beraberinde getirmiştir.
Yine, parlamentoda oluşan bu olanak, parlamento dışında  işsizliğe,yoksulluğa, işten atmalara, parasız eğitim mücadelesine, çevrenin tahrip edilmesine, özelleştirmelere, ayrımcı politikalara karşı sürdürülen mücadelenin güçlenmesine hizmet ettiği sürece, oluşacak hükümetin emekçilere yönelik saldırı planlarını geri püskürtmenin olanakları daha da güçlenecektir.

Büyükler neden kaybetti, küçükler neden kazandı?

Büyük önem atfedilen KRV seçimlerinin sonuçları, sermayenin iki büyük partisinin (CDU ve SPD)  oylarının alt düzeyde seyrettiğini ve dolayısıyla halk kitleleri nezdinde güven kaybetmeye devam ettiklerini ortaya çıkardı. Her iki parti, 1954 yılından bu yana eyalet düzeyinde yüzde 34.6 ve yüzde 34.5’lik oy oranları ile en düşük oyları aldılar. Beş yıl öncesine göre yüzde 10.2 oranında oy kaybeden CDU, daha bundan bir kaç ay önce genel seçimlerde elde ettiği güveni, yedi ay gibi kısa sayılabilecek bir sürede koruyamamıştır.
SPD’de 27 Eylül’de yapılan genel seçimlerde aldığı yüzde 23’lük oy ile İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana rekor düşüş gerçekleşmişti. SPD, beş yıldır KRV’de bir muhalefet partisi olmasına rağmen oylarını 2005 Eyalet seçimlerine göre artıramamıştır. Tam tersine yüzde 2.6 oranında oy kaybetmiştir. Ancak bu seçimlerde SPD sosyal bir parti olduğu görüntüsü yaratmak için yoğun bir çabaya girmiştir. Sendikalar la dirsek temasını güçlendirmeye çalışmıştır. Emekçiler açısından acil sorun teşkil eden, merkezi hükümet tarafından planlan sağlık reformuna, zenginler için düşünülen vergi reformu gibi konulara karşı çıktığını beyan etmek zorunda kalmıştır. Yeniden sosyal bir parti görüntüsüne girerek,  federal parlamento seçimlerinde yaşadığı dağınıklıktan kurtulmaya çalışmıştır. Bunda kısmen de olsa bir başarı elde etmiş, geriye gidişi durdurabilmiştir. SPD’nin yeniden sosyal bir parti görünümüne bürünmesinin asıl nedenlerinden birisi, emekçiler içerisinde SPD nin öncülüğünde hayata geçirilen Ajanda 2010 politikalarına karşı oluşan tepkilerdir.
Özellikle işçiler ve işsizlerin SPD ve CDU’ya bakışı giderek değişiyor. Örneğin beş yıl önce işçilerin çoğunun oyunu aldığı için kendisini “işçi lideri” ilan eden KRV Başbakanı Jürgen Rüttgers’in “işçi liderliği”nden eser kalmadı. Çünkü bu seçimlerde işçilerin yüzde 22’si (2005’te yüzde 41) CDU’yu seçerken, yüzde 41’i SPD’yi, yüzde 11’i Sol Parti’yi tercih etti. Benzer bir tablo işsiz seçmenler için de geçerli. İşsizlerin yüzde 21’i CDU’ya, yüzde 35’i SPD’ye, yüzde 17’si Sol Parti’ye oy verdi.
Bu iki veri bize asıl olarak sosyal kısıtlamalara, özelleştirmelere, Hartz IV’e karşı çıkan Sol Parti’nin işçiler ve işsizler arasında küçümsenmeyecek bir destek görmeye başladığını gösteriyor.
Geniş kitleler arasında sistem partilerine ilgisizlik ve güvensizliğin bir diğer önemli göstergesi de katılım oranının yüzde 59’da kalmasıdır. Seçmenlerin yüzde 40’nın sandık başına gitmemesi de bir şekilde tepki ve protesto olarak ele alındığında, aslında büyük partilere karşı güvensizliğin ifade edilenden de fazla olduğu anlaşılacaktır.

YEŞİLLER VE SOL PARTİ’NİN DURUMU
Seçimin asıl galiplerinin, “küçük partiler” olarak tanımlanan Yeşiller ile Sol Parti oldukları açıktır. Yeşiller, bir önceki seçimlerdeki yüzde 6.2’lik oy oranını yüzde 12.1’e çıkardı. Yani yaklaşık iki kat artırdı. Benzer bir durum ilk kez meclise giren Sol Parti için geçerli. Bir önceki seçimlerde WASG ve PDS’in aldığı toplam oyların oldukça üzerine çıkarak, yüzde 5.6 oy alan Sol Parti, artık Almanya genelinde beş partili siyaset sahnesinde kalıcı bir aktör olduğunu göstermiştir. Bunda öne çıkardığı talepler, sunduğu alternatifler büyük bir rol oynadı.
“En çok kazanan” konumundaki Yeşiller ise, programıyla orta ölçekli işverenlere, iyi kazanan devlet memurlarına ve özel girişimcilere güven vermeye, onların taleplerini dile getirmeye çalışırken, bir yandan da emekçiler için acil sorun olan eğitim, çevre ve enerji konularında talepleri seçim kampanyası döneminde yaygın bir şekilde kullandı. Aynı SPD gibi, Yeşiller de kendi yarattıkları ortamı inkar ederek, daha sosyal bir parti konumuna büründü.
Genel seçimlerde aldığı yüzde 14.6 oy ile en büyük çıkışı yapan, buradan aldığı cesaretle işçilere ve işsizlere karşı pervasız bir saldırganlık içine girmekten çekinmeyen Hür Demokrat Parti (FDP) ise, KRV seçimlerinde CDU’nun büyük oranda oy kaybetmesine rağmen oylarını artıramayarak muhalefete düştü. (YH)

Seçimler ve Türkiye kökenliler

Almanya’da en çok Türkiye kökenli göçmenin yaşadığı eyalet olan Kuzey Ren Vestfalya’da, parlamentoya ilk kez 6 Türkiye kökenli milletvekili seçildi. Sol Parti’den Özlem Alev Demirel (DİDF Yönetim Kurulu üyesi) ile Ali Atalan ve Hamide Akbayır, Yeşiller Partisi’nden Arif Ünal, SPD’den Serdar Yüksel ve İbrahim Yetim yeni parlamentoda görev yapacak..
Bu arada, çoğu Türkiye kökenli olmak üzere çeşitli İslami gruplar tarafından desteklenen Adalet ve Yenilik İttifakı (BIG) adlı parti ise ancak yüzde 0.18 oy alabildi. Böylece, “göçmenlerin sesi” olma iddiasıyla kurulan bölücü seçim ittifakları ya da partilerin Türkiye kökenli göçmenler arasında ilgi görmediği bir kez daha görülmüş oldu.

Close