23 Mayıs günü Alman Anayasasının yürürlüğe girmesinin 75. yılı dolayısıyla pek çok etkinlik yapıldı, mesajlar verildi. Alman sermayesinin emperyalist çıkarları için girilen İkinci Dünya Savaşı nedeniyle her bakımdan büyük darbe alan Almanya’nın toplumsal bir uzlaşmayla yeniden ayağa kalkmasının sembolü olan Federal Almanya Anayasası (Grundgesetz), özellikle ilk 20 maddede temel hak ve özgürlükleri kapsıyor. 1. Madde’deki “İnsan onuru dokunulmazdır” ilkesi adeta Anayasa’nın temel felsefesini özetliyor. Keza Almanya’da bir kez dez daha faşizmin işbaşına gelmemesi, Almanya’nın başka ülkelere savaş açmaması gibi “Bir daha asla!” çağrılarının yapıldığı maddeler de oldukça önemli.
8 Mayıs 1945’te savaşın bitmesiyle, kazanan ülkeler ABD, İngiltere, Fransa ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) tarafından dörde bölünerek kontrol edilen Almanya, 1949’da kadar bu şekilde idare edildi. Batılı emperyalist devletlerin “yeni Almanya”yı Sovyetlere karşı bir “tampon ülke” olarak inşaa etme planları aşamalı olarak bölünmeye yol açtı. Pek çok tarihi belge Sovyetlerin bütün çabasının birleşik bir Almanya’nın kurulmasından yana olduğunu gösterirken, Batılı emperyalist devletler bu önerileri geri çevirerek kendi kontrol ettikleri bölgelerde Federal Almanya Cumhuriyeti’ni kurdular. Bu temelde 23 Mayıs 1949’da bu cumhuriyetin anayasası olan bugünkü anayasayı ilan ettiler. SSCB’nin ve kontrol ettiği bölgenin yok sayılarak ilan edilen anayasa, bu nedenle içeriğinden bağımsız olarak, başından beri sorunlu ve tartışmalıydı.
Henüz seçimler yapılıp yeni bir parlamento kurulmadığı için anayasa eyaletlerde yapılan seçimler üzerinden oluşan Parlamenter Konseyi (Parlamenterichen Rat) tarafından tartışılarak kararlaştırıldı. Faşizmin, savaşın yarattığı enkaz üzerinden kurulan yeni Federal Almanya Cumhuriyeti’nin Anayasası’nda kişi hak ve özgürlüklerinin korunmasına dair pek çok vurgu yapılırken, ilerleyen yıllarda bu vurguları yapan maddelerin çoğu çeşitli yasa ve uygulamalarla sermaye sınıfı lehine etkisiz ve işlevsiz kılındı.
MAX REIMANN’IN TARİHİ SÖZLERİ
O dönem Bonn’da toplanan Parlamenter Konseyi’nde Almanya Komünist Partisi (KPD) adına yer alan Genel Başkan Max Reimann ve yoldaşı Hugo Paul, Hitler faşizmi döneminde önemli görevlerde bulunanların da etkili bir rol oynadığı yeni anayasaya karşı oy kullandılar. Zira, anayasanın onaylanarak yürürlüğe girmesi durumunda Almanya’nın bölünmesi, kapitalist bir düzenin kurulmasının da önünün açılması anlamına geliyordu. Bu nedenle komünistler başından itibaren buna karşı çıktılar. Ayrıca, anayasanın radikal savunucularının belirlenen anayasaya uymayacakları konusunda da uyarılarda bulundular.
Max Reimann’ın o zaman yaptığı konuşmadaki uyarılar zaman içinde gerçeğe dönüştü. Reimann anayasaya “hayır” oyu verirken şunları söylüyordu: “Yasa koyucular savundukları halk düşmanı politikalarından ötürü kendi anayasalarını çiğneyecekler. O zaman biz komünistler Anayasa’da yer alan az sayıdaki demokratik hakkı savunmak için size karşı bu anayasayı savunacağız.”
Gerçekten de öyle oldu. 1956’da bu sözlerin sahibi Reimann’ın partisi KPD’yi yasakladılar. Ardından dokunulmaz kabul edilen bir çok bireysel hak ve özgürlüğü sınırladılar. Anayasa’da yer alan Alman askerlerinin bir daha yurtdışına gönderilmemesi şartı, 1990’lı yılların başında kaldırıldı. Şu anda dünyanın pek çok ülkesinde Alman askerileri yeni savaşlar için hazırlıklar yapıyor.
Anayasa’nın 1. Maddesi’nde yer alan “İnsan onuru dokunulmazdır” ilkesi bir mihenk taşı olmakla birlikte, pratikte izlenen politikalar pek çok insanın onuruna dokunuldu, yok sayıldı. KPD’nin yasaklanmasından sonra ülke genelinde komünistlere karşı adeta cadı avı başlatıldı. İnsanlar sahip oldukları dünya görüşünden ötürü işten atıldı, meslekten men edildi. Aynı yıllarda Hitler faşizmi döneminde etkili görevlerde bulunanlar Federal Almanya Cumhuriyeti’nde de aynı görevlerini sürdürmeye devam ettiler.
Bütün bunlara karşı ülkenin komünistleri geçmişte olduğu gibi bugün de anayasada yer alan temel hak ve özgürlüklerin korunması için, eleştirileriyle birlikte anayasası savunmaya devam ediyorlar. Ama kapitalistler sürekli kutsadıkları anayasada yeni delikler açmanın peşinde. İltica hakkının rafa kaldırılması, gösteri ve yürüyüş hakkının sınırlandırılması, “güvenlik” gerekçesiyle şahısların özel yaşamının istihbarat örgütleri tarafından izlenmesi anayasanın çiğnendiği başlıca alanlar olmaya devam ediyor. Bütün bunlara rağmen, bizzat kendilerinin çiğnediği anayasayı “demokrasiyi kutlamak” adı altında yüceltenler, aslında onun üzerinde tepinmekten başka Bir şey yapmıyorlar. (YH)
VVN-BdA: Anayasa anti-faşist bir karaktere sahiptir
23 Mayıs 1949’da yürürlüğe giren Almanya Anayasası’nın 75. yıldönümünde, Nazi Rejimi Zulmüne Uğrayanlar Derneği – Anti-Faşistler Birliği (VVN-BdA) anayasanın savunulması ve uygulanması çağrısında bulundu:
Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası 23 Mayıs 1949‘de yürürlüğe girdi. (…) Anayasa anti-faşist bir karaktere sahiptir. Hazırlanmasında, Alman faşizminin ideolojisi ve yönetimiyle ilgili henüz çok yeni olan deneyimlerden önemli ölçüde etkilenmiştir. Federal Anayasa Mahkemesi de anayasanın “Nasyonal sosyalist rejimin totalitarizmine karşı bir tasarı” olma niteliğine vurgu yapmıştı. (…)
Bu bağlamda, “kurtuluş yasalarının geçerliliğinin devam ettiğini” (“Alman halkının nasyonal sosyalizm ve militarizmden kurtuluşu için”) açıkça belirten anayasanın 139. Maddesine atıfta bulunulmalıdır. Geçerliliğin devamının artık “eskimiş” olduğu yönündeki iddiaların aksine, 139. Maddenin anayasanın bir parçası olmaya devam ettiği ve bu nedenle hala tamamen geçerli olduğu belirtilmelidir.
İstihbarat örgütlerinin antifaşizmi “radikallik” olarak gösterme, antifaşistleri kriminalize etme girişimleri düpedüz anayasaya aykırıdır. Antifaşistler için anayasanın antifaşist, demokratik karakteri temel bir öneme sahiptir. Sosyal ve anayasal politika açısından anayasa bir tür sınıfsal-siyasal uzlaşmadır. Bu ekonomik bir sistem öngörmemesi ile karakterize edilir. Dolayısıyla kapitalizm ve demokrasiyi eşitleme girişimleri yanıltıcıdır. Antifaşistler için demokratik, sosyal ve insani temel hakların güvence altına alınması esastır. Ancak anayasa birçok yerde değiştirilmiş (Örneğin olağanüstü hal yasaları, Ordu Yasası, iltica hakkının ortadan kaldırılması gibi) ve bazı durumlarda ilk haline ve hedeflerine kıyasla düpedüz çarptırılmıştır.
Temel hakların uygulanması ve yorumlanması sosyal ve siyasi güç ilişkilerine tabidir. Anayasal iddia ile anayasal gerçeklik bazen birbirinden ayrılır. Bu durum, demokratik hakların gözetilmesi ve uygulanması konusunda ısrarcı olmayı daha da gerekli kılmaktadır. (…)

