Written by 15:30 AVRUPA

AB’deki mecburi uyum ve savaş çanları

YÜCEL ÖZDEMİR

Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra kapalı kapılar arkasında AB’de koltukların paylaşılması konusunda yapılan pazarlıklar, dün akşam başlayan AB zirvesinde noktalandı. AB Komisyonu ve AB Konseyi başkanlarıyla AB Dışişleri Yüksek Komiserliği için muhafazakarlar, sosyal demokratlar ve liberallerin uzlaşmasıyla önerilen isimler, eğer bir son dakika aksiliği çıkmadıysa, zirvede onaylandı.

Önerilen isimler arasında en çok tartışılan ise hiç şüphesiz muhafazakarların adayı, Alman Siyasetçi Ursula von der Leyen oldu. Beş yıl önce AB’nin yetkili kurumlarının başına kimin getirileceği konusunda yapılan pazarlıklar tam beş hafta sürmüştü. Bu sefer ise, biraz da mecburiyetten, sanıldığından hızlı bir şekilde bir uzlaşma sağlandı.

Von der Leyen’in babası Ernst Albrecht de 1971’e kadar AB’nin önceli olan Avrupa Topluluğunda (AT) aralarında genel direktörlük de olmak üzere değişik üst düzey görevlerde bulunmuştu. Daha sonra da Aşağı Saksonya eyaleti başbakanı olmuştu. Babadan kızına geçen AB yöneticiliği elbette boşuna değil.

AB Komisyonu başkanlığına getirilmeden önce Aşağı Saksonya’dan başlayarak bakanlık düzeyinde siyaset merdivenlerinden hızlıca yukarıya çıkan von der Leyen’in asıl yükselişi Merkel’in 2005’te başbakanlık koltuğuna oturmasıyla başladı. Sırasıyla çalışma, aile ve savunma bakanlıkları görevlerinde bulundu. AB Komisyonu başkanlığından önce Almanya’da savunma bakanlığı koltuğunda oturan von der Leyen, dönemin “militarist ruhuna” uygun hareket eden bir kadın siyasetçi oldu. Alman ve AB dış politikasının militaristleşmesinde rolü büyük.

İkinci kez AB Komisyonu başkanlığında ısrar etmesi ya da ettirilmesinde de bu özelliği belirleyici oldu. Zira savaş ve silahlanma lobisinin belirlediği politikaların uygulayıcısıydı. Sermaye açısından içinden geçilen süreç AB’nin her bakımdan daha militarist bir karaktere bürünmesini gerektiriyor. Beş yıl boyunca AB’nin daha fazla savaş ve militarist politikaların içine çekilmesi için canla başla çalışan von der Leyen, üzerine düşenleri layıkıyla yerine getirdiği için el üstünde tutuluyor.

Son aylarda İtalya’nın faşist Başbakanı Giorgia Meloni ile kurduğu yakın ilişki nedeniyle eleştiriliyor. AP’de gerekli çoğunluğu sağlamak için yapıldığı ileri sürülen bu yakınlaşmasının özünün, aslında muhafazakarla faşistler arasında bir yakınlaşma, uzlaşma hamlesi olarak da okunması gerekiyor. Faşistlerin von der Leyen’e oy vermesi ya da faşistlerin oylarıyla seçilmesi, aynı zamanda Avrupa siyasetinde yeni bir döneme de kapı aralamış olacak. Bu dönemde faşistlerin, ırkçıların, milliyetçilerin normalleştirilmesinden başka bir şey değil. Ki bu büyük tehlikeleri içinde barındırıyor.

Bunların başında ise tek tek ülkelerden ziyade genel olarak AB’nin von der Leyen eliyle savaş bataklığına çekilmesi geliyor. AB’nin savaşın sürdüğü, gerilimin her geçen gün arttığı Ukrayna ve Moldova ile salı günü Lüksemburg’da resmi olarak üyelik müzakereleri başlatması, daha önceki genişleme hamlelerinden pek çok açıdan farklılık arz ediyor. Zira ortada AB’nin belirlediği kriterleri yerine getiren iki üye yok. Olan, Rusya’nın baskısından kurtulmanın yolunun AB’ye üye olmaktan geçtiğine inanan ya da inandırılan iki ülke var.

Ukrayna ve Moldova ile resmi üyelik görüşmelerinin ne zaman sonuçlanacağına dair bir bilgi bulunmuyor. Bu nedenle iki ülkenin akıbeti, 2005’te başlayan Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerine benzetiliyor. Açılması gereken 35 başlığın kapanması uzun yılları alabilir deniliyor.

Ancak, mesele “normal üyelik” süreci olmadığı için Ukrayna ve Moldova, Türkiye’den önce AB’ye üye olabilir. Her ne kadar sözleşmelerde savaş halindeki bir ülkenin AB’ye üye olmasının zor olacağı belirtilse de, emperyalist yayılmada belirleyici olanın yazılanlar değil, çıkarlar olduğu biliniyor. AB’nin egemen güçlerinin derdi her iki ülke üzerindeki ekonomik, siyasi ve askeri nüfuzunu pekiştirmek.

Özellikle Ukrayna ile hızlandırılmış üyelik süreci aynı zamanda AB’yi doğrudan Rusya’ya karşı savaşın muhatabı haline getirebilir. Çünkü AB Anlaşması’nın 42. maddesinin 7. bendi, “Bir üye ülkenin topraklarına silahlı bir saldırı olması halinde, diğer üye ülkeler, Birleşmiş Milletler Şartı’nın 51. maddesi uyarınca, saldırıya uğrayan ülkeye her türlü yardım ve desteği sağlarlar” diyor. AB’nin bu maddesi aynı zamanda NATO 5. maddesinin devreye girmediği durumlarda AB olarak hareket etmenin yolunu da açıyor. Özellikle Ukrayna’nın AB’ye üyeliğinin hızlandırılmasının arkasında bu maddeyi devreye koymanın hesabı olabilir.

Trump’ın yeniden seçilmesi durumunda Ukrayna savaşını AB’ye ihale edeceği bir süredir tartışılıyor. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy’nin de ilk kez bizzat katıldığı AB zirvesinin en önemli konuları Ukrayna’ya destek idi. AB cephesinde olanları, ABD’de Biden’ın seçimleri kaybetmesi durumunda olacaklara hazırlık olarak okumak da mümkün.

Von der Leyen de iki ülkeyle üyelik müzakerelerin başlaması nedeniyle X üzerinden şu mesajı yayımlamıştı: “Önümüzdeki yol zorlu ama aynı zamanda fırsatlarla dolu olacak.” AB’nin emperyalist güçleri, savaş ve silahlanma lobisi her gelişmeyi “fırsata” çevirmenin peşinde. Onların “fırsat” dediklerinin halklar, ülkeler için yıkım olduğu son iki yılda görüldü.

Close