Hitler faşizminin iktidarda olduğu “Üçüncü Rayş” döneminde (1933-1945) milyonlarca insanın siyasi düşünceleri ve etnik kökenlerinden dolayı katledildiği, sürgün edildiği Almanya’da, savaştan sonra “sığınma hakkı” en değer verilen hakların başında geliyordu. Çünkü, Hitler faşizminin takibatına uğrayan onbinlerce Alman, canını kurtarmak için Hitler’in elinin uzanmadığı ülkelere sığınmak zorunda kalmıştı.
Bu nedenle 8 Mayıs 1949’da ilan edilen Federal Almanya Cumhuriyeti’nin Anayasası’nda (Grundgesetz) sığınma hakkı tek bir cümleyle ifade edilmişti: “Politisch Verfolgte genießen Asylrecht / Politik nedenlerle takibata uğrayanlar sığınma hakkına sahiptir” (Madde 16a).
Almanca’dan Türkçe’ye bire bir çevrildiğinde maddedeki “genießen”, “tadını çıkarmak”, “zevkini çıkarmak” anlamına geliyor. Dolayısıyla, bu madde aynı zamanda başka ülkelerde siyasi nedenlerle kovuşturmaya uğrayanlara bir davetiye anlamına da geliyordu. Ne var ki, bu en doğal hak daha sonra “kuşa çevrildi”.
28 Haziran 1993’te bu maddeye eklenen bendlerde doğrudan Almanya’ya gelip sığınma hakkı istemeye önemli sınırlandırmalar getirildi, sınırdışılar kolaylaştırıldı. Savaşlardan, işkencelerden kaçarak gelenler böylece, “sığınma hakkının zevkini” çıkarma yerine çilesini çekmeye başladılar. Toplama kamplarını anımsatan ücra yerlerdeki sığınmacı yurtları, kumanyalar, para yerine sadece belli yerlerde geçerli sayılan kuponlar devri öylece başladı.
O yıllarda toplumun geniş kesiminin tepkisini çeken Anayasa’daki bu değişikliğin altında bugün “büyük koalisyon” ortağı olan Hıristiyan Demokratlarla (CDU/CSU) Sosyal Demokratların (SPD) imzası bulunuyor.
Bundan 22 yıl önce Anayasa’da yapılan bu değişikliğin, aynı zamanda ülkeye sığınmacı akının zirveye çıktığı yıla denk gelmesi elbette tesadüf değil. Almanya’nın çomak sokmasıyla Yugoslavya’da yaşanan iç savaş aynı zamanda yüzbinlerce insanı “güvenli bir liman” bulmaya zorlamıştı. Rakamlara göre 1990’dan önce Almanya için yıllık sığınmacı sayısı 100 bin civarındayken, 1990’lı yılların başında hızla yükseliş gösterdi ve 1992’de 438 bin ile bugüne kadar ki en yüksek “rekor” kırıldı.
90’ların başı, başta Balkanlar olmak üzere dünyanın pek çok bölgesinde artan savaşlar, çatışmalar, insan hakları ihlalleri nedeniyle yükselen sığınmacı sayısına paralel olarak, sığınmacılara, göçmenlere yönelik ırkçı saldırıların, ayrımcı söylemin yükseldiği yıllardı aynı zamanda. Ve adından Mölln, Hoyerswerder, Solingen, Rostocklar yaşandı…
DÜNDEN DERS ÇIKARILMADI
90’ların başında olup bitenlerin bir benzerini şu günlerde yaşıyoruz. Aradan çeyrek asır geçmesine rağmen, sermaye basını ve sözcüleri tarafından kullanılan argümanlar aynı. Sermaye politikacıları ve basını hep bir ağızdan bu yılın ilk yarısında ülkeye gelen sığınmacı sayısının 200 bine yaklaştığını belirterek, bu gidişle yıl sonunda kadar sayının 400 bine ulaşacağını ifade ederek “önlem” çağrıları yapıyor.
Bu çerçevede, Balkanlar’da azınlıklara yönelik ayrımcılığın, insan haklarının ihlal edildiği ülkeler “güvenli” ilan edildi. Böylece bu ülkelerden geleceklere sığınma hakkı tanınmayacak. Gelip sığınma başvurusunda bulunanlar ise peyderpey sınırdışı edilecek.
Olup bitenler çeyrek asır önce yaşananlardan ders çıkarılmadığını gösteriyor. Çünkü, 80 milyonluk Avrupa’nın en büyük ülkesinde bir kaç yüz bin sığınmacıya yer olmadığından, “geminin dolduğundan” dem vuruluyor. Gelenlere insanca davranma yerine aşağılama, hedef gösterme yaklaşımı egemen.
GELENLER GELDİKLERİNE PİŞMAN EDİLİYOR
Geride yerlerini yurtlarını, bütün birikimlerini, sevdiklerini bırakarak, nice tehlikelerden geçerek Almanya’ya ulaşmayı başaranlara görülen reva, adeta geldiklerine bin pişman etme politikasından başka bir şey değil: Bochum’da bir mezarlıkta kurulan çadırlara, Augsburg ve Schwerte’de eski toplama kampına, Hamburg’da itfaiye binasına yerleştirilem sığınmacıların durumu sadece örneklerden bazıları. Erfurt’ta ise genelev binasının kiralanarak sığınmacı yurdu yapılması bile önerildi.
Görülen reva, adeta Der Spiegel’de yayınlanan “Kittihawk”ın karikatürünü haklı çıkarıyor. Karikatürde, bir vatandaş Bavyera Başbakanı Horst Seehofer’e yan yana dizilmiş çöp kontenalarını göstererek “Bunlar ne olacak Horst?” diye soruyor. Yanıtı “Sığınmacılar için kontena köyüm” oluyor.
Bu elbette Alman muhafazakar politikacıların yaklaşımını çarpıcı şekilde özetliyor. Dolayısıyla, sermaye temsilcileri asıl olarak, Suriye başta olmak üzere dünyanın değişik ülkelerinden gelen sığınmacıları geldiklerine pişman etmenin politikasını yapıyorlar. Bu aynı zamanda ülke içerisinde sığınmacılara karşı düşmanlık ve önyargıları körükleme, farklı uluslardan ve inançlardan haklar ve ezilenler arasında kamplaşmayı derinleştirme üzerinden yapılıyor.
YARDIM VE DAYANIŞMA BÜYÜYOR
Hükümet başta olmak üzere çeşitli çevreler sığınmacılara karşı olumsuz bir havanın yaratılarak, yeni kısıtlamalara zemin yaratmaya çalışırken, halk arasında sığınmacılara yardım konusunda sayısız örnek ortaya çıktı.
Çeşitli dernek ve kuruluşların yanı sıra tek tek bireyler de sosyal medya üzerinde sığınmacılara yiyecek ve giyecek kampanyaları açtı ve kısa sürede büyük destek gördü. Denilebilir ki, hükümet ve güvenlikten sorumlu kurumlar sınırları kapatmaya çalışırken halkın önemli bir bölümü “gönül kapılarını” bu zor dönemde sığınmacılara açarak destek olmakta.
Basında yer alan haberlere göre, neredeyse bütün kentlerde gençler ve kadınlar başta olmak üzere toplumun değişik kesiminden insanlar gönüllü olarak yardım çalışmalarına katılıyorlar. Kimisi yiyecek, kimisi giyecek topluyor, kimisi de geldikleri ülkeyi en kısa zamanda tanımaları için Almanca dersleri veriyor, çocuklara eğitim yardımı yapıyor. Bu durum yapılan kamuoyu araştırmalarına da yansıyor. Stern dergisi tarafından Forsa adlı kuruma yaptırılan bir araştırmada, çok küçük bir azınlığın dışında büyük çoğunluk, sığınmacı yurtlarına yapılan saldırıları mahkum ediyor. Aynı araştırmaya göre yüzde 11’lik bir kesim Almanya’ya artık sığınmacı gelmemesi gerektiğini savunurken, yüzde 44’ü kapıların açık kalmasını ve daha fazla sığınmacının gelmesini istiyor. Zira, sığınmacıların geldiği ülkeler yaşama olanakları nereden ortadan kalkmış durumda.
GERÇEKLERİN ÜZERİ ÖRTÜLEMEZ
Sığınmacıları adeta ‚veba salgını‘ gibi gösteren ve polisiye tedbirlerle göçü durdurmaya çalışan Almanya ve diğer Batılı devletler, bu göç ve sığınma dalgasının arkasında yatan nedenin, Ortadoğu ve Afrika’da uyguladıkları emperyalist politikalar olduğu gerçeğinin üzerini örtmeye çalışıyorlar.
ABD, Avrupalı emperyalist devletler ve Türkiye, Suudi Arabistan gibi savaş politikası izleyen bölge ülkeleri, bugün Suriye ve Irak başta olmak üzere milyonlarca insanın sığınmacı durumuna düşmesinin baş sorumlularıdır. Resmi rakamların, en büyük sığınmacı grubunun Suriyeliler olduğunu göstermesi de, sığınmacı sayısının neden arttığını yeterince ortaya koyuyor.
Bu nedenle bugün sığınmacılara yönelik izlenen gayrı insani politikalarla, savaşa ve işgallere karşı verilen mücadelenin birleştirilmesi önem taşıyor.
YÜCEL ÖZDEMİR
Her gün bir sığınmacı yurdu hedef oluyor
Savaştan, çatışmalardan ve yoksulluktan kaçarak Almanya’ya gelen sığınmacılara karşı sermaye partileri ve basını tarafından, önyargıları körükleme temelinde bir söylem kullanılırken, ırkçı-faşist gruplar ise fiili saldırılar düzenliyor. Federal İçişleri Bakanlığı tarafından verilen rakamlara göre bu yılın ilk yarısında sığınmacılara yönelik 173 saldırı düzenlendi. Geçen yıl toplam 175 saldırının düzenlendiği göz önünde bulundurulduğunda, yıl sonuna kadar saldırılarda bir “rekor”un yaşanacağı anlaşılıyor.
Saldırıların Kuzey Ren Vestfalya, Berlin ve Doğu Almanya’daki eyaletlerde yoğunlaşması dikkat çekiyor. Temmuz başında Meißen kasabasında sığınmacılara ait bir yurt kundaklanmıştı.
Bakanlık tarafından yapılan açıklamada sığınmacılara yönelik olarak günde ortalama bir saldırının yaşandığına dikkat çekildi. (YH)
Sığınmacılar açlıkla terbiye edilmek isteniyor!
Ülkeye gelen sığınmacılara zaten çok az para para veren Almanya, şimdi de verilen yardımı kesmeyi gündeme getirdi.
Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere yaptığı açıklamada, mülteci sayısının hızla artması nedeniyle, mülteci adaylarına yapılan yardımlar ve yardım standartlarının tartışmaya açılabileceğini söyledi. De Maiziere ZDF televizyonuna verdiği demeçte, ‘insan onurunu zedelememek kaydıyla yardımlar konusunda bazı ayarlamalar yapılabilir‘ dedi.
Bakan ‘mültecilere verilen cep harçlığının dikkatle gözden geçirilebileceğini ve aynî yardımların arttırılabileceğini‘ de dile getirdi.
Para yardımlarının aylar önce peşin yapılmasının sakıncalı bulduğunu ifade eden Thomas De Maiziere, ‘Bu paralar zaten insan kaçakçılarının cebine giriyor‘ dedi. İçişleri Bakanı, insan onuru ve yardım standartlarının Avrupa bünyesinde tartışılabileceğini ve Avrupalı içişleri bakanlarının kendisine, ‘Almanya’da yapılan yardımları fazla bulduklarını söylediklerini‘ belirtti.
De Maiziere ayrıca, öncelikle Balkan ülkelerinden gelen mülteci adaylarını kastederek, ‘Mülteci adaylarına yapılan nakdi yardımlar, kısmen Arnavutluk ve Kosova’da ödenen ücretlerden yüksek” dedi. Federal Anayasa Mahkemesi’nin, mültecilere yapılan sosyal yardımların ülkedeki işsizlik ve sosyal yardım ödemesi Hartz 4 ile aynı düzeyde olması gerektiği yönündeki kararından dolayı, kanun değişikliği yapmadan düşürülemiyor. Bakan De Maziere, buna karşılık çözüm yolu olarak mültecilere para yardımını azaltıp, daha çok eşya yardımı yapmayı önerdi.
PEKİ GERÇEK NE?
Bakan sığınmacılara fazla para verildiğini ileri sürse de, gerçek hiç de öyle değil. Halen devam eden uygulamaya göre, Almanya’ya sığınma başvurusunda bulunan ve tek başına yaşayan bir kişiye 143 Euro nakdi para veriliyor. Bu miktar evli çiftler için 129 Euro. Çocuklar için ise yaşına bağlı olmak şartıyla 85-92 Euro arasında nakdi yardım yapılıyor. Bunun yanı sıra kira gideri karşılanıyor.
İltica başvurusunun üzerinden 15 ay geçtikten sonra halen Almanya’da kalmaya devam eden sığınmacılara sosya yardım düzeyinde, yani 392 Euro nakdi para yardımı yapılıyor. Bunun yanı sıra kira yardımı söz konusu.
Verilen bu miktarın daha da düşürülmesini talep eden bakan, para yerine kupon ve eşya verilmesini savunuyor. Bu da sığınmacıların eline nakit para geçmemesi anlamına gelecek. Parayla alınması gereken pek çok ihtiyacın karşılanması böylece söz konusu olmayacak.
Sol Parti Federal Parlamento Milletvekili Ulla Jepke, para yardımını kısıtlanmasının insan onurunun ayaklar altına alınması anlamına geleceğini ifade ederek tepki gösterdi. Jelpke, ülkelerine terk ederek herşeylerini kaybeden sığınmacılara insanca yaşayacakları bir yardımın yapılması gerektiği çağrısında bulundu. (YH)
Akdeniz’de yine tekne battı, 40 kişi öldü
16 Ağustos’ta Akdeniz’de Libya ile İtalya arasındaki bir bölgede yüzlerce göçmeni taşıyan tekneye kurtarma operasyonu düzenlendi. Teknede ilk belirlemelere göre 40 kişi yaşamını yitirdi. İtalyan Donanması Twitter üzerinden yaptığı açıklamada içi göçmenlerle dolu zor durumdaki tekneye kurtarma müdahalesi yapıldığı ve teknede en az 40 göçmenin yaşamını yitirdiğinin belirlendiği ifade edildi.
Ülkede basına yansıyan haberlerde de teknede 300 ila 400 arasında kişinin bulunduğu, ölenlerin çoğu daha az para ödedikleri için teknelerin dar ve havasız iç kısmında seyahat etmek zorunda kalan göçmenler olduğuna işaret edildi.
Haberlerde, göçmenleri taşıyan teknenin Libya’nın 21 mil açığında İtalyan donanmasına ait devriye görevi yapan helikopter tarafından tespit edildiği ve olay yerine en yakın geminin kurtarma operasyonu başlattığı belirtildi. (YH)
DİDF: Sığınmacıların politik malzeme yapılmasına son verilmeli
DİDF Yönetim Kurulu, Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere’nin sığınmacılara verilen nakit para yardımının kesilmesi yönündeki talebine sert tepki göstererek, savaşlardan kaçıp Almanya’ya sığınma talebinde bulunanlara yönelik popülist-sağcı politikalara son verilmesi, insanca yaşam koşullarının yaratılması çağrısında bulundu.
DİDF tarafından yapılan açıklamada şöyle denildi: “Şu günlerde sığınmacılara yönelik sürdürülen propagandalar adeta 1990’lı yılların başındaki tartışmaları anımsatıyor. En son Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maziere, yeni gelerek sığınma başvurusu yapanlara verilen yardımların kesilmesini talep etti. Sanki fazla para veriliyormuş gibi! Verilen sınırlı miktardaki nakdi yardımın kesilmesini talep eden bakan, para yerine kupon ve eşya verilmesini öneriyor. Bu ise sığınmacıların eline nakit para geçmemesi anlamına gelecek.
Ülkelerinde yaşadıkları insanlık dışı koşullar yüzünden bir umutla ve bin bir zorlukla Almanya’ya gelen sığınmacılara yönelik bu türden aşağılayıcı girişimlere son verilerek, insan onuruna yakışır koşulların sağlanmasını istiyor; sığınmacıların hedef gösterilerek ırkçı saldırılara zemin hazırlayan politikalara karşı bütün kamuoyunu duyarlılığa davet ediyoruz.” (YH)