Avrupa Parlamentosu eski milletvekili ve Militarizm Bilgi Bürosu (IMI) yöneticisi Tobias Pflüger, Almanya’nın dış politikasının militaristleştirilmesi planları hakkında gazetemizin sorularını yanıtladı.
Sayın Pflüger, son günlerde Almanya’da üst düzey devlet ve hükümet temsilcileri Almanya’nın dünya dış politikasında daha etkili rol oynaması yönünde çağrılarda bulundu. Bu çağrılara baktığımızda Alman dış politikası nereye doğru gidiyor?
Söylenenlerle kastedilmek istenen, açık bir şekilde, yurtdışına asker gönderme uygulamasının daha da genişletilmesidir. Özellikle AB ve NATO çerçevesinde bu yapılmak isteniyor. Bu demektir ki, kavram olarak kullanılan “sorumluluk” asıl olarak askeri olarak dünya çapında hareket etmek anlamı taşıyor. İlginç olan Cumhurbaşkanı Gauck’un, konuşmasında Almanya’yı, “iyi Almanya” olarak nitelemesiydi. Nasyonal sosyalist Almanya’nın aksine “iyi”den söz etti ve uluslararsı çıkarlarının askeri yöntemlerle hayata geçirilmesini istedi.
Federal Savunma Bakanı Ursula von der Layen ve Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier de aynı paralelde açıklamalarda bulundular. Bu söylenenlere baktığımızda bu hükümetin mi yoksa bütün Almanya’nın mı dış politikası?
Söylenenler açık olarak büyük koalisyonun politikası. Büyük koalisyon şimdi son rafların düşmesini istiyor. Önceki hükümette Dışişleri Bakanı Westerwelle, dış politikayı “geri durmak zorunda” şeklinde tanımlamıştı. Bu Alman dış politikasının önemli yönlerinden birisiydi. Çok iyi bir formülasyondu. Şimdi SPD’nin hükümet ortağı olmasıyla eski politikalara son veriliyor. Steinmeier, von der Layen, hepsi yayılmadan, yurtdışında asker göndermeden yana tutum aldı. En kötü olanı da bana göre, bütün bunların Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yılında olmasıdır. Yeniden büyük güç olma politikası harekete geçiriliyor. Bu durumda yapılacak tek şey buna karşı çıkmaktır. Almanya’nın büyük güç olma politikası bizim en son ihtiyaç duyduğumuz politikadır.
Ancak büyük güç olma politikası bir önceki Cumhurbaşkanı Horst Köhler tarafından da dile getirilmişti. Ve gelen sert tepkiler üzerine istifa etmek zorunda kalmıştı….
Evet, Köhler istifa etmek zorunda kalmıştı. Çünkü konuşmasında açık olarak Alman ordusunun görevinin sermayenin çıkarlarını korumak olduğunu söylemişti. O zaman Savunma Bakanı olan Gutenberg de yeni bir Savunma Politikası Yönetmenliği çıkarmıştı. Bu yönetmenlikte de açık olarak ordunun sermayenin çıkarlarını koruması isteniyordu. Bu resmi bir belge olduğu için bakılabilir. ‚Atalanta‘ adı altında yapılan askeri çıkarma da ticaret yollarını korunması için gerekçelendirilmişti.
Burada açık bir şekilde paradigma değişikliği söz konusu. Şimdiki cumhurbaşkanı da bu çizgide. Ancak, dediğiniz gibi bunları savunan Köhler o zaman istifa etmek zorunda kalmıştı.
Her iki cumhurbaşkanının konuşmaları içerik açısından aynı, ancak tepkilerin farklı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Elbette öyle. Almanya’da halk geçmişte olduğu bugün de savaştan yana değil. Anketler halkın büyük bir bölümünün Somali, Orta Afrika Cumhuriyeti’e asker gönderilmesine önceden de olduğu gibi karşı. Ancak, hükümetin tepesindekiler halkan savaş desteği almak için çaba harcıyorlar.
Cumhurbaşkanı Gauck’un konuşmasında da bu yönde bir bölüm var. Sendikaların, kiliselerin ve diğer sivil toplum örgütlerinin bu dış politika konusunda inandırılmasından söz ediliyor…
Evet. Bu büyük bir sorun. Şu anda eğitim kurumlarında, kiliselerde, sendikalarda bu yönde çalışmalar var. Geçtiğimiz yaz aylarında dönemin Savunma Bakanı De Maiziere ile DGB Başkanı Sommer arasında işbirliği için bir görüşme yapıldı. Bu nedenle şu anda sendikalar ve kiliselerin militarist politikalara karşı çıkmak çok daha önemli. Çünkü bu kurumların savaş çizgisine çekilmesi amaçlanıyor.
Günümüz dünyasında Almanya’nın bir şansı var mı uluslararası alanda politik bir ağırlık olma konusunda?
Maalesef bu mümkün. Eğer Almanya’nın AB ve NATO’da yaptıklarına bakarsanız bu kendiliğinden görülüyor. Örneğin şu sıralar Ukrayna’da meydana gelen olaylarda AB ve Almanya’nın kendi çıkarlarını hayata geçirmeye çalıştığını görüyoruz. Bu dünya politikasında yeni bir durum. Yine NATO bünyesinde Alman askerlerinin Afganistan’da kalmaya devam etmesi de başka bir gösterge.. Her iki kurum aracılığıyla Almanya’nın kendi çıkarlarını savunduğu görülüyor. Bu nedenle çok açık olarak söylemek gerekiyor ki, NATO bir savaş ittifakı olarak kaldıkça ve AB de silahlanmayı, askeri politikaları dayattıkça bu devam edecektir. Bu nedenle biz NATO’nun ve AB’nin askeri yapısının dağıtılmasını talep ediyoruz.
Almanya’nın kendi çıkarlarını daha çok AB şemsiyesi altında geliştirmeye çalıştığını görüyoruz. Peki AB içindeki diğer ülkeler buna ne diyor? Diğer ülkeler Almanya’nın üstlendiği bu rolü kabul ediyor mu?
Burada sorun, örneğin Fransa’da kendisini sosyalist olarak tanımlayan bir hükümet işbaşında olmasına rağmen neo-koloniyal askeri ve çıkar politikası yapıyor. Almanya da buna bağlı ve birlikte hareket ediyor. Bu nedenle diğer ülkelerin çoğu bunu kabul ediyor. Bu yaklaşım çok trajik olmasına rağmen maalesef böyle.
Hükümet ve cumhurbaşkanı güçlü bir dış politika angajmanından söz ediyor. Peki siz buna karşı basının durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Basındaki hava hangi yönde. Açıklamalar destekleniyor mu yoksa eleştiriliyor mu?
Çok ilginç bir şekilde basının büyük bir bölümü bu açıklamaları sevinç duyacak şekilde verdi. Ancak eleştirel seslerin olduğunu da söylemem gerekiyor. Gauck’un konuşmasına gösterilen tepkiler, büyük medyanın önemli bir kısmının desteklediği yönünde. Cumhurbaşkanının bu sözde güvenlik konferansında böyle bir konuşmanın yapması normal bulunuyor. Böylece halkı da savaş yanlısı yapmak istiyorlar.
Siz yıllardır Münih NATO Güvenlik Konferansı’nı yakından izliyorsunuz. Protesto gösterilerinin örgütlenmesinde yer alıyorsunuz. Bu yılkı konferansta öncekilere farklı olarak ne vardı sizci? Dünya politikası açısından yeni savaş stratejileri var mı?
Bu yılkı konferansta en dikkat çekici olan, çok sayıda üst düzey Almanya temsilcisinin katılımıydı. Bunun dışında çok fazla yeni bir durum yok. Cumhurbaşkanının yanı sıra dışişleri ve savunma bakanları da toplantıya katıldı. En çok Ukrayna politikası konusunda taraflar arasında tartışma yaşandı.
Ukrayna’daki çıkar çatışmasında Almanya’nın batı adına en ön sırada yer aldığını söyleyebilir miyiz?
Çok önemli bir rolü oynuyor. Çünkü jeostratejik açıdan bir hedefti. Rusya’ya komşu olan bu denli jeopolitik önemi olan bir ülkedeki mücadele Almanya için büyük bir önem taşıyor. Bugün Ukrayna içinde süren mücadele aynı zamanda AB ile Rusya arasındaki bir mücadeledir.
Ancak, Almanya’nın Rusya ile yakın ticari ilişkileri var. Enerjide Rusya’ya bağlı. Gelecek açısından baktığımızda her iki ülke arasındaki ilişkiler hangi yönde ilerler? Gerilim artar mı sizce?
Kanımca gerilim büyük bir olasılıkla artar. Her iki ülke arasında Ukrayna nedeniyle ilişkiler donma aşamasına gelebilir. Bu, en son yapılan AB-Rusya Zirvesi’nde de açık olarak görüldü. Zirve adeta Putin ile bir akşam yemeği yemeye dönüştü.
Anlattıklarınızdan Avrupa ve dünya çapında gerilimlerin artacağı anlaşılıyor. Peki barış hareketi bu militarist dış politikaya karşı ne yapabilir?
Temel olarak barış hareketinin şunu görmesi gerekiyor ki, savaşlar planlanıyor ya da şu anda olan savaşlar büyütülüyor. Bu demektir ki, Almanya’da askeri kurumlarla, istihbarat örgütlerinin yerleriyle, ABD üsleriyle, örneğin Africom, NASA Almanya merkezi ya da Alman özel kuvvetlerinin olduğu üslerle ilgilenmek gerekiyor. Savaşın planlandığı, hazırlıklarının yapıldığı, kumanda edildiği yerler hedefe konulmalı. Ayrıca eğitim kurumlarına ordunun girmesine izin verilmemeli. Bunlar, Almanya’da barış hareketinin en önemli görevleri. Bu konuda halk arasında da olumlu bir destek var. Özellikle ordunun okullara girmesine karşı güçlü bir tepki var.
YÜCEL ÖZDEMİR
NATO Güvenlik Zirvesi’ne karşı protesto
Tülin Çakmak
31 Mart – 2 Şubat tarihleri arasında yapılan NATO Güvenlik Konferansı’na karşı her yıl olduğu gibi bu yıl da bir protesto gösterisi düzenlendi.
1 Şubat’ta yapılan ve yaklaşık 3 bin kişinin katılımıyla gerçekleşen yürüyüşe DİDF Gençlik , Göçmen Kadınlar Birliği’nin de aralarında olduğu çok sayıda yerli ve göçmen örgüt katıldı. Marien Meydanı’nda düzenlenen mitingde yapılan konuşmaların ardından başlayan yürüyüş, konferansın yapıldığı otelin yakınına kadar sürdü. Burada yapılan protestonun ardından kalabalık tekrar Marien Meydanı’nda son bulan bir yürüyüş gerçekleştirdi.
Eyleme bu yıl gençlerin coşkusu damgasını vurdu. NATO Güvenlik Konferansı’na karşı kurulan birlik adına Claus Schreer, gençlik adına Sinan Çokdeğerli birer konuşma yaptı. Yürüyüşte sık sık “Yaşasın Uluslararası Dayanışma”, “Alman sermayesi ve silahlarına tüm dünyada ölüm”, “Savaşa değil eğitime bütçe” gibi sloganlar atılırken, gençler, Yeşiller ve SPD binalarının önünden geçerken “Bizi kim sattı? Sosyal Demokratlar” diye slogan atarak tepkilerini ortaya koydular. Ayrıca aynı saatlerde kentin başka bir bölgesinde Ukraynalı faşist partinin eylem yapması üzerine, polisin, olası bir gerginliğe karşı ırkçı grubu yürüyüş korteji geçerken çember içerisinde tutması dikkat çekti.(YH Münih)