Written by 14:51 uncategorized

Yunanistan krizinde Almanya neyin peşinde?

Yunanistan’ın devlet borçları ekseninde son haftalarda estirilen mali terörde çelişkili bir tablo karşımıza çıktı: Uluslararası mali piyasalardaki dev finans şirketleri ile spekülatörler, Avrupa Birliği (AB) ve Euro Bölgesi üyesi Yunanistan’ı adeta boğazlarken, AB’nin en güçlü ülkesi Almanya olup bitene seyirci kalmaktaydı. Dahası, Alman bulvar gazetelerinin örgütlediği Yunanistan karşıtı şovenist kampanya ile adeta yangına körükle gidilmekteydi!
İnanılacak gibi değildi; Başbakan Merkel “AB projesi”ni ülkesindeki bir eyalet seçimi uğruna feda etmekteydi! Bu ne çapsızlık, ne dar görüşlülüktü! Üstelik Yunanistan dominonun ilk taşıydı; devrildiğinde Portekiz, İspanya ve hatta İtalya’yı da peşi sıra uçuruma sürükleyecekti!
Elbette Almanya’nın en büyük eyaletindeki seçimlerin iç politika açısından önemi büyüktü. Ancak, Alman hükümetinin Yunanistan’a yardım konusundaki “direncini” bu seçimlerle açıklamak, olup bitenin gerçek boyutlarını görmemek demektir. Seçim olgusu, olsa olsa hükümetin üslubuna yön veren bir etkendi, ama hükümetin katı tavrının nedeni değildi.
Kaldı ki, “Alman direnci”nin nedeni seçim olmuş olsaydı, Merkel hükümetini çapsızlık değil, beceriksizlikle suçlamak gerekirdi. Zira, başta hükümet partilerinin seçmenleri arasında hoşnutsuzluk yaratan “yardım kararı”nı, haftalar öncesinde değil de, seçimden iki gün önce onaylatmak pek akıl karı olmasa gerek!

LİDER NEREDE?
Lüksemburg Başbakanı ve Euro-Grup Başkanı Jean-Claude Juncker, geçtiğimiz hafta sonunda Euro Bölgesi ülkelerinin zirvesinde şu açıklamayı yaptı: “Bugün söz konusu olan, dünya çapında Euro’ya karşı örgütlenmiş bir ataktır. Bugün sadece Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İtalya değil, tersine tüm Euro Bölgesi bu saldırılarla tehdit edilmektedir.”
Evet; Euro’nun güvenirliğine gölge düşüren işlemler, özellikle Londra ve New York borsalarında yoğunlaşmakta. Anglo-sakson spekülatörlerin özel bir çabası da hissedilmekte. Hatta bu “atak”ların, doların dünya parası olarak konumunu pekiştiren yönlerinin de bulunduğu gözden kaçmamakta.
Ancak, garip olan şu: Euro’yu tehdit eden bu türden bir atağa karşı “Avrupa! Dayanışmaya!” çağrısını ilk günden başta Almanya yapması gerekmez miydi? Euro’dan beslenen Almanya’nın, Euro’yu tehdit eden dış ataklar karşısında liderliğini ortaya koymaması pek garip değil mi? Juncker haklıysa, Almanya gaflet içerisinde bindiği dalı kesmektedir!
Oysa Almanya, ne gaflet içerisinde, ne de dalalete düşmüştür. Aksine; Almanya, Juncker’in sözünü ettiği Euro karşıtı atakları, adeta bir kırbaç gibi kullanmıştır. Zira, ekonomik kriz koşullarında, Euro’nun Alman ekonomisinin geleceği açısından işlevli kalması için bazı tedbirlerin acilen alınması zorunluluğu belirmiştir. Almanya’nın, AB’nin zayıf ülkelerinin kendisine tam biat edecekleri bir noktaya kadar hırpalanmalarına seyirci kalmasının espirisi de bu zorunlulukla ilintilidir. Almanya, piyasaların mali terörünü bu ülkeleri disipline etmenin aracı olarak kullanmıştır. Ve şunu dediğinde, hiç kimsenin itiraza mecalinin kalmamasını istemiştir: ‘Tamam sana yardım edeceğim, ancak bütün şartlarıma da koşulsuz boyun eğeceksin!’
Bu riskli politikayı izleyen Merkel hükümetinin öngörüsü şu: Kriz, Euro Bölgesi’ni “borç bölgesi”ne dönüştürmekte. İşleri baştan sıkı tutmak gerekir. Aksi durumda, Almanya’nın Euro’nun varlığından sağladığı avantajlar kaybedilebilir! Ne ki, Euro ülkelerini terbiye etmeye dönük bu riskli politikanın Almanya’ya pahalıya patlaması ihtimali de pek zayıf değil.

EURO – BİR CERMEN CENDERESİ!
Ekonomik krizle birlikte, Euro’nun şimdiye kadar idare edilebilir çelişkilerinin keskinleşme temposu da hızlandı. Ve Almanya açısından, Euro’nun faydalarını azaltma potansiyeli taşıyan gelişmeler de ufukta belirmeye başladı.
Euro Bölgesi devletlerinin ne ortak bir iktisat politikası, ne ortak bir mali politikası ve ne de ortak bir ücret politikası vardır. Bu boşluklar, “bağımsız” bir Avrupa Merkez Bankası ve bilinen Maastricht kriterleriyle (borçlanma sınırlamaları) kapatılmaya çalışılmıştır. Bu araçlar, büyük bir ekonomik krizin patlak vermediği koşullarda az çok işlevsel de olmuşlardır. Ancak şimdi yetersiz kalmaktadırlar.
Aslında ortak bir para biriminin gerekli kıldığı şey, ortak bir devletin varlığıdır! AB ise, Avrupa Birleşik Devletleri hayalinden bugün çok daha uzağa savrulmuştur. Bu savrulma, niyet meselesi de değil. Zira, eşitsiz ve sıçramalı gelişme kapitalizmin temel bir özelliğidir. Dolayısıyla, ülkeler arası dengesizlikler kapitalizmde kaçınılmazdır. Ortak para birimi Euro bu dengesizlikleri karşılamak şöyle dursun, daha da büyütmüştür.
Örneğin Almanya’nın ihracatının yarısından fazlası AB ülkelerine gitmektedir. Almanya’nın ticaret fazlalığı, diğer ülkelerin ticaret açığını koşullamaktadır. Euro zayıf devletlerin para politikası olanağını da (başta da devalüasyon imkanını) ortadan kaldırmıştır.
Öte yandan, Euro’ya geçildiğinden beri, Almanya’da reel ücretler yerinde saymış (bazı branşlarda gerilemiştir de), sanayi üretkenliği ise birkaç misli artmıştır. Adeta sosyal damping ve yüksek üretkenlikle rekabet gücünü katlamış bir Almanya karşısında, Fransa dışında hangi Euro Bölgesi ülkesi başarıyla durabilirdi?
Başedilemeyeceği ortadaydı ve ortak para birimi cenderesi içindeki zayıf ülkeler, bir yerde devlet borçlarını artırmaya mahkum olmuşlardır!(1)

KRİZİN TATTIĞI RENK!
Dünya ekonomik krizi dolayısıyla hükümetler, toplam 33 trilyon 500 milyar dolar devlet güvenceleri vermiş bulunuyorlar! Şimdilerde ise, güvence verenlere güvenceler gerekmekte!(2)
Sermayenin kriz zararlarını karşılama ve konjonktür paketleri oluşturma politikası sonucunda, AB ülkelerinin de devlet borçları yukarı fırladı. Krizin devletlerin mali olanaklarını sınırladığı bir süreçte, AB’nin diğer ülkelerinin Euro bölgesindeki dengesizlikleri borçlarla dengeleme yöntemi Almanya için artık olanak yaratıcı değil, olanak tüketici bir hal almakta. Aslında Almanya’nın diğer ülkelere dediği şu: ‘Euro’yu Euro yapan benim. Fakat görüyorum ki, siz de, Euro’nun benim sayemde kazandığı itibar üzerinden borçlarınızı artırarak kendi sermayenize olanak yaratmaya çalışıyorsunuz. Buna müsaade etmem! Krizin yükünü ve Euro’nun yol açtığı dengesizlikleri ne benim ne de başkalarının verdiği borçlarla değil, kendi ülke emekçilerinizin ümüğünü daha fazla sıkarak telafi etmeye çalışın!’
Çok sıkı kemer sıkma politikalarını kabul ettirmek, sadece Alman bankalarının; Yunanistan, Portekiz, İspanya, İtalya ve İrlanda’dan alacağı 536 milyar Euro için değil; bundan daha önemlisi, AB içinde merkezkaç eğilimleri sınırlamanın, AB kisvesi altında denetim altına alınmış pazarların muhafazası ve işlerliği ve dolayısıyla “AB projesi”nin kendisi açısından da gereklidir. İşte Yunanistan, AB içinde Almanya’nın dayattığı bu yeni çizginin kararlılıkla uygulanmaya çalışıldığı ülkedir.(3)

YUNAN HALKININ MÜCADELESİNİN ANLAMI
Yunanistan hükümetinden istenileni -örneğin bir yıl içinde yeniden borçlanmayı % 6,5 azaltmak ya da 3 yıl içerisinde GSYİH’nın % 13’nü tasarruf etmek!- Almanya’ya uyarladığımızda şu anlama gelmekte: Almanya 2014’e kadar 300 milyar Euro tasarruf etmeli, yani her yıl 60 milyar Euro! KDV’yi artırması da fayda etmeyecek, dolayısıyla yatırımları kısmalı. Örneğin Ulaşım Bakanlığı’nın 26 milyar Euro’luk toplam bütçesini tümden kıssa dahi, istenilen tasarruf düzeyine ulaşılmış olmayacak! Yani, bugüne kadar hiçbir hükümetin başaramadığı ve yeltenmediği bir düzeyde tasarruf yapılması beklenilmekte Yunanistan’dan!
AB’nin geleceği açısından bu çizginin anlamı belli: Daha az değil, daha çok Avrupa gerekli! Yani daha fazla merkezileşme gerekmekte! Ve daha az bütçe açığı, daha çok borç disiplini, daha düşük ücretler, daha az sosyal harcamalar! Avrupa Almanyalaşmalı kısacası!
Ama daha çok merkezileşme, başta da zayıf ülkeler için, daha fazla egemenlik haklarını, kendi sözlerinin pek para etmediği kurumlara devretmeleri demektir. Öncelikle de Euro’yu “kurtarma” çabaları; AB içindeki zayıf ülkeler için daha fazla boyunduruk ve baskı; halkları içinse daha aşırı sömürü, daha fazla yağma ve daha yaygın açlık anlamını taşıyacaktır artık.
Bu nedenle, izlediğimiz aslında Yunan değil, Alman trajedisidir! AB’nin emperyalist, gerici ve emekçi düşmanı karakterinin, bizzat bu sürecin kendi doğal mantığı içerisinde daha da belirginleşmesi Almanya için trajik sonuçların kapısını açacaktır. Ya üstünlüğünün nimetlerini paylaşma esnekliliği sergileyecek ya da “AB aşkını” o tahripkar “aşırı sevgisiyle” öldürecektir!
Kısacası, ölçüler yenilenmekte. Yunan emekçilerine giydirilmek istenilen ateşten gömlek, Avrupa’nın tüm emekçilerini yakacak ölçülerdedir! Bu gömleğin parçalanması ama, sadece Yunan emekçileri için değil, tüm Avrupa emekçileri için bir ölçü olacaktır!
Bu nedenle, tüm işçi ve emekçilerin, Yunan halkı ve işçi sınıfıyla dayanışmasının özel bir önemi bulunmakta. Bilmek gerekir ki, Yunan emekçilerinin direnişinin kırılması ve Papandreou hükümetinin saldırı paketinin yaşama geçirilmesi, Avrupa sermayesi açısından başarıyla izlenebilir bir seçenek olarak her fırsatta diğer ülkelerin emekçilerinin karşısına çıkartılacaktır. Bunu başta da Alman sermayesinin Alman işçilerinin karşısına çıkaracağından emin olabiliriz.

Gazi Ateş

(1) Ekonomik çarkların borçla döndürülmesinde başta da Almanya faydalandı. Almanya, sahip olduğu ihracat gücüyle, borçla sağlanılan kaynakların da önemli bir kısmının Alman ürünlerine harcanmasını başardı. Yani Alman mali sermayesi; bankacı yüzüyle verdiği borcu, sanayici yüzüyle yeniden cebine indirdi. Böylelikle hem ürünlerindeki artı-değeri realize etmiş ve hem de ilgili ülkelerde yaratılan ve yaratılacak olan artı-değere faiz yoluyla ortak olmuştur. Üstelik Euro sayesinde bu ticaretini hiçbir döviz kuru riski taşımadan sürdürebilmiştir.

(2) AB Komisyonu alarm sinyalleri vermekte: 2009 yılında AB içinde devlet borçları ortalaması yüzde 11,5 oranında artarak GSYİH’nın % 73’ne tırmanmış. Bu, “Avrupa’da barış koşullarında gerçekleşen en büyük artış” olarak açıklanmakta. Ve Komisyona göre, 2007-2011 yılları için tahmin edilen artış oranıysa yüzde 25!

(3) Bu satırlar kaleme alınırken, AB’nin bir “mali güvenlik ağını ördüğü” haberi geldi. 750 milyar Euro hacmindeki bu paket sayesinde, Avrupa Merkez Bankası’nın, gerekli olduğunda (!), Euro Bölgesi devletlerinin tahvillerini de satın alacağı açıklandı (ABD ve İngiltere Merkez Bankaları da geçtiğimiz yılda benzer bir yönteme başvurmuşlardı). Bu karar, Euro ülkelerinin, piyasalarda, Euro’nun “prestiji”ne yakışır koşullarda para bulamadıklarının kabulüdür aslında. Böylelikle, son gelişmeler ve bu kararla birlikte; Euro’nun ve “bağımsız” merkez bankasının tılsımı kaçmış bulunuyor! Euro karşıtı ataklar bu kararla şimdilik geri püskürtülebilir, ancak “Euro projesi”nin aldığı darbe bugünden kabul edilen faturadan çok daha büyük olacağa benzemekte!

Close