Written by 12:30 Allgemein

Yukarda bayram aşağıda kabus!

Tonguç Karahan / Erdoğan Kaya

Bazı olaylar vardır ki, gerçekleştikleri dönemin sembolü olurlar. Ancak zaman zaman sembol olarak görülen bu olayın bir sonuç olduğu gözden kaçırılır; nedenlerle sonuçlar yer değiştirir…
Hem yapılması hem yıkılması büyük yankı yaratan Berlin Duvarı da bunlardan biridir. Örneğin Almanya’da yaşayan birine sorsanız, “Duvar yıkıldı, hayat şartlarımız değişti. Almanya artık eski Almanya değil” cevabını verenlerin sayısı hiç de az olmaz. Türkiyeliler arasında da yaygındır bu yorum; “Mark yerine Euro geldi, hayat pahalılaştı” örneğinde olduğu gibi.
Dünyayı yöneten güçlerin sosyalizme karşı yürüttükleri yıkım savaşında büyük bir propaganda malzemesi olan Berlin Duvarı Kasım 1989’da yıkılmış, uzun yıllar süren Batı-Doğu gerilimi, hızlı bir altüst oluşla 3 Ekim’de iki Almanya’nın birleşmesi sonucunu doğurmuştu. Duvarın yıkılışının etkisi ülke sınırlarının ötesine uzandı. “Özgürlük, demokrasi ve refah içinde yaşanacak yeni bir dünya başlıyordu”!
Ancak aradan geçen 20 yıl, dünyada olduğu gibi Batı ve Doğu Almanya’da yaşayanlar için de vaat edilen güzel günleri getiremedi. Tersine savaşlar, işgaller, çatışmalar ve dökülen kan daha da arttı. İşsizlik, geçim derdi, eğitim ve gelecek korkusu gibi sorunlar daha fazla insanı içine aldı… Hal böyle olunca ne Doğu’dakiler ne de Batı’dakiler birleşmeden pek memnun olmadı… Yapılan araştırmalar anketler de bu memnuniyetsizliği yansıtan rakamları açıkça ortaya koyuyor. Örneğin Batı Almanya’da yaşayan her üç kişiden biri birleşmenin yarardan çok zarar getirdiği görüşünde… Ve ülkede her on kişiden biri duvarın tekrar yapılmasından yana!
Özgürlük, barış ve refah vaat edilen Doğu Almanyalılar da kazandıklarından çok kaybettiklerini hatırlıyorlar ‘birleşme bayramı’nda! İş bulmanın ya da çalıştığı işi korumanın sorun olduğu, insanca geçinmeye yetecek bir ücret kazanmanın lüks haline geldiği, eğitim, sağlık vd. sosyal ihtiyaçların ciddi paralar karşılığında satın alınan ticari hizmete dönüştüğü günümüzde geçmişe özlem daha artıyor onlar için.
Bu özlemi derinden duyanlardan biri de Roger Rheinsch. Dedesi ve babası gibi Berlin’de doğup büyüyen ve iki Almanya’yı iki Berlin’i de yaşamış biri olan Roger’la duvardan öncesi ve sonrası hakkında söyleştik. Hayatını hem bir işçilikle, hem de müzik, edebiyat ve felsefeyle uğraşmış biri olarak geçiren Roger Rheinsch, sosyalizme inanan ve bunun için de hem DDR yönetimini hem de Batılı emperyalistleri eleştiren biri.

İki Berlin’i de yakından bilen birisi olarak nerde yaşamayı tercih ederdiniz? Duvar öncesi ve sonrası Berlin’in tipik farkları nedir sizce?
Yaşam koşullarının gelişmesine bakarak yeni Berlin’de yaşamak isterim. Şu anda Doğu’da Friedrichshain semtinde yaşıyorum, çocukluğum da orada geçti.
Birleşmeden sonra birçok bina vb. yapıldı, bu durum beni rahatsız ediyor ama sonuçta orası benim vatanım bundan sonra da hayatımı orada sürdürmek istiyorum.

Doğu ile Batı Berlin arasındaki tipik farklar neydi sizce?
Doğu Berlin’in en tipik özelliği çalışkanlıktı. Ülkenin yeniden inşası için hep beraber bir şeyler yapmaya sevdalıydık. Bir de insanlara kendini geliştirme imkanı sunuluyordu, eğitim ve sosyal hayatta desteklenip teşvik ediliyorlardı. Duvar yıkılmadan önce Batı Berlin’de yaşayan akrabalarımız, yaşlıların bir huzurevinde kalabilmek için çok büyük para ödemek zorunda olduklarını söylerlerdi. Böyle bir şey o zaman Doğu Berlin’de asla düşünülemezdi. ‘Sağlık harcaması’ diye bir konu bilmezdik, ilaç ve doktor için bir ücret ödemezdik.. Ev kiraları da çok düşüktü. Yani sosyal imkanlar açısından Doğu’da yaşamak daha güzel ve kolaydı…
Örneğin benim gençlik dönemimde hükümet, işçi ve köylü çocuklarının eğitimini teşvik için bir girişim başlatmıştı. Ben de bu çağrıya uydum ve “işçi köylü fakülteleri” adı verilen üniversite hazırlık sınıfına yazıldım. Marangozluk eğitimi aldım. Diğer dört kardeşim de farklı branşlarda eğitim gördüler. Normal bir işçi çocuğunun böyle bir eğitim şansı yakalaması Batı’da oldukça zor bir durumdu.

Siz müzik ve edebiyatla da ciddi olarak uğraş verdiniz. Bu özelliğinizi nasıl edindiniz?
Tam olarak üniversite öğrencisiyken başladım. Çünkü öğrencilik dönemimde hem spor yapmaya hem de koroya katılarak müzik yapmaya zaman bulabiliyordum. O dönem çok sayıda kültür sanat topluluğu kurulmuştu. Önemli besteciler, hocalar gelip 100-150 kişilik bu topluluklarda ders veriyorlardı. Müziğin yanı sıra şiir ve edebiyatla ilgilendim. Kardeşim de böyle bir grupta radyoculuk öğrenmişti.

Duvar yapılırken de yıkılırken de Berlin’deydiniz. İzlenimlerinizi alabilir miyiz, insanlar bu iki olayı da nasıl karşılamışlardı?
Duvar yapılmadan önce Doğu ve Batı bölgesinde yaşayanlar ilişki halindeydi. Doğu’dakilerin bazıları Batı’da çalışıyordu. Aslında duvarın yapılmasını kimse istemiyordu. Ama o dönem dünyada estirilen gerginlik dalgasından Berlin de nasibini aldı ve duvar yapıldı. O tarafla iş, akraba gibi bağları olanlar rahatsız oldu özellikle.

Duvar 28 yıl sonra yıkıldı. Yıkılış anında siz neredeydiniz, ne yaptınız? Bir de insanlar ne umuyorlardı ne buldular?
Duvarın kurulmasından sonra Doğu’daki toplumsal gelişme zor bir yola girdi. Toplumun demokratik ortamda söz sahibi olması örgütlenemedi. Aynı zamanda insanların kimi maddi istekleri yerine getirilemedi. Kendisinde olmayıp da Batı’da olması insanları düşündürüyordu. Çok sayıda insan Batı’nın teknolojik imkanlarından yararlanmak istiyordu. Bir de insanlar kendini sıkıştırılmış hissediyordu. Yöneticilerin politik ve manevi beklentileri insanları sıkıyordu.
Tabii bu çelişkiler zamanla çözülebilirdi, ama politik sorumlular rahat bırakmayınca insanlar üzerinde büyük bir baskı oluştu. Örneğin ben duvar yıkıldıktan sonra emperyalizme karşı daha iyi mücadele edebilirim diye hissettim.
Duvarın açıldığını radyo ve televizyondan öğrendim. Ben ve yakın arkadaşlarım hemen Batı’ya koşanların arasına katılmadık. Politik bir tutumdu. Ama zamanla kabullenmekten başka bir şey yapamadık. İçine itildiğimiz toplum biçimi bize yabancıydı… Duvar açıldıktan sonra Doğu’dan bir sürü insan Batı’ya akın etti, 100 Mark ‘karşılama parası’ alabilmek için… Ama o zamanlar kaybettiklerimizin farkında değildik. Sosyal konularda biz çok daha ilerdeydik. Eğitim hakkını, sağlık güvencesini kaybettik örneğin.

Dünyanın her yerinde olduğu gibi Almanya’da da sosyalizm karşıtı kampanyalar düzenlendi. Doğu Almanya örnek gösterilerek sosyalizmin hiç de iyi olmadığı anlatıldı topluma. Siz uzun yıllar orada yaşadınız, insanlar memnun muydu hayatlarından memnunlarsa korumak için neden bir şey yapmadılar?
Sosyalizm veya hatta komünist bir sistemden söz ediliyor. Ama bu doğru değil, orada yaşanan o değildi. Sosyalizmi veya kurma çabası oldu bir dönem ama bu gelişmeler için nesillere ihtiyaç var. Biz savaştan yeni çıkmıştık. Ülkemizin yeniden inşası birçok insanı heyecanlandırmıştı. Durumumuz yıldan yıla iyileşiyordu. Bu yeniden inşada her kesimin katkısı vardı. Sosyalist olmayanlar da bu yeniden canlanmayı destekliyorlardı. Yeni bir toplum yaratma girişimiydi yani… Bu dönem devlet bazı önlemler almak durumundaydı ama bu başka etkileri de beraberinde getirdi. 1960’lı yılların sonunda yönetim, ‘halk demokrasisi gelişiyor’ diyordu ama gerçekler biraz farklıydı…
Bugün Batı’daki politikacılar tarafından Doğu Almanya’yı tanımlayan negatif bir terim var: ‘Devlet sosyalizmi’. Yanlış ve gereksiz bir terim. Bununla sosyalizmin devletsiz olması gerektiği fikri empoze edilmeye çalışılıyor. Ama devlet gibi bir gücü elinde bulundurmadan sosyalist bir toplumu kuramazsın.
Özel mülkiyetin insanlarda yaratıcılığı geliştirdiği iddiası, kimi sosyalist kişi v e çevrelerde de etki ve hayranlık uyandırdı. Ama bunun savaşları, işgalleri ve eşitsizliği de beraberinde getirdiği unutuluyor.

Close