Written by 13:00 HABERLER

Avrupa tarihinen kısa bir gezinti

Ortadoğu ve Mezopotamya halklarının kendi dillerinde ‚güneşin battığı yer‘ olarak isimlendirdiği ‚Europa‘, Roma İmparatorluğu’nun çöküşüyle başlayan ve yaklaşık bin yıl süren bir feodal dönem yaşadı. Bu dönem yerini 1500’lü yıllardan itibaren ekonomik olarak; 1789 Fransız Devrimi’yle de siyasi olarak, sermaye sahiplerinin iktidarı eline aldığı kapitalist Avrupa’ya bıraktı. Kapitaliszmin iyice olgunlaştığı ve bir dünya sistemi halini aldığı 20. Yüzyıl’a gelindiğinde ise, Avrupa dünya tarihinin en kanlı iki büyük savaşına (1. ve 2. Dünya Savaşları) sahne oldu ve Hitler faşizmi kanlı bir diktatatör ortaya çıkararak, Romalılara rahmet okuttu adeta! Şu anda 30 yakın üye ülkenin ekonomik pazar ve para ortaklığı yaptığı ve kendi aralarında sınırlarını açtığı Avrupa, bir yandan ulusal sınırlarını yırtıp aşmak isterken, bir yandan da adeta kapitalizmin doğum lekesi gibi duran ulusalcılığın duvarlarına toslama çelişkisini yaşıyor.

GÜNÜMÜZÜN ULUS VE ÜLKELERİ KAPİTALİZMİN ESERİ OLDU

Günümüz Avrupa’sını oluşturan ülkeler, sınırlar ve ulusların ortaya çıkışı kapitalizmin Avrupa’ya yayılışının bir sonucu oldu. Yani bundan örneğin 500 veya 300 yıl önce, bugünkü haliyle (ekonomik, siyasi, kültürel ve ülke sınırı bakımdan) ne Almanya, ne Fransa, ne İtalya, ne Hollanda mevcuttu. Bugünkü ülkeler yerine krallıklara veya Roma-Cermen İmparatoru’na bağlı bir veya birkaç şehri kapsayan derebeylikler (toprak ağalığı sistemi) vardı.

Feodal Avrupa dönemi boyunca, kimi güçlü kimi zayıf olan bu prenslikler belirleyiciydi ve insanların vatanı, aidiyeti, kimliği bu prensliklerin, çoğunlukla da etrafı surlarla çevrilmiş sınırları içinde bir anlam kazanıyordu.

Aynı dili konuşsalar ve aynı dine mensup olsalar bile, ekonomik ve siyasi hayatları bağlı oldukları bu derebeyleri ve prenslerin hakimiyet alanlarına göre bölünmüştü. Örneğin ‚Almanya‘ diye bir siyasi-kültürel-ekonomik bölge (ki buna şimdi ülke diyoruz) yerine Fürst, Kurfürst, Graf vb. farklı derecelerdeki yerel otoritelerin hükmettiği, kooordine ettiği bölgeler ve bunlara mensupluk esastı.

KAPİTALİZMİN İHTİYACI SERBEST VE ULUSAL PAZARLARDI

1500’lü yıllardan itibaren büyük tüccar sermayesinin giderek artan hızda pazar için üretmeye / meta üretimine yönelmesi (İngiltere’de dokuma, Orta Avrupa’da madencilik vb.) kapitalist ekonominin Avrupa genelinde temel taşlarının döşenmeye başladığı bir dönemi başlattı.

Osmanlı’nın Avrupa’ya kapattığı İpek Yolu’na alternatif olarak bulunan yeni deniz yolları ve sömürgecilik sistemi, pazar için üretime yeni bir boyut katarak, büyük tüccarların pazar için üretim yapan kapitalistelere dönüşümünü büyük hız kattı. Ve ciddi bir sermaye birikimi oluştu.

Ancak sermaye sahiplerinin daha büyük çaplı ve tarım dışı üretim (dokuma, maden vb.) yapabilmesi için, kapalı pazara ve küçük ölçekli üretime (ki esas olarak tarımsal üretim) dayalı feodal düzenin dar kalıplarıyla hesaplaşması ve yeni bir ekonomik-siyasi düzene ihtiyaç vardı.

Bu yeni yeni düzen kapitalizm olacaktı ve katı kuralların, ağır vergilerin geçerli olduğu kapalı pazarların büyütülmesi ve serbestleştirilmesine ihtiyaç duyulmaktaydı. (Nam-ı diğer serbest pazar ekonomisi!)

Nitekim uzun, sancılı ve çatışmalı bir sürecin ardından, tek tek derebeyleri ve toprak ağalarının egemenliğine dayalı nüfuz alanları tasfiye oldu. Sermaye sahibi kapitalistler, feodalizmin temeli olan derebeylerinin gücünü ve etkisini kırmak için önce merkezi otoriteyle (krallıklarla ve imparatorlukla) uzlaşma, anlaşma, pazarlık yoluna; sonra da Fransa devriminde tipik ifadesini bulan açıktan hesaplaşma, çatışma ve tasfiyeye yöneldiler.

Kapitalistler yüzyıllardır ezilen köylülerin ve yoksul halkın birikmiş dertleri ve taleplerini de istismar ederek, “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” sloganı atıyorlardı. Nitekim hem serbest pazara hem de kentlerde çalışabilecek serbest işgücüne ihtiyaç duyuyorlardı. Ve asıl dertleri, ekonomik ve siyasi sınırların derebeylerin elinden alınıp ulusal ölçeğe genişletilmesiydi.

Yani feodal dönemde sadece Dortmund’u veya Brandenburg’u yöneten prenslerin yerini artık ‚Vatan‘, ‚Millet‘ gibi kavramlar üzerinden bütün Almanya’yı yönetip, kullanmak isteyen sermaye sınıfı alacaktı!

GEÇ KALAN ALMANYA

Avrupa’da uluslaşma süreci, kapitalizmin kıtadaki olgunlaşma süreciydi aynı zamanda. Bu yüzden de İngiletere ve Fransa’nın ulusallaşma sürecinde öne çıkmaları sürpriz olmadı. Roma Cermen İmparatorluğunu oluşturan krallıklar kapitalizmin görece geç olgunlaştığı topraklar oldu. Roma Cermen İmparatorluğun 1800’lü yılların başında dağılması, ekonomik gecikmişliğin yanı sıra siyasi karmaşayı da ekleyince Almanya uluslaşma trenine en arka vagonlarından dahil olabildi.

Ancak ne var ki, 1800’lü yılların ortasından sonuna kadar geçen dönemde hem ekonomik hem de siyasi olarak çok hızlı bir ilerleme ve güçlenme dönemi yaşayan Almanya, 1871’den itibaren Fransa ve İngiltere’ye hem ekonomik hem de askeri bakımdan meydan okuyacak bir konuma ulaştı.

20. Yüzyıl’la birlikte olgunlaşan ve bir dünya sistemi halini alan kapitalizm, dünya pazarını kimin yöneteceği kimin ne kadar pay sahibi olacağı konusunda büyük


AVRUPA’DA LATİN VE CERMEN DAMGASI

Günümüz Avrupasının kültürel karakteri ve şekillenmesinde başrol oynayan iki ana damar göze çarpar: Latin ve Germen kavimleri. Bu iki baskın topluluk, sırayla Avrupaya egemen olmuş ve bu egemenliğin asıl dayanağı da Avrupanın en eski hakları Keltler ve Galyalılar üzerinde kurulan hakimiyet olmuştur.

Latin topluluklar Güney Avrupa’nın hakim kuşağı ve Antik Yunan-Roma imparatorluğu döneminin egemen topluluklarıydı. Avrupa’daki irili ufaklı diğer kavimlere boyun eğdirmiş ve askeri, ekonomik, siyasi bakımdan onlara zorla kendi diktiği elbiseyi giydirirken, kültürel bakımdan da baskın olmuşlardır.

Avrupa coğrafyasının ikinci baskın karakteri ise, Roma imparatorluğunun çökmesinde ve daha bunun ardından oluşan feodal Avrupa’nın siyasi ve kültürel gidişatını belirlemede temel rol oynamış olan Germen topluluklarıdır.

Germen kavimlerinden Anglosaksonlar, Franklar, Normanlar Kuzey ve Batı Avrupa’ya yönelerek buradaki yerel topluluklarla (Keltler ve Galyalılar gibi) hem dil, hem kültürel hem siyasi etkileşim içine girmiş ve böylece hem gittikleri yeri değiştirmiş hem de kendileri değişerek modern Avrupa’nın siyasi-kültürel şekillenmesinde etkili olmuşlardır.

Orta Avrupa’nın hakim gücü yüzyıllar boyunca Roma Cermen İmparatorluğu bünyesindeki krallıklar olsa da, Orta ve Batı Avrupa’da Keltler ve Galyalılar gibi kıtanın en eski topluluklarıyla karışarak bölgesel otorite haline gelmiş olan ve aynı zamanda dil, kültürel doku vb. bakımından da kendine ait özellikler kazanan eski Germen kavimleri, kapitalizm döneminde bugünkü haline evrilecek ülkelerin (Fransa, İngiltere, İspanya) temellerini atmışlardı. Roma Cermen İmparatorluğu’nu oluşturan 7-8 temel hanedanlığın ortak paydası ise kısmi farklılıkları olmakla birlikte Almanca konuşmalarıydı ve bunlar da günümüzün Almanya, Avusturya, Hollanda, Danimarka gibi Orta ve Kuzey Avrupa ülkelerinin hammaddesini oluşturdular.

Close