Written by 11:06 uncategorized

Bir Moskova gezisi

Ali Çarman

Moskova’nın adı bile insanı heyecanlandırıyor. Mayakovski, Brecht, Nazım… ince ruhlu insanlara ilham kaynağı olan şehir. Hiç bir zaman işgalcilere teslim olmamış direngen, adı şu ya da bu biçimde gündemden düşmeyen başkentlerden ilk sıralarda yer alan görkemli bir kent.
Bir grup arkadaşla gerçekleştireceğimiz Moskova gezisi hazırlıkları sırasında heyecan çoktan başlamıştı. Daha uçağa binerken, orada bulunduğumuz her anımızı değerlendirmeyi, boşa zaman harcamamayı konuşuyoruz. Nasıl böyle olmasın ki; Moskova çocukluğumuzda bilincimize kazıldı. Bunda dünyanın ilk işçi devletinin başkenti olması, faşist kudurganlığa ve işgale karşı kahramanca, can pahasına direnmesinin yanısıra, faşist 12 Eylül darbesi öncesi ülkede en küçük bir hak arama eyleminden en politik eyleme kadar her defasında faşistlerin “Komünistler Moskova”ya diyerek devrimcilere, işçilere saldırmaları nın da payı var kuşkusuz.
Havaalanından misafir olacağımız eve kadar yol boyu gezilecek yerler üzerine konuşup duruyoruz. Kızıl Meydan, Lenin mozelesi, müzeler, metro, sonu gelmez parklar, Yedi Kızkardeşler, Nazım Hikmet’in mezarı ve daha neler neler. Moskova bir umman, gez gezebildiğince… bitmez bir kitap, oku okuyabildiğin kadar…
Şehrin can damarına doğru yol alırken ellerinde üç beş kuruşluk hediyelik eşya satıcıları her an yolunuzu kesebilir. Lenin ve Stalin’e benzediğini sanan birileri parayla resim çektirmenizi ısrarla ister. Tarih müzesi önünde ise her yaştan insanların bir daire içine girip dilek tutup küçük paralar atan kalabalığa ister istemez takılırsınız.
İŞÇİ SINIFININ KALBİNDE!
Güneşli bir Ağustos sabahı Moskova’nın en ünlü alanı Kızıl Meydan’dayız. Kapitalizmin yere çalındığı ve faşizmin yenilgiye uğradığı alan. Burası her zaman şehrin en kalabalık merkezi durumunda. Dünyanın dört bir yanından gelen insanlar, büyük bir hayranlık içinde çevrelerini izliyorlar. Bir yanda Kremlin Sarayı, bir yanda GUM diye tabir edilen pahalı mağazalar, diğer yanda rengarenk görünümlü Aziz Basil Kilisesi. Meydanda, Lenin üzerine, Stalin üzerine söylenceler boşlukta dolanır durur. Geçmeden belirtmede yarar var. Uzaktan baktığınızda şehir merkezi kiliseler şehrini andırıyor. Sırtımızı Tarih Müzesi’ne verip Kızıl Meydan’ı seyrediyoruz. Dikdörtgen biçimindeki kocaman alanda geçmiş zamanı hayal ediyoruz. “Bu alan kaç kez işçi kanıyla sulandı, kaç 1 Mayıs’ta Enternasyonal okundu, binlerin katıldığı mitingler yapıldı” diye bakıyoruz. Ne var ki, meydan ‘ünlü’ müzisyenlerin, ünlü markaların pazarlama alanı yapılıvermiş. Saat 11.00 civarında 100 kişilik bir grup, ellerinde Lenin resimleri ve kızıl bayraklarla gösteri düzenliyor. Bizler biraz sevinç biraz da acı karışımı bir tebessümle izlemekle yetiniyoruz. Bir zamanlar tüm dünyayı sarsan ve tarih yazılan alan şimdi tar-u mar edilmiş durumda . ‘Lenin 
O bizim öğretmenimizdi 
Bizimle kavgaya atıldı.
Şimdi 
İşçi sınıfın 
Kalbinin derinlerinde yatıyor’ dünya işçi sınıfının duygularına aracı olan B.Brecht’in dizeleri aklımıza düşünce Kızıl Meydan kale duvarları dibine yapılmış Lenin Mozelesi’ne doğru yürüyoruz. Uzaktan bakıldığında, kızıl taşlarla yapılmış bir piramidi andırıyor. Kadınlı-erkekli oldukça uzun bir kuyruk. Kimse sağnak yağmura aldırış etmiyor. Didik didik aranıyoruz. Kamera yasak, cep telefonu yasak. Giriş ise ücretsiz. Yüreğimiz güm güm ediyor. Tarihte silinemez bir yer tutmuş, Büyük Ekim Devrimi’nin önderlerinden Lenin‘i göreceğiz.
Kısa denecek bir mesafeden anıta doğru suskunca ağır adımlarla yol alıyoruz. Attığımız her adımda saygıyla sağımıza bakıyor ve yumruklarımızı sıkıyoruz. Zira burada devrimin kahramanlarından Stalin, John Reed, Gorki yatmakta. Ve mozelenin eşiğindeyiz. Görevliler herkesi sessizliğe davet ediyor. Kırmızı ışıkların gölgesinde adım adım acele etmeden ilerliyoruz. Bir an dahi durmak yasak. İşte ömrünü işçi sınıfının davasına adamış Lenin, cam bölme içinde yanıbaşımızda uzanmış derin bir uykuda… Nefesler kesili, gözler bir noktaya odaklanmış, saygı duruşuna geçenler, gözyaşlarını derinlerde saklamayı başaramayanlar. Bu ana, bu heyacana kendimizi kaptırıyoruz… Grubumuzdan birinin dayanamayıp, “Lenin yaşıyor” diye haykırması, uyarı almamıza neden oluyor.
Lenin ziyaretinin ardından bu kez şans eseri Meçhul Asker Anıtı önündeki törene denk geliyoruz. Alexander Parkı’nın giriş kapısının hemen yanına yapılmış kızıl bayraklı sancak, bir miğfer ve yıldızın ortasında hafiften yanan sönmez ateş görüntüsü. Büyük bir itinayla gerçekleşen töreni bini aşkın kişi dikkatle izliyor.

MOSKOVA KİMİN?
Yine bir gün Moskova sokaklarında deli divane misali dolaşırken yolumuza Türkiyeli bir baba-oğul çıktı. Ordan burdan konuşmanın ardından yüzünde bıçak yarası izi olan baba, eskiden “solcular komünistler Moskova’ya derdik. Hatta bu yüzden kanlı bıçaklı kavgalarımız da oldu. Bakın bugün biz milliyetçiler seve seve Moskova’ya geliyoruz. Zira Moskova artık bizlerin oldu” deme beyhudeliğinde bulundu.
Moskova’da gezinirken sosyalist dönemin kazanımlarıyla, bugünün kapitalist dünyasının yıkım ve talanı net bir biçimde fark ediliyor. Ekim Devrimi sonrası neredeyse baştan aşağı yeniden şekillendirilen kentin geniş caddeleri, görkemli yapıları korunuyor korunmasına da, sağında solunda kocaman demir veya cam yığınından ibaret biçimsiz evler dikkat çekiyor. En kötüsü de, şehir yıllardır bir talan ve yıkım tehditi altında. Egemenler tarihsel bir öfkeyle yaratılan değerlere saldırıyorlar.
Yeryüzünde acaba başkaca hangi kentin duvarlarında, müzelerinde, sokak ve caddelerinde toplumcu gerçekliğin şaheseri eserler ve işçi kokusu gelir?.. Sevgili Vedat Günyol bir yazısında “faşistler Meksika’ya girmiş olsalardı kitapları yakmaları değil, devrimi resimlerle anlatan duvarları kazımaları gerekirdi” diyor. Her yanı sosyalizmi ve yaratılan güzelliklerle bezenmiş Moskova’da atmosferi silmeye ise kimsenin gücü yetmez… Ve yaratılan bu değerleri savunmak için illaki komünist olmaya da gerek yok. Doğru ile yanlışı ayırt edebilen, geçmiş ile gelecek arasında bağ kurabilen her insan, rahatlıkla ‚bunlar bizlerin de kazanımları‘ diyebilmekte.

MOSKOVA’DA YAŞAMANIN SAADETİ OLMASA!
Moskova gezimizin son günündeyiz… Her fırsatta Moskova’ya, sosyalizme vurgun ve kendi ülkesinde sürgene zorlanan,
‘seni düşünüyorum memleketim, memleketim, Türkiye’m seni düşünüyorum 
zaten bir dakka çıktığın yok aklımdan, 
hasretin dayanılır gibi değil 
Moskova’da yaşamanın saadeti olmasa’ diyerek hasret gideren Nazım Hikmet’i ziyarete gidiyoruz. Ellerimizde kızıl karanfillerle koşar adımlarla Nazım Usta’nın mezarına ileriyoruz. İnsan mezarlığa hayran kalır mı demeyin! Novediviçiy mezarlığı insanı kendine hayran bırakacak görünümde.
Ve ayrılık vakti geldiğinde, kavganın şehri Moskova’yı merak etmeye, hayranlıkla saygı duymaya olan hasretimizin daha da perçinlendiğini fark ediyoruz…

Close