Written by 09:25 uncategorized

AB’de ‘felsefe farkı’

 

İngiltere Başbakanı David Cameronun 23 Ocak’ta Londra’da, 2015’teki seçimlerden sonra ülke olarak AB’de kalıp kalmayacaklarına dair referanduma gideceklerini açıklaması asıl olarak “Nasıl bir AB?“ sorusuna verilen yanıtla ilgili.

 

Avrupa Birliği’nin (AB) gelecekte nasıl bir birlik olacağı konusunda bir süredir dinen tartışmalar İngiltere Başbakanı David Cameron’un 23 Ocak’ta Londra’da yaptığı konuşmayla yeniden alevlendi. AB’nin üç büyük ülkesi Almanya, Fransa ve İngiltere arasında yıllardır değişik vesilelerle gündeme gelen “gelecek felsefesi”ndeki farklılıkların özü, her  devletin, birliği kendi çıkarlarına göre dizayn etmesinden kaynaklanıyor.

Davos’taki Dünya Ekonomi Forumu’nda da önemli tartışma konularından biri olan Cameron’un konuşmasında özetle, birliğin gelecekte daha esnek, her ülkenin istediği anlaşmaları imzalama ve imzalamama hakkına sahip olması, bütün bunlar olmadığı takdirde AB’den çıkmayla da sonuçlanabilecek bir referanduma gidileceği ifade diliyor.

2015’teki seçimlerden sonra yapılması öngörülen referanduma kadar İngiltere ile AB arasındaki ilişkileri yeniden müzakere konusu edeceklerini, AB’nin mutlakla değişip, esnekleşmesi, rekabet gücünü artırması ve daha demokratik bir yapıya kavuşturulması gerektiğini söyleyen Cameron, ulusal egemenliğin üye ülkelerden alınıp Brüksel’e devredilmesini kabul etmediklerini, tersine ülkelerin egemenlik haklarının genişletilmesine ihtiyaç olduğunu ifade ederek, “Bugünkü durumuyla AB’nin dağılma tehlikesi bulunmaktadır” dedi. Cameron ayrıca, Avrupa iç pazarının en önemli unsur olarak ön planda tutulması gerektiğini ve ülkesinin “daha açık ve esnek bir AB’nin üyesi olarak kalması için canla başla mücadele edeceğini” sözlerine ekledi.

Uzunca bir süredir üzerinde çalışılan ve açıklanması için uygun zaman ve mekanın arandığı bu konuşma beklendiği gibi geniş yankı yarattı. Halbuki, İngiltere’nin AB konusundaki benzer tutumu daha önceki başbakanlar tarafında da değişik vesilelerle açıklanmıştı.

Cameron’un yaptığı, İngiltere’nin AB konusundaki geleneksel yaklaşımını bir kez daha güncelleyerek ifade etmekten başka bir şey değildir. Bu nedenle, konuşmanın salt bir iç politika manevrası olarak değerlendirilmesi meselenin daraltılması anlamına geliyor.

Elbette, Cameron bu konuşmayla 2015’te yapılacak genel seçimlerde AB karşıtlığı üzerinden kendisini köşeye sıkıştırmaya çalışanlara karşı korunmayı, Muhafazakar Parti’den oy alınmasını engellemeyi de amaçlıyor. Ama mesele sadece bundan ibaret değil.

 

ALMANYA VE FRANSA’NIN TAVRI

Açıklamaya beklendiği gibi Almanya ve Fransa’dan tepkiler geldi. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in tutumu daha çok Cameron’un açıklamasını direk karşısına almama,  daha çok görmezden gelme şeklindeydi. AB’nin bir birlik görüntüsünü korumasını isteyen Merkel, “Almanya ve şahsen ben, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nin önemli ve aktif bir üyesi olmasını arzuluyoruz” demekle yetindi.

Fransa’nın tutumu ise “ya kurallara uyarsın ya da gidersin” şeklinde, Almanya’nınkinden daha sert oldu. Bunu Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’un şu sözlerinden anlamak mümkün: “Avrupa bir futbol kulübü gibidir. Bu kulübe üye olunur. Ama üye olduktan sonra, ben rugby oynamak istiyorum, denemez. Alakart Avrupa olamaz.”

İki ülkenin tepkisini kıyasladığımızda şöyle bir tablo ortaya çıkıyor: Almanya soğuk kanlı ve realist, Fransa heyecanlı ve duygusal.

 

FELSEFE FARKI KOLAY KOLAY KALKMAZ

Bütün bu açıklamaların ve tepkilerin arkasında asıl olarak AB’nin bu en büyük ülkeleri arasında birliğin gelecekte nasıl bir şekil alacağı konusundaki derin görüş farklılıkları yatıyor. Her ülkenin farklı bir “gelecek tasavvuru” olduğu ve bunların kısa bir süre içerisinde uzlaşması beklenmiyor. Dahası, farklı siyasi ve ekonomik çıkarlara dayanan bu tasavvurdan ötürü bugünkü koşullarda ve bileşimde “birleşik Avrupa”nın kurulması pek mümkün görünmüyor.

İngiltere, Camaron’un da ifade ettiği gibi ulus-devletlerin bir yana bırakılarak, ekonomik ve siyasi açıdan birleşmiş bir Avrupa’ya çoktan karşı. Sadece, ülkeler arasındaki bağların bugünden de daha esnek olduğu, ortak bir pazarın varlığını sürmesini yeterli görüyor.

Bu nedenle de, nihai hedef olarak ilan edilen siyasi ve ekonomik açıdan tam bütünleşmeye hep karşı çıktı. Ortak para birimi Euro’yu kabul etmemesi, ulusal sınırlarda kontrollerin kaldırılmasını ifade eden Schengen Anlaşması’nı imzalamayı reddetmesi, dış politika ve askeri alanlarda imzalanan anlaşmalardan muaf tutulması ve en son da birlik ekonomisinin Brüksel’den denetlenmesi anlamına gelen Mali Disiplin Paktı’nı (Fiskalpakt) kabul etmemesi gibi kararlar, aslında “nasıl bir Avrupa” sorusuna verdiği yanıttan kaynaklanıyor.

Özetle, İngiltere AB’nin daha fazla bütünleşmesine karşı çıkıyor ve bu yönde bugüne kadar atılan kimi adımların da iptal edilmesini talep ediyor. AB’den çıkmayı da bu çerçevede bir tehdit olarak gündemde tutuyor.

İngiltere’nin aksine Almanya-Fransa ekseni ise, dünya üzerindeki egemenlik yarışında ancak AB çatısı altında güç birliği yaparak var olabileceklerine inanıyorlar. Her ne kadar AB’nin gelecekte Almanya gibi federal mi yoksa Fransa gibi merkezi mi olacağı konusunda tam bir görüş birliği sağlanmasa da, birbirine mahkum görünüyorlar. Özellikle de Almanya, tarihsel nedenlerden ötürü kendi çıkarlarını AB adı altında hayata geçirmeye büyük özen gösteriyor. Ancak bu çabası Euro krizinde olduğu gibi tutmadı. Çünkü, kriz içerisindeki ülkelerin emekçileri Brüksel’den dikte ettirilen açı reçetelerin arkasında doğrudan Almanya’nın olduğunu bildikleri için tepkilerini de Almanya Başbakanı Merkel’e gösteriyorlar.

 

GÖRÜNEN KÖY KLAVUZ İSTEMEZ

Avrupa Ekonomik Topluluğu’na bundan 40 yıl önce üye olarak AB’ye adımını atan İngiltere’nin yaptığı bu çıkış, bir kez daha mevcut haliyle tam birleşmenin olmayacağını ortaya koymuştur. Dış politikada zaten geleneksel olarak ABD ile yakın bir işbirliği içinde olan İngiltere’nin son çıkışı bir kez daha kapitalizm koşullarında ulus-devletlerin egemenliklerini bir tarafa bırakarak birleşmesinin mümkün görünmediğini gösteriyor. Ekonomik ve siyasi açıdan hiç bir iddiası olmayan ülkeler birlik içerisinde kendisini var etmeyi yeğlerken, bir şekilde en büyüklere tabi olmayı bir zorunluluk olarak görüyorlar. Ancak, bu durumun kendi aleyhlerine olduğunu fark ettiklerinde hemen dönüş yoluna başvurabilirler.

Muhtemel o dur ki, AB mevcut haliyle daha fazla bütünleşemeyecektir. Bu nedenle daha önce gündeme getirilen “çekirdek Avrupa” ya da “iki vitesli Avrupa” gibi modeller, İngiltere’nin muhtemel bir referandumuyla daha somut olarak gündeme gelecektir. Bu açıdan Cameron’un çıkışı AB’nin dağılmasından çok, AB’nin iddia edilen misyonuna ulaşamayacağı anlamına geliyor. (YH)

 

Close