Written by 11:12 uncategorized

Bir iltica hakiminin haykırışı: Müdahale savaşlarına son verin!

Sınırların kapatılmasıyla sığınmacı sorunu çözülemez. Sığınmacıları yeni duvarlar durduramayacaktır…

siginmaciŞu an gözlerimiz önünde cereyan eden, yeni çağ halklar göçünün sadece ön dönemi. Şehirlerimize, köylerimize akın eden yüzbinler sadece öncüler. Milyonlarcası onları takip etmek için bekliyor. Bu nedenle Alman İçişleri Bakanı, bu yıl gelecek sığınmacı sayısıyla ilgili tahminini 450 bin’den 800 bin’e, yani neredeyse iki katına çıkardı.

Yaşadıkları yerlerden açlık veya savaşlar nedeniyle kaçmak zorunda kalanlar, veba ile kolera arasında tercih yapmak zorunda kalıyorlar.

Ya orada kalıyorlar ve büyük ihtimalle ölüyorlar ya da sonu belli olmayan uzun ve tehlikelerle dolu bir yolculuğa çıkıyorlar.

Milyonlarcası ikincisini tercih ediyor. Bir sürü şeyden vazgeçmeyi, hastalıkları, soygunları göze alarak yaya ya da otostopla çöllerden, bataklıklardan ve düşman kabilelerin yaşadığı bölgelerden geçiyorlar. Genel olarak Kuzey veya Batı’ya, ama hepsi de denize doğru yol alıyorlar. Şansları varsa aylar sonra bitkin bir şekilde herhangi bir sahile eriştiklerinde onları kaçışın yeni ve hiç de daha az tehlikeli olmayan yeni evresi bekliyor.

İnsan şebekeleri ailelerinin veda sırasında hedeflerine eriştiklerinde kendilerini unutmamaları ricasıyla ellerine tutuşturdukları parayı alıyorlar. Bekleme dönemi başlıyor. Ve bir gece tıklım tıklım dolu, denize açılamayacak durumdaki plastik bota bindiklerinde yapabilecekleri tek şey ölmeden karaya ulaşabilmek için dua etmek oluyor.

Tabi ki yolculuğun çok tehlikeli olduğunu biliyorlar, ancak ülkelerinde kaldıkları zaman yüzde yüz öleceklerini bildiklerinden, bu ölüm tehlikesini ‚ya ölmeden kurtulursak‘ diye göze alıyorlar.  Çoğunluğu, erişmek istedikleri ülkelerin gelmelerini hiç ama hiç istememesi nedeniyle (de) boğularak ölüyorlar.

Televizyonlarda şu an gördüğümüz, yoksulluktan zenginliğe ve savaş bölgelerinden güvenli bölgelere sığınmacı akımı.

Biz, refah ve huzur içindeki Avrupa ülkelerinde yaşayanlar gelişmeleri hoş bulmayabiliriz. Sorun bu değil zaten. Bize düşüncemizi soran yok. Dünyanın acı çekenleri ve ne yapacağını bilmez durumda olanları koşulsuz olarak yola çıkmış durumdalar.

Birleşmiş Milletler Sığınmacı Yardım Kurumu’nun raporuna göre, 2013 yılı sonunda 50 milyon sığınmacı, iltica etmek isteyen ve ülkeleri içinde göç etmek zorunda bırakılan vardı. Bir yıl sonra bu sayı 10 milyon arttı. Sığınmacıların yarısını çocuklar oluşturuyor. 20 milyon insan şimdi ülkeleri dışında sürgünde yaşıyor. Sadece Afganistan ve Suriye’den ülke başına 2,5 milyon kişi kaçışta. Somali’den 1,2 milyon, Iraktan 400 bin kişi yollarda. Sığınmacıların çoğu Türkiye, Pakistan, Lübnan, İran gibi sığınmacı akımından önce de büyük ekonomik problemlere sahip ülkelerin dev sığınmacı kamplarında yaşıyor.

Bu ülkeler Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinin refah düzeyine sahip değil. Şimdi sığınmacıların yükünü de çekmek zorundalar. Sığınmacı kamplarının durumu içler acısı. Dünyanın en zengin ülkelerinden Almanya’nın çok az sığınmacı gelmesine rağmen karşılaştığı zorluklar düşünüldüğünde bu ülkelerin durumu daha iyi anlaşılabilir.

SIĞINMACI AKIMININ DURMA İHTİNMALİ YOK

Sığınmacı akımının durma ihtimali yok. İstediğimiz kadar zenginliğimizi korumak için duvarlar kuralım, bu duvarlar milyonlarca sığınmacıyı durduramayacaktır. Yeni, daha sert yasalar da problemi çözemeyecektir. Çünkü bunlar Afrika’nın, Orta ve Yakındoğu’nun savaş bölgelerinde yaşayanlar tarafından duyulmayacaktır. Suriye, Somali, Eritre, Irak ve Afganistan’da yaşayanların bizim iltica yasalarımızı okumaktan daha büyük problemleri var.

Sığınmacılara verilen cep harçlığının azaltılması, para yerine alışveriş fişi verilmesi de onları ilgilendirmiyor. Savaş ve yoksulluktan kaçanların tek hedefi var; yaşamlarını kurtarmak! Şanslı olup da sınırlarımıza kadar gelebilenler, hiç de kucaklanmayacaklarını, kendilerini zorlu bir bürokrasinin, aşağılanmanın, düşmanca saldırıların beklediğini biliyorlar.

Onları yola döken ne maceraperestlik ne de uzak, yabancı bir ülkede refah içinde yaşam. Ülkelerindeki işin içinden çıkılmaz durumdan kaçıyorlar. Kim sevgili ailesinden, dostlarından, tanıdıklarından, alıştığı şehir veya köyünden kolayca ayrılabilir ki? Dilini, kültürünü tanımadığı, istenmediğini bildiği bir ülkeye kim zevkle gidebilir ki?

Kitlesel göçler insanlık tarihinin başlangıcından bu yana varolmuştur. Göçün şimdiki biçimi ise farklı özellikler taşıyor. Birinci olarak bu kadar çok sayıda insan için bu kadar tehlikeli durum hiç olmadı. İkincisi servet hiçbir zaman bu kadar adaletsiz dağıtılmamıştı. Üçüncü olarak bir kıtadan diğerine gitmek bu kadar kolay değildi. İşte bu üçü biraraya gelince günümüzdeki kitlesel göç ortaya çıktı.

ANALİZ KOLAY TERAPİ ZOR

Analiz bu denli kolay olmasına karşın terapi oldukça zor. Sığınmacı akımının sonuçlarıyla uğraşıp çözüm arayanlar, nedenlerini ortadan kaldıracak adımlar atmazlarsa yaptıklarının herhangi bir değeri olmaz. Kaçış nedenlerini aramaya başladığımızda en fazla sığınmacı gelen ülkelerin son 20 yıldan beri savaş alanına çevrilen Afganistan, Irak, Suriye, Etyopya, Somali ve bir zamanların Yugoslavyası gibi ülkeler olduğunu görürüz.

BAMF’ın isttaistiklerine göre de, 2014 yılında Almanya’ya en çok bu ülkelerden sığınmacı gelmişti. Bu savaşların ortak özelliği ABD ve müttefikleri tarafından devletler hukukuna aykırı olarak başlatılan müdahale savaşlarının kurbanı olmaları.

Bu savaşlar, ölümlerin, kaosun, toplumsal yıkımların, din motifli katliamların ve kitlesel kaçışların ana nedeni. Bu nedenle kitlesel kaçışları engellemek isteyen müdahale savaşlarına son vermeli ve NATO gibi askeri birlikleri savunma görevlerine geri döndürmelidir. Bu, İran ve Ukrayna gibi barut fıçısına çevrilmiş ülkeler için de geçerlidir.

PAYLAŞMAYI ÖĞRENMELİYİZ

Savaşların acılarını en fazla yerlerinden yurtlarından edilen insanlar, sığınmacılar  ve zaten problemler içinde yaşayan Ortadoğu ve Güney Avrupa ülkeleri çekiyor. ABD, iki Okyanus’la güvence altına alınmış olduğundan sığınmacı akımından hiç etkilenmiyor. Savaşların sonucu ABD’nin müttefiklerini de zor duruma düşürüyor. Bu nedenle Almanya’nın mülteci sorununa yapacağı en büyük katkı müdahale savaşlarına desteğini çekmesi ve kriz bölgelerine silah satışına son vermesidir.

Bunu yapmazsak sığınmacı akımından şikayet etme hakkımız da olmaz.

Ayrıca savaş ve yoksulluk içindeki ülkelerle gerçek dayanışma içinde olmamız gerektiği düşüncesini kabullenmemiz gerekiyor. Tatlı sözler ve sadaka dağıtımı uzun vadede bir işe yaramayacaktır.

Paylaşmayı öğrenmemiz gerekiyor. Ülkemizdeki zenginliğin, başka ülkelerin acılarından kaynaklandığını görmemiz gerekiyor. Alternatif, zenginliğin, servetin adil paylaşımıdır. Ya dünyanın yoksullarıyla paylaşmaya hazır olacağız ya da sığınmacı akınından şikayetçi olmayacağız.

 

Peter Vonnahme

  • Peter Vonnahme emekli oluncaya kadar Bavyera’da hakim olarak görev yaptı.  International Association of Lawyers against Nuclear Arms (IALANA) Almanya seksiyonu üyesidir. 1995-2001 yılları arasında yeni hakimler Birliği yönetim kurulu üyesiydi.
Close