Written by 14:07 Allgemein

Daha güzel bir yaşam hayal etmek…

ALİ ÇARMAN

“Utanırım fukaralıktan, Ele güne karşı çıplak…” demiş sözün ustası Ahmet Arif. Evet, dünyanın neresinde olursa olsun tüm fukaralar utangaç olur. Asıl utanması gerekenler (sömürgenler) utanmaz-arlanmaz olduklarından en insani, saf bir duygu olan utangaçlık da sömürülenlerin, ezilenlerin payına düşer.
Dünyada ‘ünlü’ zenginleriyle tanınan Almanya’da son yıllarda gündemden düşmeyen konulardan biri giderek sayısı artan yoksullar ordusudur. Geride bıraktığımız yıllarda baş gösteren ve sürmekte olan ekonomik krizle birlikte zengin ile yoksul arasındaki uçurum derinleşirken yoksulların sayısında ise büyük bir artış söz konusu oldu. Federal İstatistik Dairesi’nin 2011 yılı verilerine göre, Almanya’da nüfusun yüzde 15.5’i (11 milyon insan) yoksulluk riskiyle karşı karşıya. Yoksulluk sınırında yaşayan her üç kişiden birinin iki gün arka arkaya sıcak yemek yemediği belirlendi. Eğitimdeki dengesizlikler, evini yeterince ısıtamama gibi sonuçların yanı sıra, yoksulların yoksul olarak kalmaya devam ettikleri, zenginlerin ise daha zengin oldukları da bir başka çarpıcı gerçek… Yazımızı verilere boğmaya gerek yok, isteyen okurlarımız değişik kaynaklardan daha geniş verilere ulaşabilirler.
Daha güzel bir yaşam hayal eden ve bu hayalinin gerçekleşmesi için canla başla çalışan işçi ve emekçilerin yarattığı değerler, zengin sınıfın daha da zengin olmasını beraberinde getiriyor. Toplumsal yaşamda olup biten tüm olay ve olguların sırrı bu çelişkide yatıyor. Sabahın erken saatlerinde tramvay, metro veya trenle yolculuk ediyorsanız, uykulu gözlerle yalın sözlerle yapılan sohbetler eşliğinde hayatın gerçekliklerini ve zorluklarını birebir yaşayanlardan dinleyebilirsiniz. Arabalarıyla işe gitmeyen büyük firma işçileri genellikle uyuklamayı tercih ediyorlar. Türkiyeli emekçiler arasında bu kısa veya uzun zorunlu yolculuklar esnasında gazete ve kitap okuyanların sayısı oldukça az. Kısa süreli işlerde çalışan emekçiler ise koyu sohbetlerle fark edilir.
Nürnberg’de sürücüsüz giden bir metroda hayat pahalılığından söz eden iki emekçi kadının sohbetine kulak verelim: „Bak kontrolcüler geldi. Aylık kartın var mı? Var biletim. Aylık kart bana pahalı geliyor. Bazen biletli bazen biletsiz biniyorum. Aylık biletler önceleri 50,50 Euro iken şimdi 60 Euro, 60 Euro olan ise 73 Euro oldu. Bir Türk firmasında iki saat çalışıyorum. Ramazandan dolayı günde iki defa gidiyorum işe.“
Bir başka gün yapılan sohbette ise şunlar kulağımıza çalınıyor: „37 yıldır buradayım. Üç çocukla geldim iki de burada oldu. Bunca yıldır inan bir kez bile olsun Nürnberg’den başka yere gitmedim. Sosyalin kapısını hiç çalmadım. Türkiye’den emekli oldum. Çankırı’da ev aldık. Bir ayağımız orada bir ayağımız burada…”
Stuttgart’ta 14 nolu metrodayım. Saat sabahın 6.30’u. Saat 07.00’de alınacak temizlik işine yetişmek isteyen Türkiyeli bir grup emekçi kadın şu sohbet eşliğinde sürdürüyor yolculuklarını: „Bize dört odalı güzel bir ev çıktı. Ama verip vermemek konusunda bir türlü karar vermediler. Türk olduğumuz için böyle bir evi layık görmüyorlar. Kızım ne kadar dil döktüyse de memuru ikna edemedi. Olmadı işte. Oğlanların ikisi bir odada, kız ise oturma odasında yatıyor. Küçükken idare ediyorlardı. Büyüyünce olmuyor.“
Dünyanın en ‘modern’ ülkesi olmakla övünen Almanya’da diğer ülkelerde olduğu gibi kadın emekçiler erkeklerle aynı işi yapıyor olsalar da yüzde 23 daha düşük ücret alıyor. Günde en az iki işte çalışan emekçi kadınlar yetmezmiş gibi çocuklara ve ev işlerine koşturup duruyorlar.
Mannheim’dayız. Bu kez sohbet edenler iki erkek işçi: „Hayrola sende mi tramvaya binecektin?“ „Evet, araba unfall yaptı.“. „İş nasıl?“, „Dokuz saat çalışıyoruz. Beni başka yere gönderdiler. ‘Ben gitmem dedim’ ama bakalım ne olacak. Akşam kahvede görüşürüz.“
Günlük hayatta benzer sohbetlere her birimiz mutlaka kulak misafiri oluyoruzdur. Okulda okuyan çocuğuna, evin elektrik ve kirasına para yetiştirme çabasıyla ordan oraya koşturanların, harcama yaparken kuruş kuruş hesap yapanların, dertleri-tasaları başlarından aşkın olanların başkaları bir yana kendisi için bir şeyler yapabilmesi dahi oldukça zor ama imkansız da değil…
Alman edebiyatının saygın isimlerinden Heinrich Heine, „Hayat ne amaç ne de araçtır. Hayat haktır.“ derken ne kadar güzel söz etmiş. İşçiler, emekçiler, kadınlar ve de gençler bu hakkı kullanmaya başladıkları an birilerinin saltanatı sarsılmaya başlar. O güne olan inancımız ve güvenimizle hayattan öğrenmeyi elden bırakmadan emekçilere kulak verelim!

Close