Written by 12:38 Allgemein

DENİZLER ÇOĞALIYOR

Üç fidanın Ulucanlar avlusunda yükselen sloganları mahpus duvarlarını aşıp ülkenin dört bir yanına …

1972 yılının 6 Mayıs şafağında Ulucanlar cezaevinin avlusunda kurulan darağacında can verdi  üç fidan. ’ın hayatları Amerikan emperyalizmine karşı bağımsızlık bayrağını yükselttikleri, devrim ve sosyalizm mücadelesine kopmaz bağlarla bağlı oldukları için kurulan bu darağaçlarında son buldu. İnançla, kararlılıkla dolu genç ömürlerini  verdiklerinde gerilerinde bıraktıkları miras o günden bugüne devrim ve sosyalizm mücadelesine ışık olmaya devam ediyor.
“Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür” diyerek işe koyulan 12 Mart cuntacıları ilk iş olarak devrim ve bağımsızlık mücadelesinin önderlerini hedef seçtiler.
Deniz’ler, Mahir’ler, Kaypakkaya’lar Türkiye devrimci hareketinde yeni bir sayfa açmışlardı. Bu yanıyla da  12 Mart cuntasının yok etmek istediği öncelikli hedeflerin başında onlar  geliyordu. Onları yok ettiklerinde, bedenlerini ortadan kaldırdıklarında  her şeyin kendileri için sütliman olacağı hayaliyle yaşıyorlardı.
Osmanlıdan  beri gelen bir anlayıştı bu . Üç beş kişiyi astıklarında her şeyin önüne geçeceklerini, bunun ibreti alem olacağını düşündüler hep. Bunun  için seferberlik ilan ettiler.
Karşılarında af dileyen, pişmanlık bildiren gençler bekliyorlardı. Bekledikleri gibi olmadı. Ulucanların avlusunda Deniz’in,Yusuf’’un, Hüseyin’in devrim ve sosyalizm inancı yükseldi. Onların son haykırışları, emekçi hakların kardeşliği, devrim ve sosyalizm olmuştur. Bu gerçeklik , davaya olan sonsuz inanç ve bağlılık daha oracıkta cellatları ürkütmeye yetmiştir. Ölürken bile komünizm propagandası  yaptılar sözleri onların bu çaresizliğinin sonucudur. Çünkü karşılarında davaları için ölüme hazır, kendi sandalyelerini kendileri tekmeleyerek, sloganlarla ölüme giden Deniz, Yusuf, Hüseyin vardı.
Üç fidanın Ulucanlar avlusunda yükselen sloganları mahpus duvarlarını aşıp ülkenin dört bir yanına kısa sürede yayıldı. Deniz’ler, Yusuf’lar, Hüseyin’ler çoğaldı. Hakları için mücadele eden, emperyalizme karşı duran herkesin kulaklarında onların haykırışı, dillerinde onların sloganları oldu.
Aradan 38 yıl geçti. Bugün Denizlerin ölümleri pahasına korudukları inançları, bağlı oldukları sosyalizm kavgası bu topraklarda hala capcanlı . Umut olmaya, büyümeye devam ediyor. Onları idam eden cellatlar ve düzenleri ise halkların vicdanında lanetlenerek  mahkum edilmiştir.
Denizler yaşamlarıyla , mücadeleleriyle halkların belleğinde derin bir yer tutarlarken; gerek yargılanmaları gerekse de idam edilmeleri egemenlerin nasıl bir hukuksuzluk içinde olduklarını, hukuku kendi siyasi amaçları için nasıl da kullandıklarını gösteren, katliamcı yüzlerini belgeleyen somut bir örnek olarak durmaktadır.
Aradan gecen 38 yıl yanılgılarının göstergesidir. Asmakla Denizleri tüketemediler. Onların türküsü söyleniyor şimdi her yerde. Onların haykırdıkları sloganlar bugünde güncelliğini koruyor ve mücadelenin olduğu her yerde yükselmeye devam ediyor. Denizler çoğalıyor, filizleniyor bu topraklarda. Her 6 Mayıs’ta onları asanlar lanetlenirken,  bu gerçek kendini çok daha somut olarak göstermektedir.
Deniz’leri anlamak onların davasına, savundukları değerlere sahip çıkmaktır. Onlar bu toprakların, Türkiye halklarının özlemlerini, ideallerini dile getirdiler. Genç ömürlerine bunun mücadelesini sığdırdılar. Bu gerçeklikle de öğretmeye devam ediyorlar.
BANA ‘KATİL ELVERDİ’   DİYORLAR
Denizlerin idam kararını veren Ali Elverdi, ayağı postallı, omuzu apoletli  bir asker, sırtı cüppeli bir “yargıçtı”. Hiç bir hukuk eğitimi ve kariyeri yoktu.12 Mart cuntasıyla beraber devrimcileri katletmeyle görevlendirildiği için Ankara 1 Nolu sıkıyönetim mahkemesine atamayla yargıç olmuştu. Zaten “Ben yalnız adli değil, siyasi kararlar da verdim” sözleriyle kendi gerçek misyonunu kendisi itiraf etmekteydi. Cellatlık görevini yerine getirmiş olmasından dolayı Deniz’lerin idamı için el kaldıran Demirel’in  Adalet Partisi’nde  iki dönem milletvekilliği yapmıştı. Tıpkı Deniz’lere idam cezası veren mahkemenin savcısı Baki Tuğ, 12 Mart askeri cuntasının kurmaylarından işkenceci general Faik Türün gibi o da ait olduğu yerde milletvekiliydi.
Yeminli bir halk düşmanı, efendilerine sadık bir uşak,devrimcilere ölüm fermanı vermekle yükümlü bir cellattı. Hem de öyle bir cellat ki Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ı idama mahkum etmekle kalmamış ve onların infazını keyif içinde izlemiştir. Deniz boynuna çift ilmik geçirilmiş olarak 25 dakika darağacında sallanırken O bunu karşısında sigara içerek seyredecek kadar cellat ruhludur. Deniz’lerin yükselen sloganları içine hem dert, hem de büyük bir korku kaynağı olmuştur. “…kelime-i şahadet getirmek yerine ‘Yaşasın Marksizm, Leninizm yüksek ideolojisi. Kahrolsun emperyalizm. Yaşasın bağımsız Türkiye. Yaşasın Kürt ve Türk halkları’ diye bağırdılar.” diyordu “ Bu Vatana Kastedenler “ adlı kitabında. Her kelimesinde, bu kitabın her satırında halka ve devrimcilere olan kinini kusuyordu.
Uzun yaşadı yaşamasına. Ama ölüm korkusu hep gölgesi oldu. Öyle ki öldü sanılması onun hayatta olmasının bir yolu olarak görüldü.
Fakat ne olursa olsun aradığı huzuru hiç bir zaman bulamadı. Hayatı boyunca  yazgısı onun peşini hiç  bırakmadı. Efendileri onu koruyup kollamıştı ama 86 yıl sürdürdüğü bu hayatta ona asıl cezayı yine hayatın kendisi bizzat vermişti.
Önce hasta düştü. Uzun yıllar çekti. eli ayağı tutmaz  hareket edemez, konuşamaz hale geldi. Son nefesine kadar  çekti. Öyle ki son nefesini bile rahat, huzur içinde veremedi. Hayatın kendisi bizzat buna izin vermemiş, ona ibretlik, ‘ironik’ bir ölüm tattırmıştı.
Boynuna yağlı  urgan geçirilen devrimcilerin boyunlarının kırılmasını, boğulmasını zevkle izleyen bu cellat. yediği son lokmanın boğazında kalmasıyla boğularak öldü.
En azından boğulmanın ne demek olduğunu gördü.  Lanetlenmişti. 12 Mart’ta esip gürlediği zamanlar cok geride kalmıştı. Kendisine sahip çıkan doğru dürüst kimse   bile çıkmadı. Cenazesinde korku ve “güvenlik önlemleri”nden başka bir şey yoktu. Ardından atılan gazete manşetlerinde bir cümle hep aynı kaldı” Üç fidana idam veren Ali Elverdi boğularak öldü…”
Tarih çoktan hükmünü vermiş, onu sayfalarına “katil” olarak kaydetmişti.

Yılmaz Ateş

Close