Written by 16:49 POLITIKA

Avrupa ülkelerinin Filistin’i tanıma kararlarının arkasında hangi hesaplar var?

Yücel Özdemir

Yarın başlayacak ve cuma günü sona erecek Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu toplantısı öncesinde en dikkat çekici gelişmeler İngiltere, Kanada, Avustralya ve Portekiz’in Filistin’i bağımsız devlet olarak tanıma kararları oldu. Fransa, Belçika, Malta, Luxemburg, San Marino ve Andora’nın da BM Genel Kurulu kapsamında Filistin’i bağımsız devlet olarak tanımaları bekleniyor.

1988’den bu yana BM’nin 193 ülkesinden 147’si zaten Filistin’i tanıyordu. 22 Ortadoğu ve Asya ülkesinin yanı sıra Küba, Venezuela ve Kuzey Kore ise İsrail’i tanımıyor. Filistin’i tanıyacağını ilan eden ülkeleri de eklediğimizde toplam sayı 157’ye çıkıyor. İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırıma tepki gösteren İspanya, Norveç, İrlanda ve Slovenya ise İsrail’in yanı sıra Filistin’i bağımsız olarak geçen yıl tanıma kararı almıştı.

15 üyeli Güvenlik Konseyi’nin değişmez ve veto hakkına sahip beş üyesinden sadece biri Filistin’i tanımıyor olacak: ABD.

Bu genel kuruldan sonra resmi kayıtlara bakıldığında BM üyesi ülkelerin küçük bir bölümü Filistin’i bunca soykırım ve zalimliğe rağmen devlet olarak tanımamaya devam edecek. Bunların başında ABD, Almanya, Japonya, İtalya, Danimarka, Hollanda, Avusturya, Yunanistan ve Çekya geliyor.

Balfour Deklarasyonu ve İngiltere

7 Ekim 2023’ten bu yana Avrupa’da Filistin’in bağımsızlığını tanıyan ülkeler arasında, 2 Kasım 1917’de yayımladığı Balfour Deklarasyonu ile Filistin topraklarında İsrail’in kurulmasına yol veren, bölgenin sömürgeci gücü İngiltere’nin (Büyük Britanya) olması ayrıca önemli. Dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour’un önde gelen siyonist liderlerden Lord Walter Rothschild’e gönderdiği mektupta çerçevesini belirlediği deklarasyonda, Filistin’de bir “Yahudi yurdu”nun kurulmasına tam destek verilmişti. Bu deklarasyon, 1920-1948 yılları arasında Filistin’de Yahudi göçünün artmasına ve Arap-Yahudi çatışmalarının büyümesine zemin hazırladı. Sonunda, İkinci Dünya Savaşı’nda yaşananların da etkisiyle İsrail devletinin kurulması ve bugünlere gelinmesinin önünü açtı.

Tarihsel olarak Filistin’in işgal edilerek İsrail’in kurulmasında rolü bulunan Avrupalı emperyalist devletlerin geç gelen Filistin’i bağımsız devlet olarak tanıma kararı bugün açısından bakıldığında “sembolik” olmaktan öteye geçmiyor. Çünkü bu kararla ne İsrail yayılmacı politikasından vazgeçiyor ne de bu ülkeler İsrail ile ilişkilerini kesiyor. Tersine, İsrail ile ekonomik ve askeri ilişkiler, Filistin halkına yönelik soykırıma rağmen devam ediyor.

Fransa ve İngiltere’nin hamlesinin arka planı

Avrupa ülkelerini Filistin’i tanımaya zorlanmasında, ülke içindeki toplumsal muhalefetin rolü büyük. Fransa, İspanya ve İngiltere gibi ülkelerde son yıllarda yüz binlerin katıldığı büyük gösteriler düzenlendi. Bu gösterilerde, işbaşındaki hükümetlerin İsrail’e açık tutum alması, en önemli taleplerden birisiydi. Sokağın gücü kendisini hissettirdi. Benzer bir hareket henüz Filistin’i tanımaya yanaşmayan Hollanda ve Almanya’da da var.

İkinci önemli faktör ise emperyalist planlar. İngiltere ve Fransa’nın geç gelen Filistin’i tanıma kararının arkasında, elbette bölgeye dair emperyalist hesaplar da var. ABD’nin bölge üzerindeki planlarını büyük ölçüde İsrail üzerinden yürütmesi nedeniyle bu iki ülke, Arap ülkeleriyle ekonomik ve ticari ilişkilerinde bir adım öne geçmek istiyor. Gazze soykırımına tam destek veren ülkelerin bölgedeki çıkarlarını eskisi gibi sürdüremeyecekleri anlaşılıyor.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un uzun bir süre önce bu BM Genel Kurulunda Filistin’i tanıyacağını ilan etmesi, bölge üzerinde egemenlik hesapları yapan İsrail’in “tarihsel koruyucu meleği” İngiltere’yi de adeta Filistin’i tanımaya zorladı. Aksi halde Fransa, Avrupa cephesinden “Arap pazarı”nda rakipsiz kalacaktı. Fransa, Filistin’i tanıma kararını Suudi Arabistan ile düzenleyeceği konferansta, adeta Arap ülkeleri huzurunda ilan edecek. Bu da kararın arkasında Arap dünyasıyla ilişkilere dair hesapların payının büyük olduğunu gösteriyor.

Almanya’nın, tarihte Yahudilere yapılanları gerekçe göstererek İsrail’in varlığını dış politikasının önceliklerinin başına yazması ve dolayısıyla yaptığı her şeye göz yumması ise bölgede çok fazla şansının olmayacağını gösteriyor.

İki devletli çözüm kaldı mı?

İsrail’in siyonist rejimi, Gazze’yi tamamen kontrol edip emlak tekellerine hibe ederek yeni yerleşim yerleri yapmanın yanı sıra, 157 ülkenin tanıdığı Filistin Özerk Yönetimi’nin olduğu Batı Şeria’yı da işgal etmeyi gündemine almış durumda. Böylece, 1917’den bu yana sürekli küçülen Filistin topraklarının tümünün ele geçirilmesi hedefleniyor. Bu koşullarda, İsrail tarafından reddedilen “iki devletli çözüm”den söz etmenin de bir anlamı kalmıyor.

BM toplantısına katılmak üzere New York’a giden Almanya Dışişleri Bakanı Johann Wadephul’un, iki devletli çözüm olmadan Filistin’i tanımayacaklarını ifade etmesi, aynı zamanda Almanya’nın İsrail politikasının kısa sürede değişmeyeceği şeklinde okunabilir.

Bu genel kurul aynı zamanda BM’nin kuruluşunun 80. yılına denk geliyor. Etkisi zayıflayan, mecalsizleşen BM’den Filistin konusunda hayata geçirilebilecek bir kararın çıkması beklenmiyor. BM Genel Kurulu gelinen aşamada ülkeler için adeta bir siyasi şov sahnesine dönüşmüş durumda.

 

Close