Arnold Schölzel / Junge Welt
31 Ağustos 2015’te, yıl sonuna kadar 800.000’den fazla insanın Almanya’ya sığınabileceği öngörüsünden sonra Şansölye Angela Merkel şöyle dedi: »Wir schaffen das« (Bunu başaracağız). Bunun içinde şüphe de vardı. Yine de kastedilen şuydu: Dünyanın en güçlü ülkelerinden biri bunun üstesinden gelmek zorunda idi. Bugünden bakıldığında ise şu açık: Schröder ve Merkel döneminde neoliberal politikalarla budanan ve borç freni sayesinde işlevsiz hale getirilen devlet aygıtı büyük ölçüde başarısız oldu. Federal hükümet ve eyaletler, belediyelere görev verdi ama bedelinin sadece küçük bir kısmını ödedi. Birçok belediye iflas etti. Bu da şu anlama geliyor: Devlet, yerelde en basit ihtiyaçlarda bile işlemiyor.
Üstelik 2022 ve 2023’te tarihin en büyük göçü yaşandı. Ülkeye 4,6 milyon insan geldi, bunların 1,4 milyonu Ukraynalıydı. Toplamda göç giriş-çıkış ile birlikte hesaplandığında 1,5 milyon arttı. 70 yıldır böylesine bir net sayı olmamıştı.
2015’te anketlerde oyu yüzde üç ile beş arasına olan AfD, Merkel’in “Başaracağız” sözündeki şüpheyi fırsat bilerek, bir anda profesörlerin yönettiği Anti-Euro tarikatından, 1980’lerden beri eski Batı Almanya’da göçü “tüm sorunların anası” (CSU lideri Horst Seehofer, 2018) olarak görenlerin öncüsü haline geldi. “Yabancı istilası” ya da “Nüfus değişimi” çığlıkları – Tino Chrupalla örneğinde olduğu gibi – neonazileri görünür kıldı. Bu nedenle CDU/CSU için AfD’nin tüm “tersine göç” (Remigrasyon) taleplerini yerine getirmek hiç zor olmadı.
Federal polis sınırda son sığınmacıyı ararken, kundakçı ve katil nazilere şu sinyal verildi: “Öldürülebilir.” Alman post-faşist yaygaracı ve yeniden silahlanmacı burjuvazisinin bitmeyen pinpon oyunu – faydalı göçmenlere ihtiyaç duyuyoruz, ama »bıçaklı göçmenler« ya da bütün »yabancılar« dışarı – olduğu gibi sürüyor. NSA, BND, Palantir çağında “kontrolsüz göç” gibi bir saçmalık olmasa da, bu söylem BSW’nun cephaneliğinde bile yer alıyor.
Bir karar vermek zorundasınız: “Göçmenler bizim sorunumuzdur” korkuluğunu selamlayan herkes savaş karşıtı politikaları daraltıyor. Zaten amacın savaş konusunda sessizlik olduğu açıktır. 2015’te gelenlerin arasında yaklaşık 500.000 Suriyeli, 160.000 Afgan ve 133.000 Iraklı vardı. Hepsi Batı tarafından yerle bir edilmiş ülkelerden. Suriye’deki “iç savaş” dışarıdan kışkırtılmıştı, NATO Hindukuş’ta 14 yıldır katliam yapıyordu, 2003’teki ABD öncülüğündeki Irak savaşını Merkel mutlaka istiyordu.
Kendi politikalarının kurbanları kapıya dayandığında elbette şüphe doğabilir. Refahın çürümesine ve zenginliğin gelişmesine izin veren bir sermaye devletinde, faşistler için bir partinin zamanı gelmiş demektir. Bu yüzden Merz ve Dobrindt’e artık hiçbir şekilde “vicdan” atfedilemez. Onların Alman savaşlarına yönelişi, mağdurlar kapıya dayanırsa, AfD ve yandaşlarının onlara gözdağı olarak gösterilmesini de içeriyor.
(Junge Welt, 30.08.2025)