YÜCEL ÖZDEMİR
Geçen hafta Avrupa’da aşırı sağın beklenen yükselişini ele alırken genel olarak solun zayıflığının nedenlerini bu haftaya bırakmıştık. 2000’li yılların başından itibaren neoliberal politikaların asıl uygulayıcısı olan ve güçlerini asıl olarak işçi sınıfından, sendikal hareketten alan eski sosyal demokrat partileri artık siyasi yelpazenin “sol”unda tarif etmeye gerek yok. Zaten onlar da kendilerini Avrupa Parlamentosunda “Sosyal&Demokrat” olarak adlandırıyorlar. Yani eski “sosyal demokrat” partiler değiller. Onların yanındaki Yeşiller de her ne kadar sol gelenek ve kökenden gelse de, gelinen aşamada, savaş yanlısı militarist politikaların sözcüsü oldular.
Bunların dışında “sol” olarak geriye AP’de 36 sandalye kazanan Avrupa Sol Fraksiyonu (GUE/NGL) kalıyor. Pek çok Avrupa ülkesinde eski sosyal demokrat partiler önemli oranda güç kaybına uğradığı halde onların solunda görünen bu sol sosyal demokratlar da, bunca ağır sorunlara rağmen güç kazanma yerine kaybetti. 2010’lu yılların ortasından itibaren Almanya, Yunanistan, Fransa, İspanya… gibi birçok ülkede yükselişe geçen sol sosyal demokrat partiler, güç ve mevzi kazandıkça sistemi değiştirme yerine sisteme entegre olmayı tercih ettiler. Yüzlerini geniş yoksul emekçi kesimlere, işçi sınıfına, düşük ücretli güvencesiz çalıştırılanlara değil, sözde eleştirdikleri kapitalist düzene döndüler. Bu elbette sahip oldukları ideolojiden kaynaklanıyor.
Daha sola kayacaklarına, sistemin parçası olmaya gayret ettiler, bu yönde koalisyon ortaklıkları kurdular ve emekçi sınıflara dayatılan acı reçetelerin yürütücüsü oldular. Bu nedenle genel olarak “Avrupa solu”nun sorunu hem ideolojik hem de pratiktir. Güç kazandıkça teoride söylenenleri pratiğe geçirmeyi bir yana bırakarak “reel politika”nın başka olduğunu söylemeye başladılar. Bunu Almanya’da Sol Parti, Yunanistan’da SYRIZA, İspanya’da Podemos ve Sumar pratiklerinden izlemek mümkün. Bu tutarsızlığın en ağır sonucu ise bir bütün olarak işçi sınıfı ve geniş emekçi kitleler arasında sola güvensizliğe yol açması oldu. SSCB’nin yıkılmasıyla sarsılan güven yeniden tesis edilecekken bir kez daha sarsıldı. Bu nedenle daha önce sola oy veren işçi sınıfı, ağırlaşan ekonomik sorunlar, büyüyen gelecek korkusu nedeniyle yüzünü hızla sağa, aşırı sağa çevirmeye başladı. Aşırı sağ partilerin işçilerden, sendika üyelerinden aldıkları oyların ortalamanın üzerinde olması bunu gösteriyor.
ALMANYA ÖRNEĞİNDE İŞÇİ SINIFI VE AŞIRI SAĞ
Bu konuda hafta başından bu yana yapılan analizlerden kalan birkaç veri bulunuyor. Alman Sendikalar Birliği (DGB) tarafından yayımlanan grafiğe göre, AP seçimlerinde aşırı sağ parti AfD’ye oy verenlerin yüzde 18.5’i sendika üyesi. Irkçı parti ülke genelinde yüzde 15.9 oy alırken sendika üyelerinden aldığı oyun ortalamanın üzerinde olması dikkat çekici. Sendikalar üzerinde büyük bir etkisi olan sözde sosyal demokrat SPD’nin aldığı oy ise yüzde 18.1. SPD’nin ülke genelindeki oyu da 13.9. Sendika üyeleri arasında muhafazakar CDU/CSU’ya oy verenlerin oranı ise yüzde 24.8. Toplamda, sendika üyelerinin sağ partilere oy verdiği görülüyor.
Bir diğer önemli veriyi de “infratest dimap” adlı araştırma şirketi yayımladı. “AfD kimden oy alıyor?” sorusuna verilen yanıtta yüzde 33 ile işçiler açık arayla önde. Üstelik bu oran 2019 seçimlerine göre yüzde 10 artmış. AfD’nin oy aldığı diğer meslek gruplarında memurlar yüzde 15, serbest çalışan yüzde 17, emekliler yüzde 11 görünüyor.
Aynı verilerde SPD’nin işçilerden aldığı oy oranı yüzde 12, muhafazakar Birlik partileri (CDU/CSU) yüzde 24, Sol Parti (Die Linke) yüzde 3, Yeşiller yüzde 6, Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW) yüzde 6. Veriler, Alman işçi sınıfının yarısına yakınının muhafazakar ve aşırı sağ partilere oy verdiğini gösteriyor.
DOĞU ALMANYA AFD’YE TESLİM EDİLDİ
İki Almanya’nın birleşmesinden sonra uzun yıllar Sol Parti, Doğu Almanya’daki eyaletlerde birinci ya da ikinci güçtü. Şimdi işsizliğin, yoksulluğun, gelir adaletsizliğinin, alt yapı sorunlarının daha fazla olduğu zengin Almanya’nın yoksul doğusunda aşırı sağcı, ırkçı, hatta faşist parti açık arayla önde. AfD, Saksonya’da yüzde 32, Saksonya Anhalt’ta yüzde 30.5, Sol Partili başbakanın olduğu Thüringen’de yüzde 30.7, Brandenburg’da yüzde 27.5, Mecklenburg-Vorpommern’de yüzde 28.3 oy aldı. Doğu Almanya’daki eyaletlerde beş yıl öncesine göre oylarını yüzde 8-10 arasında arttırdı. Doğu Almanya’da Alman işçiler arasında AfD’ye oy verenlerin oranı Batı’ya göre çok daha fazla.
Bu eyaletlerde Sol Partinin oyu yüzde 5 civarına düşerken, yükselen diğer güç, ırkçı olmayan ama göçmenler ve mülteciler konusunda muhafazakarların söylediklerini tekrarlayan “sol muhafazakar” BSW. Ocak ayında kurulan bu parti bölgede ortalama yüzde 15 oy aldı. BSW asıl olarak beyaz Alman işçi sınıfına seslenen bir politika izliyor ve 2025’deki genel seçimlere kadar hem AfD’den hem de diğer partilerden işçi oylarını almaya aday bir parti.
Keza AfD ve BSW’ye Ukrayna savaşına, Alman sermayesinin çıkarları için Rusya ve Çin ile ilişkilerin bozulmasına karşı çıktıkları için oy verenler de fazla. Sol Parti, savaşa karşı mücadele etmediği için adeta hezimete uğradı.
Gelişmeler, savunduğu ideolojiden bağımsız olarak Alman işçi sınıfını kazananların, savaşa karşı çıkanların güç toplayacağını gösteriyor. Diğer Avrupa ülkelerinde aşırı sağ partilerin güç kazanmasının arkasında da Almanya’da olduğu gibi bu iki neden bulunuyor. Bunun en somut örneği Ukrayna ve Gazze savaşlarına açıktan karşı çıkan Finlandiya Sol Partinin oylarını yüzde 6’dan yüzde 17.3’e çıkarması. İsveç’teki Sol Parti de aynı nedenle oyunu yüzde 10.3’e çıkardı. Boyun Eğmeyen Fransa partisi yüzde 9.9’luk oyu savaş karşıtlığı ve sosyal kesintilere karşı mücadelesi nedeniyle aldı.
Bütün bunlar sendikalardan başlayarak emek örgütlerinin işçilerin güvenini yeniden kazanması durumunda aşırı sağın, muhafazakarların güç kaybedebileceğini gösteriyor. Sermaye partilerinin arka bahçesine dönüşmüş Alman sendikalarının yöneticilerinin bunu yapması pek mümkün görünmüyor. Ancak, sendika bürokrasisi dışında tabandan ortaya çıkacak yerli-göçmen işçilerin içinde olduğu inisiyatifler bunu başarabilirler.