‘İki toplum arasında bir bağ oluşturabilirim…’
Mehtap, 1976 Berlin doğumlu, üniversite öğrencisi
Gelecekle ilgili planların, hayallerin nedir?
Hemşire olarak meslek yaptım ve şu anda üniversitede ‚Pflegemanagment‘ bölümünde okuyorum. İlerde ne yapacağım konusunda tam net değilim ama, kesinlikle burada yaşayan Türkiyeli toplumla ilgili birşeyler yapmak istiyorum. Çünkü geçmişim ordan geliyor. Alman toplumuyla Türkiye toplumu arasında bir bağ oluşturabilirim diye düşünüyorum. Burada doğup büyüdüm buranın kültürünü aldık ama evde de Türkiye’nin kültürünü aldık.
Böyle bir bağ kurmaya ihtiyaç olduğunu düşünüyorsun yani…
Kesinlikle. Çünkü gettolaşmalar var. Kreuzberg’de oturuyorum ve bu binadakilerin yüzde 90’ı yabancı, Alman çok az. Herkes kendi çapında birşeyler yapıyor ama maalesef birlikte paylaştıkları şeyler çok az oluyor.
Alman vatandaşlığına geçtin mi? Alman kimliğini aldığında farklı bir şey hissettin mi?
Alman vatandaşı oldum ama bir farklılık hissetmedim. Çünkü Türkler olsun Almanlar olsun bana bakışları değişmedi. Sadece bazı kurumlarla ilişkilerde değişiklik oldu; Wählen, Ausländerbehörde’den çıktım falan…
Türkiye’ye sık sık gider misin?
Yo o kadar sık değil. 6 yıl aradan sonra bu yıl gidip üç hafta kaldım. Ama Istanbul çok hoşuma gitti.
Türkiye senin için ne anlam taşıyor?
Özümü, kökümü ifade ediyor. Köklerimi orda hissediyorum ama Türklüğümü de kaybetmişim öyle bir şey de var. Yani ne buralıyız ne oralı, bilmiyorum…
Okul dışında zamanın nasıl geçiyor?
Kardeşimle beraber bir dükkan açtık tüm zamanım burda geçiyor. Bu iş olmadan önce bir amatör tiyatro grubunda üç yıl kadar çalıştım. Sosyal aktiviteleri olan bazı derneklerde çalıştım…
Peki Alman arkadaş çevren var mı?
Bu biraz derin daha doğrusu yaralı bir konu. Üniversiteye başlamadan önce, etrafıma baktığımda hiç Alman arkadaşım olmadığını gördüm. Öyle merhaba falan dediğim kişiler var ama daha ileriye giden arkadaşlıklar değil. Bu beni bayağı üzdü. ‚Sorun bende mi onlarda mı‘ diye çok düşündüm. Şunu farkettim ki, Türklerin arasında olduğum gibi kabul ediliyorum ve daha huzurluyum. Çocukluğum Reinickendorf’da geçti, orda yabancılar çok azdı ve ben kendimi yabancı yerine koymuyordum ama yine yabancı muamelesi görüyordum. Hiç hoş bir psikoloji değildi. Çocukken hep ‚Ben Alman değilim, benim eksikliğim var‘ düşüncesiyle büyüyorsun. Kreuzberg’i tanımadan önce ben de Almanlar gibi düşünüyordum. Öcü gibi görüyor, çok yabancı var diye çekiniyordum. Buraya geldim, bir tiyatro grubunda çalışmaya başladım. Önce bayağı zorlandım ama bir iki sene sonra iyice alıştım, şu an çok seviyorum. Kreuzberg’de kendimi daha özgür ve memleketimdeymiş gibi hissediyorum. Seni rahatsız eden bakışlarla karşılaşmıyorsun en azından. Üniversiteye başladıktan sonra Almanlarla ilişkim epey arttı diyebilirim. Birçoğu eski Doğu Almanyalı ve bazılarıyla oldukça samimiyiz.
Berlin’i, burda yaşayan insanları tam olarak tanıdığını söyleyebilir misin?
Tamamen tanıdığımı söyleyemem, nasıl desem evden okula okuldan işe, insan gezip tanımaya fırsat bulamıyor. Abitur yaparken, aslında Almanya’nın çok derin bir edebiyatı olduğunu farkettim. Bunu bilmiyordum ve eskiden ‚bunların kültürü de, edebiyatı da yok‘ diye bir önyargım vardı. Demek ki yeterince ilgilenmemişiz, ‚bizim kültürümüz var, onların yok‘ diye düşünmüşüz hep.
Ne tür müzikler dinliyorsun?
Daha çok multikulti radyoyu dinliyorum. Bazen Metropol FM’den de kulağa hoş gelen her tür müziği dinliyorum. Yunan, Türk, Kürtçe hepsini dinliyorum, sevdiğim Almanca müzikler de var.
‘Türkiye’de Almancı demeleri zoruma gidiyor“
Türkan, 1966’da geldi
Ne zaman geldiniz Almanya’ya?
67’nin 1. ayının 18’inde Stuttgart’a geldim.
Tanımadığınız bir ülkeye geldiniz, gelirken beklentiniz, planınız neydi?
Rahmetli beyim gelmişti önce, 1963’te. Sonra beni yanına aldı. Eşim inşaatçıydı. Niyetimiz 5 yıl kalmak, burda kazanacağımız parayla bir harç karma makinesi alıp tekrar Türkiye’ye dönmekti. Aynı sene bir oğlumuz oldu. ‚Okul çağına gelince döneriz‘ dedik ama Halil okulu da bitirdi, ondan sonra iki kızım daha oldu… Oğlum Ausbildung’unu yaparken eşim vefat etti.
İlk yıllarınızı düşündüğünüzde en çok hangi sorunları yaşadınız?
Tabii lisan bilmemek en ciddi sorunumdu. Doğum için hastaneye yattım, bana „Hayratın papiir“, „Hayratın papiir“ deyip duruyorlar, bir şey anlamıyorum! Benim bildiğim „niks ferşteyn“, „nein, ja“… Sorduklarını anlamadığım için bebeğime birşey oldu sanıp başladım ağlamaya. „Oğlum nerde“ diye ağlayıp durdum. İlk zahmetini orda çektim, ama sonrasında ciddi bir problem yaşamadım.
Peki günleriniz nasıl geçiyordu o zamanlar?
Valla o yıllar çok iyiydi. Almanlar da o zaman insana çok yakındı. Ev sahibimiz olsun komşularımız olsun çok yardımcı oluyorlardı.
Geleli nerdeyse yarım asır olmuş. Almanya’ya tam alıştınız mı, „burası da benim ülkem“ diyebiliyor musunuz?
Tabii diyebiliyorum. Şöyle söyleyeyim, çocuklarım küçükken, ev sahibimle altlı üstlü komşuyduk ama bir aile gibiydik. Ev sahibemle anne kız gibiydik. Yılbaşlarında, özel günlerinde beraber olurduk. Bizim bayramlarda da onlar gelir, tatlımızı böreğimizi yerdik. Çocuklar yuvaya gidince de ister istemez, diğer çocuklar ne yapıyorsa biz de katılıyorduk. „Weinachten“mış, doğum günleriymiş, eğlencelermiş… Ama çocuklar büyüyünce ve biz yaşlanınca haliyle fazla katılamıyorsunuz. Ben şimdi çifte vatandaşım. Türkiye havası eşime yaradığı için sık sık gidiyoruz..
Peki Türkiye’ye gidince zorluk çekiyor musunuz?
İnsanı rahatsız eden şeyler var tabii. Bizi gördüklerinde „Almancılar gelmişler“ diyorlar. İnsanın zoruna gidiyor. Ben o ülkede doğdum büyüdüm, nasıl beni yabancı yerine koyarlar, „Almancı“ diye suçlarlar. Buraya da geliyoruz „Ausländer“! Ama şunu açık söyleyeyim, bu ülkede hiç problem yaşamadım. Yabancıyım diye ne komşumdan, ne işyerimden hiç kimseyle bir sorun yaşamadım. Yalnız bir gün, markette kasada sıra beklerken arkamdaki bir adam önüme geçip beni sıranın arkasına itti. „Warum“ diyince, „Du bist Ausländer“ dedi. Hemen Alman kimliğimi çıkarıp gösterdim ve „Ich bin Deutsche“ dedim. Etraftakiler ve market sahibi de adama büyük tepki gösterdiler ve „Bir daha bu markete gelip alışveriş yapma“ diyerek, kolundan tuttukları gibi dışarı attılar.
Bundan sonraki hayatınızı Türkiye’de sürdürmeyi düşündünüz mü hiç?
Hayır bundan sonra hiç düşünemem. Çocuklarım da ben de Alman vatandaşıyız. Bütün hayatımız burada geçti. Sonra bu yaştan sonra insan sağlığını düşünüyor ister istemez. Sağlık açısından da burada yaşamayı tercih ederim.
‘Beş kere geldim beş kere gittim’
Eşiniz Almanya’ya gidince, siz neler yaptınız, neler düşündünüz?
Türkiye’deyken de çalışmak için arada sırada başka şehirlere giderdi, onun için alışkındım. Ama Almanya olunca başta biraz kızdım ama sonra ona da alıştım. Deprem olunca hayat şartlarımız epey bozuldu, barakalarda kalıyorduk. Sonra iki çocukla beraber bizi de getirdi.
Geldiğinizde buradaki hayata alışmanız zor olmadı mı?
Olmaz olur mu, oldu tabii. Geldik buraya ne Türkçe biliyorum, ne Almanca! Okuryazarlığım da yoktu. Komşu bir Türk kadın vardı, onun koltuğunun altına girip yavaş yavaş Türkçe konuşmayı öğreniyordum. Ama Almancayı fazla öğrenemedim. O zamanlar bu kadar Türk dükkanları falan yoktu, 5, 6 sene siyah ekmek yedik. Kaldığımız ev öyle eskiydi ki, elektrik kablolarıyla su ısıtır, sırayla banyo yapardık. 80’de ben de çalışmaya başladım. Bu sene hastalık çıkıp da erken emekli olana kadar çalıştım.
Peki bu koşulları görünce, „burası iyi değilmiş, geri dönelim“ demediniz mi?
Ben beş kere geldim, beş kere gittim. Pasaportta yer kalmamıştı. Çocukların durumuna çok üzülüyordum. Bir ikisini yanıma alıp geliyordum, aklım öbürlerinde kalıyordu. Baktık olacak gibi değil 77’de hepsini burada topladık. 6 çocuk var, biri burda doğdu. Bir Alman gelinim, 10 da torun var.
Peki yıllarca burada yaşadınız, Almanlarla ilişkileriniz nasıl oldu ?
Almanlarla çok iyi ilişkilerimiz oldu, Komşularımızla hep iyi geçindik. Karşı komşumuza yoğurt yapmasını bile öğrettim…