Written by 11:25 Allgemein

Caz müziği yapan dünyaca ünlü bir Gusan (Aşuk): Arto Tunçboyacıyan

Arto Tuncboyaciyan 

2006´da Gramy ödülüne layık görülen deneysel müziğin kurucusu, perküsyonist, komponist ve vokalist Mr. Avangarde Folk, Theater an der Ruhr´un konuğu olarak “Klanglandschaft Türkei” projesi kapsamında Almanya´daydı.

 22 Mart cuma günü Arto Tunçboyacıyan´la Mülheim Stadthalle´de konser öncesi buluşuyoruz. Biz daha kendimizi tanıtırken o kendine has, son derece doğal tarzıyla; „istediğinizi sorun, ben hazırım, çünkü içimde nefret ve kin yok.“ diye başlıyor. Hemen ardından daha birkaç saat önce yaşadığı tatsız bir olayı anlatıyor. Kendilerini konser salonuna getiren taksi şoförü bir Türk´müş. Türklük´ten ve Müslümanlık´tan bahsederken “Allah adına öldürme” anlamına gelen, cihadı savunmaya başlamış. Arto bu adama „eğer bir çocuk “Muhammed´e inanmıyorum” dese öldürür müsün onu da?“ diye sormuş. Adam “evet” cevabı verince Arto. “Deli misin oğlum sen?!” diye tepkisini dile getirmiş.

Sohbet böyle başlamışken, Arto sormamıza gerek kalmadan dünya görüşünü, kendi deyimiyle felsefesini anlatmaya devam ediyor.

– Şimdi böyle dedin mi bitti zaten. Ne diyeceksin? “Sadece benim gördüğüm doğru.” diyor bu adam. Niye? Kendine güveni yok da ondan. Açılamıyor. Başkasının da haklı olabileceğini düşünmüyor. Kendine güveni olmayan açılmaktan korkar. Mesela burada Almanya´da nasıllar? ‘Aman ha bizim genel şeylerimiz kaybolacak falan filan’ diyorlar. Halbuki kaybolan bir şey yok. Aksine ekleniyor. Başka kültürler, milletler, dinler gelip yerleştikçe Almanya da zenginleşiyor yani. Güzel tarafı o ki, kendinin nerede olduğunu görüyorsun. İnsan sadece kendi sisteminin dışına çıktığında kendini anlar. Nasıl göründüğünü farkeder. Demokrasi diyorlar mesela. Nedir demokrasi? Demokrasinin birinci anahtarı sevmesen bile saygıyla kabul etmektir. Ne demek bu? Adam başka bir düşüncede mesela. Tahammül edeceksin. Eğer zorlarsan ‘yok ille benim dediğim doğru’ diye şiddet kullanırsan orda demokrasi biter.

 

Müziğinizi yaparken bunları düşünüyor musunuz?

– Tabi… Benim felsefem bu çünkü. Sevgi, saygı, dürüstlük. Bu üç şey olmadan olmaz. Ha benim de sevmediğim sesler yok mu? Var. Yaptığım müziğe bu sesleri de koyarım. Çünkü ben istemesem bile bunlar da var hayatın içinde.

 

Sizin yaptığınız müziklerde bir derinlik farkediliyor. Yani herkese aynı anda hitap edebiliyorsunuz. Benim dikkatimi çeken, bu derinliğin içinde aynı zamanda çeşitliliğin olması. Herkes kendinden birşeyler bulabiliyor. Nerden geliyor bu?

– Şimdi sen derinlik diyorsun. Çünkü temeli insan bunun. Her insanın bir derinliği vardır zaten. Ancak açılırsa bu derinlik farkedilir. Ben sana birşey daha söyleyeyim, biz hepimiz birbirimizi tanıyoruz aslında. Anlamak için tanımak gerek. Tanımak için de açılmak gerek. Ancak kendine güvenirsen açılırsın, neysen o yani. Korkmana gerek kalmaz. Sen olduğun gibi gösterirsen kendini öteki de olduğun gibi kabul eder. Saygı duyar, belki de sever. Çok çeşitlilik demiştin değil mi?… Ben Anadolu toprağının felsefesini temsil ediyorum mesela. Bu topraklarda çok değişik kültürler yaşamış, tüm o kültürlerin, dillerin, müziklerin hepsi birbirinden etkilenmiş. Ben mesela sana bazı köyler gösterebilirim, Ermeni harfleriyle Türkçe yazmışlar. Senin bu çeşitlilik dediğin toprağın üzerinde zaten var yani. Bunu doğru yaz. Yanlış anlaşılmasın. Ana-dolu top-ra-ğı-nın fel-se-fe-si. Eğer ben bu toprağın felsefesini terkedersem, kendimi inkar ediyorum demektir. Çünkü neden? Oranın felsefesiyle yetiştim de ondan.

“Klanglandschaft Türkei“, bu proje kapsamında Türkiye´yi temsil ediyorsunuz ama.

– Yapma ya?! Öyle mi yazıyor? Yok ben Türkiye´yi temsil etmiyorum. Ben niye Türkiye´yi temsil edeyim ki?! Türkiye´nin temsili nedir mesela, biri fikrini söyler, ötekinin hoşuna gitmez bu. Güçlüyse şiddet uygular, ötekinin fikrini değiştirmeye çalışır. Olmazsa silah çeker. Budur Türkiye. Ben böyle bir şeyi niye temsil edeyim ki? Ama Anadolu dersen varım. Toprağın felsefesi başka bir şey, bir devletin ismi başka bir şey. Anadolu`ya 2000 sene önce ‘Zampilik’ demişler mesela, belki 3000 sene sonra ‘Zap zip zlap’ diyecekler. Onlar beni ilgilendirmiyor. Onlar gelip geçici şeyler. O topraklarda da yüzyıllarca bir sürü kültür yaşamış, felsefesi böyle oluşmuş.

Müzik tarzınızda da bir çeşitlilik sözkonusu. Hem caz müziği yapıyorsunuz hem tümüyle otantik Ermeni halk türküleri söylüyorsunuz. Kullandığınız müzik aletleri de çok çeşitli.  geleneksel Ermeni çalgısı duduk ve saksafon aynı anda sahnede, üstelik çok uyumlu. Ayrıca konserlerinizde doğaçlamaya da yer veriyorsunuz. Siz doğaçlama yaptığınızda bu bana biraz da bizim aşık geleneği olarak bildiğimiz tarzı hatırlatıyor. Aşık Ermenice Gosan demek değil mi?

Gu-san. Yani içindekini söyleyen, kusan anlamında. Aşık değil Aşuk. O da Farsça´dan mı Türkçe´ye geçmiş ne bilmiyorum. Tabi ikisi de aynı şey. Kürtçe´de de Gorani diyorlar herhalde. Hepsi de görüyorsun aynı coğrafyada yaşamış. Hepsinde de aynı gelenek var. İşte bunun için ben işe Ermenilik´ten başlamıyorum. Temelim insan çünkü. Haaa, baharatın ne diyecek olursan, Ermeni´yim doğru. Dinim doğa. Dün benim için mesela yılbaşıydı. Niye? 21 Mart çünkü. Baharın başlangıcı. Güneşe inanmak doğal. Güneş dünya üstündeki tüm canlılar için var. Kimse Güneş benim diyemez. “Benim!” derse biri, ben de “Seninse git de al o zaman!” derim. Gitsin alabilirse alsın!

Siz üç dil biliyorsunuz. Üç dili de hem sahnede hem de günlük yaşamınızda kullanıyorsunuz bildiğim kadarıyla…

Ama ben üç dilde de hiç iyi değilim. Yani fikirlerimi söylemenin haricinde dilleri temsil edemem.

Hangi dilde rüya görüyorsunuz?

– Rüyalarımı sessiz görüyorum. (Gülüyor) Tamam şimdi sordun diye hatırladım. Tabi hepsi geliyor. İngilizce, Türkçe, Ermenice.

Kitap okur musunuz?

– Kitap mı? Ben başka türlü okurum. İnsanlardan öğrenirim. Bu sohbet benim için bir üniversite gibi yani. Babam mesela okuma yazma bilmezdi. Ama çok pratikti. Ezberleme yeteneği çok güçlüydü. Gördüğü ya da duyduğu birşeyi eksiksiz aklında tutardı. Birşeyleri öğrenebilmek için ille de kitap okumak gerekmez. Kitabı bir kişi yazar. Bu kişi yanılabilir de, yalan da yazabilir. Ama insanlarla konuşmak, onları anlamak, tanımak daha önemli, bundan derin bir felsefe öğrenebilirsin anladın mı?

Anladım. Babanız tabi soykırımı yaşamış değil mi?

– Tabi canım. Zaten onun için de okula gidememiş. O zaman kaç yaşında olduğunu bile hatırlamazdı.

– Babanız Sivaslı, ama İstanbul´a göç etmiş. Siz daha sonra Amerika´ya yerleştiniz. Orada yaşıyorsunuz. Sadece siz değil, pek çok Ermeni Türkiye dışında yaşıyor. Bir Ermeni diyasporası sözkonusu yani. Anadolu´ya bir özlem oluyor mu? Sivas´a hiç gittiniz mi mesela?

– Özlem olmaz olur mu… Oluyor tabi. Sivas´a neden gideyim. Bir de beni mi yaksınlar?!… Bunu söylediğim gibi aynen yaz: “Ben Sivas´ta doğmadım, Sivas benimle doğdu. Ben Sivas´ta insanları yakmadım, İnsanlar Sivas´ı yaktı. “ Sivas´a benim gitmeme lüzum yok ki. Benim Sivas, benim Anadolu, benim Ermenistan, benim dünya. Sen şimdi diyaspora falan diyorsun. Ben sana birşey daha söyleyeyim: “Dağım var, otumu yedirmiyorlar. Gitmişim başka dağlarda kendi otumu arıyorum. Sonra bir de baktım ki, meğer benmişim dağ.” Erzincan´ın dağında işte benim anneannemi kesmişler, sonra aynı dağa ben gidip askerlik yaptım. Böyle bir çelişki işte…

Hiç öfke kızgınlık duyduğunuz oluyor mu?

Neye, kime öfke duyacaksın ki? Ya Allah´tan benim anam babam bizi insan gibi yetiştirdi. Yani bizim evimizde düşman diye birşey duymadık. Türkler´de duyuyorsun işte, “bir Türk dünyaya bedeldir!“, “Türk´ün Türk´ten başka dostu yoktur!“„Şurda şunu denize döktük!” “Burda şunu kestik!“, “Türk olmazsa şu olmaz, Türk olmazsa bu olmaz!“ Bizim evimizde de, işte o anda ne yapıyorsan o iş konuşulur. Adam oturur mesela, bu masayı nasıl yapmışlar? Mangal nasıl yakılır? Keman nasıl çalınır? Bu tür şeyler. Zaten sanatla uğraşınca da başka türlü düşünüyor insan. Babam da ayakkabı yapardı mesela. Bakarsın gece birde, ikide kalkmış giyinmiş gidiyor. Nereye? Aklına bir model gelmiş. Ayakkabı modeli, onu yapacak. Hayal işte, düşünce. Kafası onla meşgul, anladın mı?

Tükiye´de sırf Ermeni olmaktan kaynaklı sorunlar yaşadığınız oldu mu?

Olmaz olur mu? Askerde zorla adımı değiştirmek istediler mesela. Ben beş sene okula gidebildim ancak. O da Ermeni okuluydu. Türk bir müdür vardı. Tam bela yani. Ermeni okulunda Ermeni tarihi öğrenmek yasak, Türk tarihi öğreneceksin. Herif bize ne kadar kötü olduğumuzu, düşman olduğumuzu öğretiyor. Bir de sabah kalkıp “Türküm, doğruyum, çalışkanım“ diye and içeceksin… Şimdi ne kadar öğrenebilirsin orda? Beni askere aldılar. Daha ilk günde kapıdan girerken dayakla, tekme tokat… Niye? Ermeni´sin çünkü. Gene askerde adam ağzıma silah koydu. Ne yapacağız şimdi?

 

Ne yaptınız?

-Ne yapabilirim ki? Ben de silahı alıp ötekinin ağzına mı koysaydım? Birşey yapmadım. Ben normal bir insanım çünkü. Kavga etmem. Ama ağzıma silah da koysalar doğru bildiğim neyse ondan vazgeçmem.

 

Hep böyle mi düşündünüz?

-Böyle düşünmeseydim şimdi hayatta olmazdım. Beni yaşatmazlardı.

 

Ermeni olduğunuz için mi bu durumla karşılaştınız?

-Ya ben 1977-1979 arasında Erzincan´da askerlik yaptım. Bu kadarını söyleyeyim artık, gerisini siz araştırın. Bana zorla asker elbisesi giydirmeye çalıştılar. Benim askere, asker elbisesine dediğim birşey yok. Ben bu elbiseyi, kendi çıkarları için değersizleştiren değersizlere kızıyorum. Neden? Çünkü kendi gözlerimle gördüm, adam köyleri basıyor. Sonra Kürtler geldi köylüleri öldürdü diyor. Aslında doğrusunu istersen asker, polis diye de birşey olmaması lazım. Hepimiz insanız. Neyiz yani koyun mu ki güdülsün? Herkes herkesi olduğu gibi kabul etse, kimse kimseyi negatif bir biçimde kullanmasa, askere polise ne gerek var.

 

Belirli bir devlet anlayışını, kurum ve ideolojileri eleştiriyorsunuz. Ama bildiğim kadarıyla sizin herhangi alternatif bir ideoljik görüşünüz yok.

 

-Var olmaz olur mu?! İşte huzurlu insan gibi yaşamak. Bundan daha iyi bir ideoloji nasıl olacak ki… İnsan düşünürse yanlışı doğruyu bulur. Düşünmeyen koyun olur. Ben bunun için kendi bedenimi terkettim. Temelim insan. Kendim için değil herkes için öğreniyorum. Mesela sen bir sınıfta çocuklara ders vereceksen sadece bir kaç çocuğa ders veremezsin değil mi? Hepsi için öğrenirsin. İşte benim için de öyle. Eğer çocuk haklarından bahsedeceksen sadece kendi ülkendekileri değil, tüm dünyadakileri düşüneceksin. Onlara şarkı yapacaksan hepsine birden yapacaksın. Sen bugün bir Kürt çocuğu anlatıp, Angola´daki çocuğu anlatmazsan o kırılır. Global dünyaya bakmak lazım. İşte ben bunun için kendi bedenimi terkettim. Nerden geldiğinden, kökeninden çok, insan olduğu için insana değer vermek lazım.

 

Sizi anlamaya çalışırken Yunus Emre aklıma geliyor. O da 13. yüzyılda insan sevgisinden bahsediyor. İnsanın derinliğini, “Bir ben vardır ben de benden içeri” diye tanımlıyor mesela. Siz de “ben kendi bedenimi bütün insanlar için terkettim” diyorsunuz. Anadolu´daki insanlar Moğol saldırılarıyla karşılaşırken Yunus barış çağrısı yapıyor şiirlerinde. Siz de Yunus Emre gibi tümüyle koşulsuz bir hümanist misiniz?

 

-Tabi ki hümanistim! Hayvanist olacak değilim ya! İnsanım çünkü. Zaten yakında insan sevenler derneği kurmak istiyorum! Mesela Amerika´da adamın yanında bir kadın bir köpek, hiç arkadaşı da yok. Eeee, ne yapıyorsun? “Bu insandan daha değerli!“ diyor. Tamam işte bundan böyle oluyor! Sen insana insan değeri vermeyince köpek senin arkadaşın olmaya başlıyor. Hayvansever sözde… Halbuki esas hayvansever benim. Hayvanı olduğu gibi, neyse öyle kabul ediyorum yani. Onu kendi egozentrik bilmem ne yalnızlığımın parçası haline getirmiyorum! Kızdığım şey bu! Neden şimdi Yunus gibileri yok! Ya da çok az?! Ben demiyorum, sen kendi kendine Yunus demeye başladın. Demek ki böyle kişiler bugün çok az. İşte şimdi asıl bu tür kişilere ihtiyaç var.

 

Derken konserden sorumlu bir görevli gelip programın başlamak üzere olduğunu söylüyor. Arto sohbetimiz yarım kaldığı için özür dileyerek kalkarken, biz teşekkür etmeye bile fırsat bulamıyoruz. Konser başlıyor. Biz yerimize geçene kadar, Arto sahneye çıkıp İngilizce bir giriş yapıyor. Ön sıralardan Türkçe konuşmasını isteyenler oluyor. Arto Türkçe konuşmayacağının altını çiziyor ve sadece Türkçe bilenler için değil kendisini izlemeye gelenlerin hepsi için söyleyeceğini belirtiyor. Yanımda oturan genç kadın Alman erkek arkadaşının elini tutmuş Arto´ya eşlik ediyor. Ön sırada oturan Alman WDR 3 muhabiri Arto önündeki davullara vurup Bzdik Zinvor´u söylerken tempo tutuyor. Ermenice bilmediği halde tüm parçayı anladığını hissediyorum. Sonra bir derinlik, derinliğin içinde çeşitler… Çeşitlerin uyum içinde birbirine karışan kokusu. Arto´nun deyimiyle baharatlar… New York´tan kalkıp Yerivan´a oradan Erzincan´a Sivas´a, İstanbul´a derken Almanya´da Mülheim´a ulaşıyor. Konser salonunda dinleyiciler bu baharatların kokusunu içine çekerken kendi derinliklerinde mest oluyor. 

 

Songül Kaya-Karadağ

Close