Written by 14:07 uncategorized

Bölme politikaları bitmek bilmiyor

0101

Almanya’da bir kez daha din üzerinden emekçileri bölme politikalarına hız verildi. Özellikle İslam ülkelerinden gelen göçmenlerin sorunlarını çoğunlukla etnik ve dinsel kalıplar içerisine koyarak tanımlıyor ve ona göre “çözümler” üretiyor. Hal boyunca, ülkede yaşayan farklı dinsel kökenlerden gelen emekçileri karşı karşıya getirerek bölme politikaları etkili olmaya devam ediyor.

 

Almanya’da resmi devlet politikası adeta bir “İslam sendromu” yaşıyor. Her ne kadar ilk olarak 2006 yılında Federal Hükümet’in çağrısıyla Berlin’de Müslüman örgütlerin resmen muhatap alınarak bir İslam Zirvesi düzenlense de, İslamın da bu ülkeye ait bir din olduğu gerçeği bir türlü içselleştirilerek kabullenilmiyor. Hal böyle olunca da İslam karşıtlığı ırkçı-faşist akımların elinde önemli bir argüman olarak kalmaya deva ediyor. Zira yeri geldiğinde özellikle “Hıristiyan” demokrat politikacılar İslam düşmanlığı konusunda aşırı sağcıları aratmıyor.

 

GOETHE’DEN WULLF’A UZANAN YOL

Denilebilir ki, “İslam’ın Almanya’ya ait olduğu gerçeği” ilk kez beş yıl önce, 3 Ekim 2010’da, dönemin Cumhurbaşkanı Christian Wullf tarafından yüksek sesle ifade edildi. İki Almanya’nın birleşmesi dolayısıyla Bremen’de düzenlenen resmi törende konuşan Wulff, kendisinin ülkede yaşayan Müslümanların da cumhurbaşkanı olduğunu anlattıktan sonra Almanya’nın İslam konusundaki politikasındaki belirsizliğine göndermede bulunarak şöyle demişti: “Hiç şüphesiz Hıristiyanlık Almanya’ya aittir. Hiç şüphesiz Yahudilik Almanya’ya aittir. Bu bizim Hıristiyan-Yahudi tarihimizdir. Ama bu arada İslam da Almanya’ya aittir. Bundan 200 yıl önce Johann Wolfgang von Goethe Batı-Doğu Divanı’nda şunları vurguluyordu: Kim ki kendisini ve başkalarını tanıyorsa, şunu da fark edecek: Şark (Orient) ile Batı dünyası (Okzident) birbirinden ayrılamaz.”*

Devletin bir numaralı isminin ağzından çıkan ve Almanya topraklarında İslam’ı Hıristiyanlık ve Yahudilikle aynı düzeye çıkaran bu sözlerin etkisi sarsıcı oldu. Uzun bir süre tartışıldı. Ancak gelinen noktada bu sözlerin geniş kitleler arasında içselleştirilerek kabul edildiğini söylemek zor görünüyor.

Her ne kadar Goethe, “Orient” ile “Okzident” birbirinden ayrılmaz dese de Alman sermayesi, siyaseti ve basını farklılığı bir ayrım noktası olarak hep dayattılar ve dayatmaya da devam ediyorlar.

“de facto” olarak kalıcılaşan 4 milyona yakın Müslüman göçmenle Almanya’nın parçası olan İslam’ın bu ülkeye ait olduğunu bir bütün olarak savunmak ve ona göre pratik tutum içerisinde olmak, yerlilerle göçmenler arasındaki ayrım noktalarından birinin üzerine çarpı atmak anlamına geliyor. Ne var ki, kendi çıkarlarını hayata geçirmek isteyen egemen siyasetçiler, günümüz Almanya’sında yerliler ile göçmenler arasında canlı tutulan ve kimi zaman derinleşerek süren bu farklı konumun üstünde biçimlendirilen ve uzunca bir süre etkisi keskin olan bu ayrımcılığın sürdürmesinden yanalar.

 

ISLAM KARŞITLIĞI ÜZERİNDEN IRKÇILK BÜYÜTÜLÜYOR

Gelinen aşamada, İslam’ın Almanya’ya ait olmadığını savunan Hıristiyan Demokrat, muhafazakar çevreler, Müslüman ülkelerden gelen göçmenlerin burada kalıcı olduğu gerçeğine rağmen “Müslümanlar buraya ait, ancak İslam değil!” söylemini kullanıyorlar. İşte son yılın son haftalarında yeniden yükseliş haline geçen İslam karşıtlığı söylemi kullanan ırkçılık da gücünü buradan alıyor. Yoksa bütün bu tartışmaların ortasında CDU/CSU Meclis Grubu Başkanı Vokler Kauder’in “Asıl tehlike İslam Partisi’nin kurulmasından” demesini nasıl açıklamak gerekiyor ki…

Kauder, ırkçı ve yabancı düşmanlarının radikal dinci terör örgütlerinin yaptığı insanlık dışı barbarlığı kullanarak Alman halkı içerisinde yarattığı korku ve endişe ortamında adeta yangına benzinle gidiyor.

Daha önce denemesi yapılan ancak itibar görmeyen İslam Partisi’ni yeniden gündeme getiren Kauder’in bu önerisine kulak veren bir kaç aklı evvelin çıkıp şu sıralar bir İslam Partisi kurup kendi cephesinden bölücülüğe, kışkırtıcılığa katılması hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.

 

BÖLME POLİTİKALARINA KARŞI BİRLİKTE MÜCADELE

Özetle, İslam’ın tıpkı Hıristiyanlık gibi bir inanç olduğu ve buna inanan milyonlarca insanın Almanya’da yaşamasının normal bir durum olduğu gerçeğinin içselleştirilerek kabulü şimdilik zor görünüyor. Bu durum hem Hıristiyan Batı değerlerini (Abendland) savunduğunu ileri süren ırkçı faşistleri hem de İslam adına ortaya çıktığını ileri süren radikal dinci, İslamı kendilerine siyasi rant haline getiren grupları güçlendirecektir.

Gelişmeler, ortak sosyal sorunlar üzerinden birleştirmeden çok, inançlar üzerinden bölerek, yerli ve göçmenleri karşı karşıya getirme politikalarının artarak devam edeceğine işaret ediyor. Halbuki, aynı fabrikada, aynı semtte, aynı okulda çalışan ve yaşayan insanlar arasındaki farklılık onların inancı değildir. Asıl farklılık onların bu bölünmüşlüğü üzerinden ekonomik ve siyasi rant elde edenlerle aralarındaki derin uçurumdur. Bu nedenle din, ulusal köken, mezhep farkı gözetilmeden hep birlikte ırkçılığa, yabancı düşmanlığına ve her türden gericiliğe karşı mücadele etmek her zamankinden çok daha büyük bir önem kazanmıştır. Almanya sokaklarında İslam düşmanlığı üzerinden geliştirilen ırkçılığa karşı verilen mücadele saflarında yer almak özellikle Türkiye kökenli göçmenler açısından büyük bir önem taşıyor.

Ortak mücadeleyi büyütüp her türlü gericiliği püskürtmek, birlikte yaşam konusunda atılan adımları büyütmek 2015’in en önemli hedefleri arasında yer almalıdır. (YH)

 

 

+ (https://www.bundespraesident.de/SharedDocs/Reden/DE/Christian-Wulff/Reden/2010/10/20101003_Rede.html)

 

Romanya ve Bulgaristan’dan gelenler yardım mı alıyor?

 

1 Ocak 2014’te Bulgaristan ve Romanya vatandaşlarının AB içinde serbest dolaşım hakkına sahip olması nedeniyle, yıla bu ülkelerden gelen göçmen işçi ve emekçilere karşı yürütülen söylemle girildi. Her iki ülkeden insanların sırf sosyal yardım almak için Almanya’ya geldiğine dair yapılan gerici propagandanın elle tutulur bir yanının olmadığı kısa bir sürede ortaya çıktı. Federal Çalışma Ajansı (Bundesagentur für Arbeit) tarafından yapılan açıklamaya göre Almanya genelinde sadece 60 bin Romanya ve Bulgaristan göçmeni Hartz IV yardımı almak için başvuruda bulundu. (+)

Bu rakam, Hartz IV yardımı alan 6 milyon insanın sadece yüzde 1’ine denk geliyor ki, konunun ne kadar abartıldığını, özünden koparıldığını net bir şekilde gösteriyor. Dahası resmi rakamlar bu ülkelerde gelen emekçilerin çoğunun bir iş bulup çalıştığını ortaya koyuyor.

Başta Alman emekçileri olmak üzere, ülkede uzun süreden beri yaşayan göçmenler arasında da Bulgaristan ve Romanya’dan gelen insanlara karşı önyargıları körüklemeye, düşmanlıkları artırmaya yönelik bu politika dinmiş değil. Tersine zamanı geldikçe, bölme politikalarına başvurmaya devam edildi. Her iki ülkeden gelen insanların devletin kasasından yardım alacağını öne sürenleri bu ülkelerden gelen 250 binden fazla emekçinin kendisine iş bulup çalıştığını ise çoğunlukla görmezlikten geldiler, geliyorlar.

 

+ https://www.welt.de/wirtschaft/article131825740/60-000-Hartz-Bezieher-aus-Bulgarien-und-Rumaenien.html

 

Eşit haklar mücadelesi: Bitmeyen yolculuk

 

Almanya’da yaşayan göçmenlerin yerli emekçilerle hukuksal alanda eşit haklara sahip olması gerektiği yıllardır talep ediliyor ve  kampanyalar düzenleniyor. Ancak bu konuda bugüne kadar çok fazla adım atılmış değil. Bu anlamda geride bıraktığımız yıl içinde bir tek olumlu gelişme, 1990’dan sonra doğumla birlikte aynı zamanda Alman vatandaşı olan göçmen gençlerin en geç 23 yaşına kadar sahip oldukları vatandaşlıklardan birisini bırakmayı zorunlu hale getiren “Opsiyon Modeli”nin kaldırılması oldu. 20 Aralık 2014’te yürürlüğe giren yeni yasaya göre göçmen gençler çifte vatandaş olabilecekler. Ancak sonradan Alman vatandaşı olan yetişkinler bu haktan yararlanamayacaklar.

Hükümet tarafından bir soru önergesine verilen yanıta göre 553 göçmen genç Opsiyon Modeli dayatması nedeniyle sahip olduğu Alman vatandaşlığını bırakarak “yabancı” statüsüne düştü.

Opsiyon Modeli olarak bilinen haksız uygulama tarihe karıştı. Önümüzdeki dönem başta seçme ve seçilme hakkı olmak üzere, her alanda eşit haklar mücadelesinin genişlemesi gerekiyor. Göçmenlerin sırtından sürdürülen bölücü ve gerici politikalar ancak ileriye doğru hamleler yaparak, kazanımlar elde ederek püskürtülebilir. Ki, Alman halkı arasında göçmenlerin eşit haklara sahip olması gerektiğine inananların sayısı da yıldan yıla artarak yaygınlaşıyor. (YH)

 

Close