Written by 21:16 Allgemein

12 Eylül Anayasası’na da ‘AKP yaması’na da hayır!

Ihsan Çaralan

Başbakan Erdoğan, “evet” mitinglerinde söz “evet” denmesine gelince; kendi amaçlarını saklıyor, sanki paketinde bunlar varmış gibi; “12 Eylül”, “özgürlükler” türünden “sembolleri” öne çıkarıyor. Örneğin “12 Eylül’le hesaplaşmak”tan söz ediyor ya da “Evet demek demokrasinin geliştirilmesine evet demektir” gibi aldatıcı paralellikler kuruyor.
Hızını alamıyor Başbakan, 12 Eylül’ün cezaevlerinden, işkence hanelerinden geçen, geçemeyip yaşamını yitiren sağcı ve solcu çevrelerin duygularını istismara yöneliyor. Bunun için liboşlaşan eski sağcı ve solcuları “konu mankeni” olarak kullanıyor; onların apolitik, “kendilerine acımayı” her şeyin önüne koymuş kişilik bozukluklarını, 12 Eylül zulmü görmüş çevrelerin gerçek ruh halini ve düşüncesini yansıtıyormuş gibi propaganda ediyor. Burada da en büyük desteği; elbette yandaş basın, liberal açık ve gizli AKP destekçilerinden, “yetmez ama evet” diyen, bireysel özgürlük girdabına kapılanlardan destek görüyor.

GÖBELSCİ PROPAGANDA TARZIYLA GERÇEKLERİN ÜSTÜ ÖRTÜLÜYOR
Ve Erdoğan, önceleri hiç üstünde durmaya değer görmediği, “12 Eylül’le hesaplaşma” propagandasını en verimli yatırım olarak keşfetmiş görünüyor! Onun için de AKP propagandası ısrarla; “Evet demenin 12 Eylül’le hesaplaşmada evet anlamına geldiğini, evet demeyenlerin ise 12 Eylül’le hesaplaşmayı istemeyenler olduğunu ve onların 12 Eylül düzeninin devamını istediklerini” öne çıkarmış bulunuyor. Bununla da yetinmiyor Başbakan ve basını, Göbelsvari bir yalan ve demagojiyi sanat düzeyine çıkaran (hitabet sanatı tarzına mı desek) propaganda tarzıyla; solculara dönüp, “Hayır diyerek milliyetçi MHP ve statükocu CHP ile aynı çizgiyle düştükleri”ni, ülkücülere dönerek de “Bakın siz de 12 Eylül’de çok zulüm gördünüz ama MHP evet diyerek 12 Eylülcü CHP’nin peşine takılıyor” diyor.
Ancak, AKP’nin kaldırdığı toz dumandan ve kopardığı gürültüden kurtulup gerçeklere bakmayı başaranlar görüyor ki; bu “pakette” sadece AKP ve patronların ihtiyaçlarına yer verilmiş; ama ülkenin en acil sorunlarına Anayasa’nın koyduğu engellere dokunulmamıştır. Bu yüzden de “Bu pakete hayır denmeli”dir!

HALKIN VE ÜLKENİN ACİL İHTİYAÇLARINA YANIT VERMEYEN PAKETE HAYIR!
Neden “hayır” denmesi gerektiğine biraz daha yakından bakalım:
Her şeyden önce Anayasa gibi önemli bir temel yasa metninde bir değişiklik yapılacaksa, hele de ülkede milyonlarca (Kürdün, Alevinin, emekçinin, aydınların, demokratların bilim dünyasının) insanın acil talepleri ortadaysa, bir anayasa değişikliği öncelikle bu kesimlerin taleplerinin gerçekleşmesinin önünü açacak değişiklikleri kapsamalıdır.
Peki, AKP’nin getirdiği Anayasa değişiklikleri böyle midir?
Bu açıdan bakıldığında
1) AKP ve onun önde gelenlerinin iddiası odur ki; “Ülkenin en önemli ve çözülmesi en acil sorunu Kürt sorunudur”. Son birkaç yılda öne sürdükleri tek doğru önerme de budur! Ama ne var ki, “pakette” Kürt sorununun demokratik çözümünün önünü açacak, hatta ona çok dolaylı da olsa dayanak sağlayacak hiçbir değişiklik yoktur.
2) Ülkenin demokratikleşmesi için diğer en önemli ve acil sorun laisizm sorunudur ve devletin tüm din ve mezhepler karşısında eşit mesafeye çekilmesi, diyanetin kaldırılması, eğitimin içeriğin laikleştirilmesi, camilere devletin imam atamasının yasaklanması gibi sayısız sorun ortadadır. Ama Anayasa’da devletin din işlerinden, dinin de devletin işlerinden uzaklaştırılmasını “anayasal güvenceye” alacak hiçbir değişiklik yoktur.
3) Özgürlükler sorunu; ifade özgürlüğü, basın ve halkın haber alma özgürlüğü, Seçim Yasası , Siyasi Partiler Yasası, OHAL Yasası, Polis Selahiyetleri Yasası, Terörle Mücadele Yasası, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası, yüzde 10 barajı, YÖK, TRT, Sendikalar Yasası, Grev ve TİS Yasası, kamu emekçilerine grev hakkı gibi pek çok 12 Eylül ve 12 Eylül zihniyeti ürünü yasanın keyfini çıkaran (*) hükümet bunları görmezden gelirken, artık hiç bir pratik değeri kalmamış “geçici 15. Maddeyi” pakete son anda koyup, “12 Eylül’le hesaplaşıyoruz” demagojisine sarılmıştır. Dahası Anayasa değişikliği paketinde bu türden anti demokratik, faşizan önlemleri ortadan kaldırmayı amaçlayan, özgürlükleri geliştirmeyi amaçlayan hiçbir deşiklik yoktur.

AKP VE PATRONLARIN İHTİYACINA YANIT VEREN PAKETE HAYIR!
Anayasa değişiklik paketine, “varlar” açısından bakıldığında ise; bu paketteki değişikliğin AKP için asıl nedeni olan Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısının yeniden düzenlenmesine ilişkin maddeleri, tamamen AKP’nin bugünkü durumuyla yargıyı ele geçirme hamlesinin ihtiyacına yanıt vermek için düzenlenmiştir.
Diğer maddeler ise; bu amacı saklamak ve pakete çeşitli çevrelerden destek almak amacıyla konmuş; istismarcılık amaçlı değişikliklerdir. Ne var ki, istismarcılık yapılırken bile “bir şeyler de verelim” geleneksel rüşvetçilik anlayışı aşılarak, halk ve emekçiler için eskisinden bile kötü düzenlemeler getirilmiştir. Tabiri caizse, oltaya takılan yeme bir de zehir katılmıştır!
Örneğin sendikalarla ilgili; “iki sendikaya birden üye olabilme”, “kamu emekçilerine grevsiz TİS hakkı” ve “Ekonomik Sosyal Konsey”, Başbakan ve yandaşları tarafından emekçilere yeni haklar getirme olarak propaganda edilmektedir. Ancak bunlar aslında sendikal hareketi bitirmek, sadece resmiyette muhafaza edip sendikaları sıradan birer “sivil toplum örgütüne dönüştürme” amacına hizmet eden emek düşmanlığını kutsayan değişikliklerdir.
Kadın hakları ve çocuk hakları üstüne değişiklikler ise artık hiçbir yerde, olsun mu olmasın mı gibi bir tartışma konusu olmayan düzenlemelerdir. Üstelik de bu istismarcılık, “Cennet anaların ayağının altındadır”, “Çocuklar çiçektir. En az üç çocuk yapın” gibi bu hakların ruhuna aykırı bir propaganda eşliğinde yapılmaktadır.
Bu nedenledir ki, halkın, ülkenin içinde bulunduğu ağır sorunları aşmanın bir gereği olarak bir anayasa değişikliği talep eden herkes bu; sadece AKP ve bir ölçüde de patronların talebini yerine getiren anayasa değişikliği paketine “hayır” demelidir.
Çünkü aksi halde bu 12 Eylül Anayasası’nın ömrünü uzatmak için girişilmiş, artık ülkenin her bakımdan önünü tıkadığını hemen her çevrenin kabul ettiği, CHP’nin bile “yeni bir Anayasa lazım” dediği bir ortamda AKP’nin bu girişimi, 12 Eylül Anayasası’na yeni bir meşruiyet, halk oyuyla (referandumda evet çıkararak) onu yeniden onaylatma girişimidir. Kenan Evren’in bile bu değişikliğe destek vermesinin nedeni budur.

AKP’Yİ ZAYIFLATACAK BİR REFERANDUM SONUCU ÖNEMLİDİR!
Ve süreç, yakında bir genel seçime de bağlanarak ısındığı için, AKP’nin icraatını referanduma sunması süreci olarak da işlemektedir. Bu yüzden de “evet” fazla çıkarsa AKP kendinin de icraatlarının da halk tarafından onaylandığını öne sürüp, o motivasyonla ve muhalefete göre çok önde seçim yarışına girecektir. Tersi çıkarsa; AKP seçime zayıflamış, kendi iç çatışmaları da derinleşmiş olarak girecek muhtemelen seçimi de kaybedecektir. Bu, Türkiye’nin (eğer demokrasi mücadelesini burjuva klikler arasında kim daha iyi ya da onlar arasında bir mücadele olarak görmüyorsak) demokrasi mücadelesi açısından önemlidir. Çünkü sekiz yıldır sorunsuz hüküm süren AKP kültünün ve iktidarının çökmesi, sermaye güçlerinin hükümet kurma ve düzeni yenileme girişimlerini güçleştireceğinden, halk inisiyatifinin ve demokrasinin gelişmesinin önünü açacak bir ilerlemeye yol verecek imkânları çoğaltacaktır.
“Ne demek yani AKP zayıflasın da MHP ve CHP mi güçlensin?” demek ya hakikaten tümüyle politika dışına düşmüş çevrelerden yükselen bir hezeyan ya da gizli AKP’lilerin gündemi saptırma taktiğidir.
Çünkü; bugün hem demokrasi mücadelesinin hem de emek mücadelesinin önündeki engel AKP’nin böyle güçlü biçimde iktidarda duruyor olmasıdır. Seçimden MHP ve CHP güçlenerek çıksa bile bu tamamen konjonktürel (gelip geçici) bir güçlenme olacak asıl demokrasi güçlerinin önü açılacaktır.
İşte, “boykot taktiği” de, başka mahzurları bir yana bırakılsa bile; AKP’yi referandum sürecinden güçsüz çıkarma, seçime hırpalanmış bir AKP ile girme imkanını göz ardı etmesi, dahası AKP’yi olduğundan bile güçlü göstermesi nedeniyle yanlıştır. Çünkü boykot oyları “yüksek çıksa” bile belki oylama sonucunun meşruiyeti üstüne bilim ve “yüksek siyaset erbabı” tarafından felsefi tartışmalar yapılsa bile, pratikte sadece geçerli olan “evet” ve “hayır” olacağı için AKP propagandası bunun üstünden toplumu ikna edecektir.
Kısacası “boykot taktiği”; AKP’nin zayıflatılmasını dışladığı gibi fazladan bir güç birikimi de sağlamaktan uzak bir taktik olduğu nedeniyle bugün yanlış ve zararlıdır, henüz vakit varken dönülmesinde yarar vardır.
“Boykot” savunucusu siyasi parti ve çevrelere gelince; BDP’nin boykot fikrini oluştururken öne sürdüğü, bölge ve halkının özellikleri açısından yabana atılamaz kaygıları vardır ve bunlar tartışılabilir. Elbette bu kaygılar da, “boykot taktiği”nin yukarıda sözünü ettiğimiz, AKP’yi zayıflatmayan bir taktik olması zaafını ortadan kaldırmaz; dolayısıyla onu “doğru” kılmaz.
Dahası “boykot”u bir “devrimci taktik” hatta “tek devrimci taktik” düzeyine yükseltip kutsayan çeşitli türden “solcular” için elbette bu tutum, anlaşılmaz değilse de “makbul” bir tutum da değildir. Hele “hayır” diyenlerle “evet”çileri aynı safa koyup, “boykot”la karşı karşıya getirmenin (karşı tarafı birleştirip kendini yalnızlaştırmak saflığını görmezden gelsek bile) bir anlamı yoktur. Kaldı ki bu çevreler, bununla da yetinmeyip MHP ve CHP ile “hayır” diyenleri aynılaştırmakta, her gün şurada burada ortak eylem yaptığı siyasi parti ve çevrelerle saldırgan bir üslupla hesaplaşmaya girmeyi marifet saymaktadırlar ki, elbette bunun da mantıklı bir yanı yoktur.
Türkiye’nin demokrasi güçleri ve emek güçleri için doğru seçenek; referandumdan, “12 EYLÜL ANAYASASI’NA DA ‘AKP YAMASI’NA DA HAYIR” çıkmasıdır. Ve AKP bu referandumdan “hırpalanmış” olarak çıkmalı, seçime referandum yenilgisiyle gitmek zorunda kalmalıdır.


(*) Bu yasalar elbette Anayasa değişikliği ile kendiliğinden değişmez. Ancak anayasaya bu antidemokratik, faşizan karakterli yasaları ortadan kaldırmayı zorlayacak madde ya da maddeler konabilirdi. Ama bu değişiklikle böyle bir şey yapılmamıştır. Bu doğrultuda hükümetin, AKP’nin kaygılarını gösteren bir değişikliğe bile yer verilmemiştir.

Close