Written by 10:37 Allgemein

Almanya’da kalıcı yoksulluk artıyor


Ekonomik büyümeye karşın emekçi kitleler arasında yoksulluk azalmıyor. Milyonlarca emekçi tam gün çalışmalarına rağmen giderek yoksullaşıyor. Bir zamanlar “endüstrinin kalbi” olarak anılan Ruhr Havzası’nda artık “yoksulluğun kalbi” atıyor. Sosyal kurumlar, “Eğer bu kazan kaynamaya başlarsa soğutmak kolay olmaz” diye hükümeti uyarıyorlar.

Almanya’da nüfusun yüzde 14,5’i yoksul. Bu da yaklaşık 12 milyon insanın, dünyanın en zengin ülkelerinden birinde yoksulluk içinde yaşadığı anlamına geliyor. Paritätisch Wohlfahrtsverband (“Parität-Prensip olarak Şans Eşitliği”) isimli sosyal kurum tarafından yayınlanan 2011 Yoksulluk Raporu’nda Almanya’daki yoksulluğun giderek kalıcılaştığına dikkat çekiliyor.
Raporu 21 Aralık günü kamuoyuna sunan Paritätisch Wohlfahrtsverband Genel Müdürü Ulrich Schneider, raporda yer alan verilerin resmi veriler olduğuna dikkat çekti. Schneider, Federal Hükümetin, yoksulluk sınırını belirlerken ortalama gelirin yüzde 50’sinden hareket ettiğini kendilerinin hazırladığı raporda ise AB genelinde geçerli olan ortalama gelirin yüzde 60’ı üzerinden hareket edildiğini belirtti.
RAKAMLAR GERÇEĞİN BİR BÖLÜMÜNÜ YANSITIYOR
Federal Hükümet bir insanın yoksulluk içinde yaşayıp yaşamadığını somut sosyal ve kültürel ihtiyaçlarından hareketle belirleme yerine ortalama istatistik veriler üzerinden belirliyor. Bu ise gerçeği yansıtmak bir yana gerçeği örtmek için seçilen bir yöntem.
Bu yöntemin ne kadar gerçek dışı ve adaletsiz olduğunu ortaya koymak için 2005 ve 2010 yılının verilerine bakmakta fayda var. Son yayınlanan raporda 2010 yılında tek kişi için yoksulluk sınırı olarak ortalama aylık gelirin yüzde 60’ı aylık 826 Euro gösteriliyor. Beş yıl öncesinde ise bu miktar 935 Euro idi! Nitekim düşük ücretli işlerin ve süreli işlerin yaygınlaşması sonucu 2005 yılında Almanya’daki ortalama net aylık gelir 1558 Euro iken bu miktar 2010 yılında 1376 Euro’ya düştü. Bu da yoksulluk sınırının 935 Euro’dan 826 Euro’ya düşmesine neden oldu.
Diğer yanda ise hayat giderek pahalılaştı. Bir evin geçimi için gerekli akaryakıt, ev kiraları ve enerji gibi daha birçok temel giderlerin fiyatları olağanüstü arttı. Yani sorun yoksulluk sınırı sadece ücretlerin düşmesiyle suni olarak aşağı çekilmesinde yatmıyor. Aynı zamanda yaşanan enflasyon sonucu Euro’nun alım gücü de sürekli geriledi.
Hükümet düşük ücretli işlerin artması için birçok yasayı değiştiren hükümet bunun sonucu sözde yoksulluk sınırını daha da aşağı çekiyor. Bu ise yeniden işsizlik ve sosyal yardıma (Hartz IV) emekli maaşlarına da yansıyor. Ücret artışlarına endeksli olan emekli maaşlarına yıllardır zam yapılmadı, çalışanla çalışmayan arasındaki gelir farkını koruma adına Hartz IV ödemeleri yıllardır pratik olarak yerinde sayıyor. Bütün bunlar, Paritätisch Wohlfahrtsverband’ın raporunda da görüldüğü gibi yoksulluğun giderek kalıcılaşmasına neden oluyor.

YOKSULLARIN YOĞUNLAŞTIĞI BÖLGELER ARTIYOR
İki Almanya’nın birleştirilmesinden sonra Doğu Almanya’nın tekeller tarafından talan edilmesi ardından başlayan işsizlik ve yoksulluk devam ediyor. Doğu Almanya’nın birkaç istisna bölgesi dışında yoksulluk oranı yüzde 15-21 arasında seyrediyor.
Ne var ki yaygın yoksulluk çoktandır sadece Doğu eyaletleriyle sınırlı değil. Batı’nın birçok büyük şehrinde yoksullardan oluşan gettolar giderek artıyor. Paritätisch Wohlfahrtsverband’ın raporunda Ruhr havzasının durumuna özel dikkat çekiliyor. Bir zamanlar “endüstrinin kalbi” olarak anılan bölge artık “yoksulluğun bölgesi” olarak anılacak. 5 milyon nüfusla Almanya’da nüfusun en yoğun olarak yaşadığı (Avrupa’nın nüfus yoğunluklu beşinci bölgesi) Ruhr havzasında yoksulluk artık gettolarda sınırlı değil. Bu bölgede yoksulluk giderek bütün şehirlere yayılırken durumu iyi olanların (zenginler değil) kaldığı bölgeler artık gettoya dönüşüyor.
2005 yılından bu yana Ruhr havzasının bütün şehirlerinde yoksulluk ciddi bir orandı yükseldi. Raporda Dortmund’da yoksulluğun dörtte bir oranında artarak yüzde 23’e, Duisburg’da ise yüzde 21,5 çıktığı belirtilirken, “Hartz IV’e bağlı yaşayanların sayısı da yine en yüksek Ruhr havzasında. Bu bölgedeki bütün şehirler Almanya ortalamasının (yüzde 9,8) çok üzerinde” deniliyor. Örnek olarak ise Dortmund ve Duisburg’da oranın yüzde 17,8, Essen’de yüzde 18,2 ve Gelsenkirchen’de ise yüzde 21,6 olduğuna dikkat çekiliyor.

‘TÜNELİN SONUNDA IŞIK GÖRÜNMÜYOR’
Raporu kamuoyuna sunarken Ruhr havzasında durumun çok kötü olduğunu söyleyen Schneider, “Ruhr havzasında ne yazık ki tünelin sonunda ışık görünmüyor” dedi. İngiltere’de yaşanan son sosyal patlamaları hatırlatan Schneider, “Benzeri sosyal patlamalar bu bölgede de yaşanabilir. Henüz insanlar sosyal kontrollerini kaybetmiş değiller. Ama eğer perspektifsizlik devam ederse ve insanlar durumlarının düzeleceğine dair umutlarını yitirirlerse o zaman sosyal kontrollerini kaybetmeleri an meselesidir. Ve beş milyon insanın yaşadığı bu kazan bir kere kaynamaya başladığında bunu yeniden soğutmak çok zor olacaktır” dedi.
Eyalet ve Federal Hükümet’i bölgeyi yanlış tasarruf politikalarıyla yerle bir etmekten vazgeçmeye çağıran Schneider, Ruhr havzası için özel kaynaklar ayrılmasını talep etti.
Schneider’in yayınladığı raporda yer alan bilgiler sonuçta resmi, yani hem eyalet hem de Federal Hükümet’in sahip olduğu bilgiler, tasarruf politikalarının yanlışlığı ve doğruluğu ise bunların kimin lehine hazırlandığıyla ilgili. Kısacası hükümet politikacıları Paritätisch Wohlfahrtsverband’ın raporunu okuduktan sonra sarsılıp kendilerine gelmeyecekler.
Yerel, eyalet ve federal düzeyde yapılan bütün sosyal kesintileri, gerçekleştirilen özelleştirmeleri, “ülke bütçesini düzeltmek için yapılan ama yanlış olan politikalar” olarak değerlendirmek en iyimser yorumla ancak saflık olarak değerlendirilebilir. Emekçilerden yapılan bütün kesintiler diğer tarafa, sermayeye aktarılıyor. Özelleştirmelerden tek çıkarı olan yine sermaye kesimi oluyor. Bütün bunlar, yerel, eyalet ve federal düzeydeki bütçeleri olumlu etkilemesi bir yana açıkların büyümesine, emekçilerin yaşam koşularının kötüleşmesine neden oluyor.
Almanya’da şuan 7,4 trilyon Euro özel servet bulunuyor. Nüfusun en zengin onda biri bu servetin 4,65 trilyona sahipken en yoksul onda birinin ise 13,65 milyar Euro borcu var! Paritätisch Wohlfahrtsverband’ın “yanlış” diye eleştirdiği politikalar sayesinde zenginlik bu denli arttı!

KAZAN KAYNAMALI
Hükümetin “yanlış politikaları” politikacıların bilinçsizliğinden kaynaklanmıyor. Aksine emekçiler için yanlış olan bu politikalar çok bilinçli bir şekilde sermaye lehine yapılıyor. Bu nedenle Schneider’in “beş milyon insanın yaşadığı bu kazan bir kere kaynamaya başladığında bunu yeniden soğutmak çok zor olacaktır” sözlerine, “kaynayan kazanı soğutmaya gerek yok, altındaki ateşi beslemeye gerek var” diye yanıt vermek daha doğru olacaktır.
Eğer milyonlarca insan işsizliğe ve yoksulluğa karşı her gün yaşam mücadelesi veriyorsa, bu duruma dayanamayıp baş kaldırma eğilimine giriyorsa görev bunu bastırmak değil, aksine yönlendirmek olmalı. Şüphesiz sistemin itfaiye eri olarak ‘sosyal’ kurumlardan birinin müdürü olarak çalışan Schneider’den bu görevi üstlenmesi beklenilemez. Bu görevi sınıf bilinçli işçi ve emekçiler üstlenecekler ve kurtuluş onların kendi eseri olacaktır.

 

https://www.youtube.com/user/hayattv09?feature=mhee#p/u/3/Jf__yH58gcU

Close