Written by 11:38 uncategorized

‘Azınlık Modeli’yle nereye kadar?

Beş partili Alman siyaset sahnesinde artık hangi koalisyonun gündeme geleceği belli değil. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Federal Cumhuriyet’te hükümet koltuğu hep Sosyal-demokratlar ile Hıristiyan-demokratlar arasında gidip geldi. Çok kısa bir süre dışında 1998 yılına kadar hem federal hem de eyaletler düzeyinde kurulan ortaklıklarda Hür Demokrat Parti (FDP) hep “kilit rol” oynadı. Kimi zaman Hıristiyan Demokratlarla kimi zaman da Sosyal Demokratlarla ortaklık kurdu.
1998’de yapılan genel seçimlerde ise ilk kez FDP’nin içinde olmadığı, SPD-Yeşiller hükümeti kuruldu. Daha önce eyaletler düzeyinde SPD ile kurduğu ortaklıklarla rüştünü ispatlayan Yeşiller, federal düzeyde de artık güvenilir bir ortak haline geldi.
Önce Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS), sonra da Sol Parti’nin hem eyalet hem de federal düzeyde parlamentoya girmesiyle birlikte, bu döneme göre sermaye açısından kolay olan hükümet ihtimalleri karmaşık hale geldi. Bu yüzden masa başında yapılan koalisyon hesaplarının artık pek bir öneminin olmadığı bir dönemde bulunuyoruz.
Bu konuda 9 Mayıs’ta Kuzey Ren Vestfalya (NRW) eyaletinde yapılan seçimlerden sonra ortaya çıkan tabla son bir kaç yıldır pek denenmeyen “azınlık modeli”ni bir alternatif olarak öne çıkardı.
Hıristiyan Demokratlar (CDU) ile Hür Demokratların (FDP) hükümet kurmak için gerekli çoğunluğu sağlamadığı durumlarda Yeşiller, Hıristiyan Demokratlar için en önemli ortak haline gelebiliyor. Sosyal Demokratlar (SPD) ile Yeşiller’in oylarının koalisyon için yeterli olmadığı durumlarda ise FDP, bir partner olarak görülüyor, ama bu konuda istenilen model (trafik lambası) tutturulabilmiş değil.

ÇEKİMSER ORTAK
Ama bu sefer, Sol Parti, “çekimser ortak” olarak zorla da olsa devreye konuldu. Oysa, Sosyal Demokratlar, iki yıl önce Hessen Eyaleti’nde ortaya çıkan benzer bir durum karşısında Sol Parti’nin “görünmeyen ortaklığına” dahi yanaşmamış ve sonunda erken seçime gidilmiş ve başbakanlık koltuğu bir kez daha Hıristiyan Demokratlara verilmişti.
SPD ve Yeşiller’in oylarının yetmediği durumda Sol Parti’nin dışarıdan desteği ya da “çekimser ortak” şeklinde davranması ilk kez NRW’de hayata geçirildi. Mecliste salt çoğunluğu sağlayamayan SPD-Yeşiller koalisyonunun, Sol Parti’nin çekimser kaldığı durumlarda yeterli çoğunluğu sağlayarak; başbakan seçmesi, yasalar geçirmesi mümkün görünüyor.
SPD, Yeşiller ve Sol Parti’nin bir “sol koalisyon” kurması gerektiği fikri, yıllardır değişik biçimlerde telaffuz ediliyor ve bunun gerçekleşmesi için kimi çevreler tabandan da baskı yapmaya çalışıyordu.

SOL KOALİSYON MU DEDİNİZ?
Bu üç partinin doğrudan bir koalisyon kurmasının önünde elbette bir çok engel bulunuyor. Çünkü, ekonomik, sosyal politikaları bakımından programlarında keskin farklılıklar var ve Sol Parti’yi de asıl olarak bu farklılıklar “farklı” kılıyor. Ancak, hükümet modeli arayışları sırasında Sol Parti içinde önemli bir kesim, koalisyon ortağı olmayı, hükümete gelmeyi her şeyin önüne koyarak propaganda yapıyor.
Emekçilerin kazanılmış haklarında önemli budamalar yapan ve işçi ve sendika tabanını partiye bağlamak için imaj tazeleme gayretleri dışında, emek düşmanı politikasından vazgeçmeyen SPD ile kurulacak doğrudan ya da dolaylı bir koalisyon ortaklığının Sol Parti’ye faturasının çok daha ağır olacağı bugünden görülüyor.
Öte yandan azınlık hükümeti modeli, Sol Parti’ye bu hükümet üzerinde emekçilerin güncel-acil talepleri konusunda baskı yapmaya daha fazla olanak sağlıyor. Daha önceki Hıristiyan Demokrat-Liberal koalisyonun çıkarmış olduğu yasaları iptal ettirmek için de bu baskı önemli görünüyor. Bunların başında da üniversite öğrencilerinden alınan harçlar geliyor.
Nereden bakılırsa bakılsın,  NRW’de Sol Parti’nin “çekimser ortak” olarak SPD-Yeşiller hükümetine verdiği destek, yeni bir koalisyon seçeneği olarak ortaya çıkmış ve hayata geçirilmiş bulunuyor.
Şimdiden bu modelin 2013’te yapılacak genel seçimlerden sonra işe yarayıp yaramayacağından söz ediliyor. Bugün, kesin bir dille Sol Parti’nin doğrudan ya da dolaylı desteğini reddeden SPD yöneticileri, hiç şüphesiz günü geldiğinde benzer bir taktiği, koşullar el verdiği oranda hayata geçirmeye çalışacaktır. Ancak bunun, her an çöküşü içinde barındıran bir model olduğu da ortadadır. Sol Parti ise, ileri sürdüğü taleplerden “koalisyon ortağı” olma adına feragat ettiği sürece, güç ve itibar kaybedecektir. (YH)

Close