Written by 11:46 uncategorized

Aynı cümleler, aynı hedefler

Yıllardır Almanya’ya gelip giden Türkiye başbakanlarının konuşmalarına, demeçlerine dikkat edilirse…

Düsseldorf ‘taki ISS Dome Gösteri Merkezi’nde 10 bine yakın Türkiye kökenli göçmene hitaben bir konuşma yapan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bir taraftan 50 yıl önce Almanya’ya göç eden Türkiye kökenli göçmenlerin artık yaşadıkları bu ülkenin parçası olduğunu, dolayısıyla uyum sağlamaları gerektiğini dile getirirken, diğer taraftan Türkiye’nin “koruyucu teminatında” olduğundan söz etti. Yani, aradan yarım asır geçmesine rağmen Türkiye kökenli göçmenlerin Türkiye’nin egemenlik alanı içerisinde bulunması gerektiğinden dem vurdu.

Almanya’ya yaptığı her gezi sırasında konsolosluklar, AKP’nin Avrupa’daki uzantısı durumundaki Avrupa Türk Demokratlar Birliği (UETD) ve asıl olarak DİTİB üzerinden vatandaşlarla bir araya gelmeye özen gösteren Erdoğan, bu yöndeki ilk büyük buluşmayı üç yıl önce Köln Arena’da yapmıştı. 16 bin kişilik salonda yapılan konuşmada ifade edilen “Asimilasyon insanlık suçudur” sözü Alman kamuoyunda büyük tartışmalara yol açmıştı. Keza, Merkel’in Ankara’ya yaptığı ziyaret öncesinde de Erdoğan’ın Almanya’da Türk liseleri kurulması gerektiği yönündeki açıklaması benzer bir tartışmaya yol açmıştı.

TÜRKİYE’NİN KESİNTİSİZ POLİTİKASI VE AKP

Türkiye’den Almanya’ya göçün 50 yıllık tarihi boyunca pek çok Türkiye Cumhuriyeti başbakanı, bakanı, cumhurbaşkanı Almanya’ya geldi, diplomatik temaslarda bulundu. Her iki devlet arasında süren ilişkilerde göçle birlikte yeni bir boyut eklendi, göç ve göçmenlik konuları devletler politikasında hep pazarlık, tartışma konusu oldu, olmaya da devam ediyor.

Erdoğan’dan önceki başbakanlar, -belli dönemlerin dışında- genellikle sıradan vatandaşlar yerine “seçmece örgütleri” ile bir araya gelmeyi tercih ediyordu. Otel lobilerinde, konsolosluk derneklerinde yapılan toplantılara Erdoğan Hükümeti şimdi de büyük buluşmaları ekledi.

Bu elbette yıllardan beri Türkiye’nin devlet olarak Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkiye kökenli göçmenlere yönelik olarak sürdürdüğü politikanın, “elitist” yaklaşımdan çıkarılarak daha geniş bir kesimi kapsama ve yanısıra AKP’nin buradaki Türkiye kökenliler içindeki etkisini arttırma hedefinin bir parçası niteliğinde ki, bu tutumun uyum sürecine daha fazla olumsuz etkide bulunacağı açıktır.

AYNI KALIPTAN ÇIKMIŞ GİBİ!

50 yıldır Türkiye devleti cephesinden söylenenleri az çok yakından izleyenler, gelip giden cumhurbaşkanları ve başbakanlarının üslubunda bazı değişimler olmakla birlikte, özünde kullanılan cümlelerde bir değişimin olmadığını görecektir: “Anadilinizi, kimliğinizi unutmayın”, “Nerden geldiğinizi hiç bir zaman unutmayın”, “Almanca öğrenin”, “Türkiye’nin elçileri olun”, “Türkiye sizin vatanınız”, “Siz Türkiye’nin teminatı altındasınız”…

Sıkça duymaya alışık olduğumuz bu cümleler, iktidarda olduğundan bu yana Erdoğan tarafından da sürekli dile getirildi ve Düsseldorf konuşmasında bir kez daha tekrarlandı. 5 Mart günü de Bochum’da CHP lideri Kemal Kılıçtaroğlu tarafından aynı çerçevede bir konuşma yapılması bekleniyor.

Bu bakımdan, Türkiye’den Almanya’ya gelen egemen siyasetin söylem ve yaklaşımı bakımından ortada “yeni” olan bir durum yoktur, bilinenlerin yeni koşullara uyarlanarak tekrarlanması vardır.

EZBERLERİ SORGULAMANIN VAKTİDİR

Göçün üzerinden yarım asrın geçtiği ve pek çok şeyin tartışıldığı bu yıl içinde Türkiye devletinin sözünü ettiğimiz ezberlenmiş kalıplarını, şablonlarını daha yüksek sesle sorgulamanın vaktidir.

Örneğin Erdoğan Düsseldorf’ta yaptığı konuşmada, “Size kim ne derse desin, siz benim vatandaşlarımsınız. Siz benim arkadaşlarımsınız benim öz kardeşlerimsiniz“ diyor.

Belki birçok kişi için kulağa hoş gelen, “helal olsun vatandaşına sahip çıkıyor adam” dedirten bu sözlere ve bu tutuma biraz dikkatlice bakıldığında, burada yaşayan Türkiye kökenli emekçilerin dertlerini azaltmak bir yana daha da arttırmaktan başka bir işe yaramadığı görülecektir.

Çünkü bu sahiplenme, burada yaşayan emekçilerin iş ve sosyal hayatta yaşadığı sorunların çözümüne bir katkı içermiyor. Buradaki Türkiyeli emekçilerin sorunu hangi devletin ‘tebaası’ olacağı değil, insanca çalışacak ve insanca yaşayacak koşullara sahip olmakla ilgilidir.

Ve biliniyor ki; Almanya’da yaşayan üç milyondan fazla Türkiye kökenli göçmenin üçte birisi yasal olarak Türkiye’nin değil Almanya’nın vatandaşı. Yasal yurttaşlık bağı ile Türkiye’ye bağlı olmayan Türkiye kökenliler de Erdoğan için “benim vatandaşlarım” olarak görülüyor. O da bu çelişkinin farkında olduğundan ötürü şimdi Mavi Kart’ı kimlik haline getirmeyi ve yurttaşlık bağını güçlendirmeyi önüne hedef koymuş bulunuyor.

BİR GARANTÖRE İHTİYACIMIZ YOK

Erdoğan’ın sıkça üzerinde durduğu ve dile getirdiği “Şunu bilmenizi istiyorum. Sizler asla yalnız değilsiniz. Kimsesiz değilsiniz. Türkiye Cumhuriyetinin teminatı altındasınız“ vurgusudur.

Dara düşen, çaresiz kalan, yardım arayan her birey ya da topluluk için bu tarzda bir sahiplenme ilk etapta kulağa hoş gelebilir. Ama iş gelip somut yardıma dayandığında, bu söylemin aslında pek de bir işe yaramadığı görülecektir.

Örneğin, işsiz bırakılan, taşeron işletmede çalıştırılan, okuldan atılan ya da başarısız kalan, ırkçı saldırıya uğrayan bir Türkiye kökenli göçmen için Türkiye ve Erdoğan ne yapabilir?

Eğer Erdoğan’ın temel ekonomik-sosyal sorunların çözümü için atacağı adımlar varsa önce bunları Türkiye’de yaşayan milyonlarca işsiz ve yoksullar için yapsın! Belki o zaman bir yararı dokunur, insanlar buradan Türkiye’de ekonomik sıkıntı içinde olan ailelerine yardımda bulunma sıkıntısından kurtulurlar.

Erdoğan, Merkel’in yakasına yapışıp “işsizime iş, gencime meslek eğitim yeri ver!” demeyeceğine göre “Türkiye”nin teminatı” sadece boş bir söylemden öteye gitmiyor.

Ya da Möln’de, Solingen’de Türkiye kökenli göçmenler ırkçı-faşistler tarafından yakıldığında Türkiye’nin “teminatı altında” olmanın pratik bir anlamı oldu mu?

Bütün bunlar, “teminat altında” olmanın günümüz koşulları içinde sorunları çözmediğini, bu söylemin asıl olarak göçmenleri politik ve kültürel olarak etki alanı içinde tutmak amacıyla kullanıldığını gösteriyor.

Bu yüzden de Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli göçmenlerin ekonomik, sosyal ve politik sorunlarının çözüm adresi ne Ankara’daki ne Berlin’deki sermaye hükümetlerinden değil, bu ülkede Alman halkıyla birlikte verecekleri ekonomik ve siyasal mücadeleden geçiyor…

YÜCEL ÖZDEMİR

Devletin olanaklarıyla ‘Düsseldorf Buluşması’

Başbakan Erdoğan’ın 27 Şubat günü Düsseldorf’ta yaptığı buluşma öncesinde Köln ve Düsseldorf’ta büyük panolara afişler asıldı, insanların ücretsiz salona taşınması için otobüsler tutuldu.

Edinilen bilgilere göre Düsseldorf buluşması için Köln ve Düsseldorf’ta 1200’den fazla bilbord ve ışıklı tabela kiralandı. Ayrıca “megalight” olarak bilinen 125 büyük  ışıklı panoya reklam verildi.

Otobüsler DİTİB camilerinden kalktı

Resmi olarak “Yurtdışı Türkleri ve Akraba Toplulukları Başkanlığı” tarafından düzenlenen buluşma için tutulan otobüslerin neredeyse tümü Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) üyesi camilerin önünden kalktı. Buluşma için camilerde yoğun propaganda yapıldı, isim listeleri oluşturuldu.

Sadece otobüsler için 360 bin Euro’nun verildiği ileri sürülüyor. Salon, afiş vs. giderler hesaplandığında devlet kasasından yüklü bir meblağın harcandığı anlaşılıyor. Yani Erdoğan vatandaşın parasıyla vatandaşına sahip çıkmış oluyor! (YH)

Oy hakkı müjdesi boş çıktı

Erdoğan, Düsseldorf’ta yaptığı konuşmada, Haziran ayında Türkiye’de yapılacak seçimler için yurtdışında yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının konsolosluklarda oy kullanabilecekleri müjdesini verdi. Bu konuda gerekli girişimlerin tamamlandığını söyleyen Erdoğan, “Sizlerin büyükelçiliklerde, konsolosluklarda oy kullanmanız için gerekli yasal düzenlemeler tamam. Ülkelerden izin almak kaydıyla vatandaşlarımız burada oylarını kullanabilecekler. Almanya’da iki bakandan cevap bekliyorum. Sayın Merkel ile bunu görüşeceğim” dedi.

Ancak bu “müjde”nin verildiği saatlerde Yüksek Seçim Kurulu Ankara’da yurtdışındaki seçmenlerin bu yıl içinde yapılacak milletvekili seçimlerinde gümrük kapılarında oy kullanmalarına karar verdi. YSK, bulundukları ülkelerde kurulacak sandıkta oy kullanma ve elektronik oylama yöntemlerinin daha sonraki seçimlerde uygulanabilmesi için mevcut komisyonlarca çalışmalara başlanmasını da kararlaştırdı. YSK’nın konuya ilişkin kararı, Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında yayımlandı.
Kararda, bu yıl yapılacak milletvekili genel seçimleri için yaklaşan seçim tarihi ve koşullar değerlendirildiğinde, yurtdışı seçmen kütüğüne kayıtlı seçmenlere sandıkta veya elektronik oylama yöntemiyle oy kullandırmanın, seçim tarihi göz önüne alınarak teknik altyapı hazırlıklarının tamamlanabilmesinin süre yönünden olanaksız olduğu belirtildi. (YH)

Close