Written by 13:43 uncategorized

Düşman imgesi globalleştirildi

01Bukow3

Siegen Üniversitesi Araştırma Merkezi Yöneticisi Prof. Dr.  Hans – Dietrich Bukow, Almanya’da artan sağcı eylemler, PEGIDA, İslam düşmanlığı ve buna karşı neler yapılabileceği konusunda gazetemizin sorularını yanıtladı.

 

Sayın Bukow, son zamanlarda Almanya’da ırkçı gösterilere katılımda bir artışın olduğunu görüyoruz. Siz uzun yıllardır bu alanlarla ilgilenen birisi olarak gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şu sıralar yaşadıklarımıza; yapılan gösterilere, yürüyüşlere baktığımızda şaşılacak bir şey yok. Çünkü son yıllarda bu çevrelerde belli bir sakinliğe tanıklık ettik. 20 yıl içerisinde her yerde belli derecede ırkçı aktiviteler yaşandı. Ancak bunlar, şu sıralarda yeniden yükselen düzeyde değildi.

Şimdi bu yükselişin nasıl olduğuna bir bakalım: Köln’de yapılan gösterinin ardından Doğu Almanya’daki yeni eyaletlerde İslam karşıtlığı adı altında başlayan eylemlere beklenin çok üzerinde katılım oldu. İki-üç yıl önce böyle bir gösteriye bu kadar insanın katılması beklenmezdi.

Açıktır ki dünya çapındaki krizden, göç hareketlenmelerinden ötürü insanlar neler olduğunu öğrenmeye başladılar. Burada medyanın doğru bilgilendirme yapıp yapmadığı, önyargıların körüklenip körüklenmediği, İslam düşmanlığının oluşup oluşmadığı üzerinde pek durulmadı. Özellikle İslam düşmanlığının Doğu Almanya’daki eyaletlerde bu kadar yüksek olması dikkate değer. Çünkü burada yaşayanların çoğu İslam’ın ne olduğunu dahi bilmiyor. Bu durumda bu güçlü hareketlenmenin tam olarak nereden kaynaklandığına bakmamız gerekiyor.

 

Köln’de bir holigan grubunun eylemi olarak başladı, sonra yurtseverler hareketine dönüştü. Buna ne dersiniz?

Hiç şüphesiz, yeni eyaletlerde de Köln’de de bir araya gelenler arasında ırkçı partilere üye olanlar vardır. Bu örgütlerin aktivistleri, bugüne kadar sağ partilerle örgütsel açıdan bağlantı içerisinde olmayan ya da olmak istemeyenleri etkileyebildiler. Burada eylemler ve düşman imgesi (Feindbild) globalleştirildi. Gerçekten de önümüzde globalleştirilen bir şablon var ve bununla sağcılar sınırsız bir şekilde aktifleşip harekete geçebiliyor. Burada geleneksel konulara başvurularak, İslam düşmanlığı ve bilinen ırkçılık elementleri bir araya gelmelerini güçlendiriyor. Küreselleşme döneminde düşman imgesi da küreselleştirildi. Ve sosyal medya daha önce ulaşılması mümkün olmayan insanlara ulaşmayı kolaylaştırıyor. Yeni grupların aktifleştirilmesinde, yeni medyanın etkisi var. Eskiden gösterilere çağrıda en çok da sağcı gruplarda örgütlenme sorunu ortaya çıkıyordu ve bir çok insana ulaşamıyorlardı. Şimdi ise bir çok insana kolayca ulaşıyorlar. Dahası birlikte hareket edenleri motive ediyor.

 

ALMAN KİMLİĞİNİN GÜÇLENDİRİLMESİ YENİ DEĞİL

Eylemlerin daha çok Doğu Almanya’da kitlesel geçtiğini görüyoruz. Batı Almanya’daki eylemlere katılım ancak yüzlerle ifade ediliyor. Eylemlerin Doğu Almanya’da bu kadar güç toplamasını nasıl açıklıyorsunuz?

Kanımca iki önemli nokta var. Birincisi Almanya’da uzun zamandan beri, ulusal hareketleri ve ulusal kimlikleri güçlendirme eğiliminin olması. İki Almanya’nın birleşmesinden önce de Almanya ve Alman kimliği üzerinde duruldu. Gündeme gelen şeyler genellikle Almanya’nın göçe karşı olduğu veya uzun süreden beri yabancı kökenlilere karşı açıklamaların yapılması şeklindeydi.

Yani; başından beri, “Almanya’nın Almanlara ait olduğu” söylendi. Ancak biliyoruz ki bu kesinlikle doğru değil. Hiçbir zaman doğru olmadı, şimdi de doğru değil. Buna rağmen kamuoyunda bugüne kadar kullanıldı ve partiler de bunu ifade etti. CDU 1972’den bu yana her genel seçim kampanyasında hep göçmenleri malzeme olarak kullanarak bugüne geldi. Bu durum halkın bilincini de etkiledi doğal olarak…

Günümüzde, insanlar, İnternetten aldığı bilgilerle öncesine göre dünya çapında meydana gelen olaylarla daha etkili şekilde yüzleşiyorlar. Şimdi Ortadoğu’da izlediğimiz acımasızlık ve vahşet, aslında uluslararası düzeyde artan çatışma ve şiddetin bir yansımasıdır.

 

ÖNLEM ALINMAZSA KALICI OLABİLİR

Almanya’da İslam karşıtlığı üzerinden yükselen hareketin diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi kalıcı bir harekete dönüşmesi ihtimali var mı?

Şu anda yaşadığımız, bu sağcı akımlar, son yıllarda medyada yer aldığı gibi, modern görünümlü sağ radikallerden başka bir şey değildirler.

Almanya’da uzun bir süredir sağ bir gelenek var. Bu yeni değil. 50 yıl önce de vardı, İkinci Dünya Savaşı’ndan önce de… İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Doğu’daki eyaletlerde, özellikle Thüringen’de oldukça güçlü bir sağ gelenek vardı. Bunun kökü derinlerde yatıyor. Önemli olan bu sorun bunun büyümesine mi izin verilecek yoksa bununla mücadele mi edilecek.

Elbette ırkçılığın bazen dalga gibi güçlenmesi bazen de zayıflaması söz konusu olabilir. Ancak burada göze çarpan, partilerin geçmişte sağcılara karşı çok geri durması, sık sık da onların temel argümanlarını olduğu gibi kullanmasıdır.

Oysa, milliyetçilerin göçmenler konusunda söyledikleri üzeri örtülecek bir tabu değildir. Ne var ki, son yıllarda bu hareketlerle mücadeleye girilmediği gibi, bunlara anlayış gösterilerek geliştirildi. Irkçıların kendi dar ortamlarında dile getirdiği söylemler, toplumun orta tabakalarına kadar girdi.

Eğer bu sağcı hareketlere karşı şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da bir şeyler yapılmazsa bu akımlar kalıcı olur. Benim kaygım sağcı akımların dünyadaki gelişmelerden ötürü büyümesi. Şu anda sağcılar birleşiyor. Örneğin sağcı partiler Avrupa çapında bir ittifak kurdu. Bütün bunlar sağcıların blok halinde adım adım güçlenebileceğini gösteriyor.

Bütün bu tablodan hareketle, bunlara karşı olanlar, sivil toplum bundan sonra artık daha aktif olmalıdır.

 

Hem toplumu bölme politikalarına hem de ayrımcılığa karşı basın, aydınların, sanatçılar bundan sonra ne yapması gerekiyor? Ne öneriyorsunuz?

Medya, gelecekte neye ihtiyaç duyduğumuzu açık olarak ifade etmelidir. Bizim ihtiyacımız mümkün olduğu kadar çok dilli, göçe açık bir toplumdur.

Çünkü nüfus radikal bir şekilde azalıyor. Biliyoruz ki 30 yıl içinde nüfusumuz bugünkünden yüzde 25 daha az olacak. Son çocuk doğum oranlarına baktığımızda, çocuk yapmak istemeyen ailelerin oranı, yapmak isteyenlerden daha fazla. Bunun değişmesi gerekiyor. Çok dilli, çok renkli, göçe açık bir yaklaşım güçlenmelidir.. Kim ki bunları yapmıyorsa toplumumuzu yok ediyor demektir. Çok basit.

CSU en son evde zorunlu olarak Almanca konuşma türünden yaklaşımlarla toplumu yok etmeye çalışıyor. İnsanları bir araya getirip ortak tutum alma, ortak gelecek belirleme yerine bölme politikası izliyor ve bu da ister istemez toplumu çöküşe götürmek anlamına geliyor.

YÜCEL ÖZDEMİR

 

Evde zorunlu Almanca önerisi çok gülünç

 

Siz yıllardan beri göç ve uyum politikalarıyla ilgileniyorsunuz. Dil konusu yıllardır uyumla bağlantılı olarak ele alınıyor. Her fırsatta gündeme getiriliyor. CSU’nun evde zorunlu olarak Almanca konuşulmasını tartışmaya açmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bavyera’da CSU tarafından gündeme getirilen bu konu her şeyden önce gülünçtür. Bu açık. Herkes biliyor ki Bavyera Eyaleti’nde doğru dürüst Almanca konuşulmuyor, konuşulan, Almanca’nın bir lehçesi. Dünyada hiç bir toplum yoktur ki tek dilli olmak istesin. Almanya da zaten çok dilli. Sürekli yeni dillerin öğrenilmesi için çaba harcanıyor. Çocuklara ilkokuldan itibaren İngilizce öğretiliyor. Kısacası Almanya olarak daha fazla dilin öğrenilmesi için yoğun bir çaba içerisindeyiz. Böylece insanların küresel dünyada daha kolay bir şekilde hareket edilmesi amaçlanıyor.

Hal böyle iken CSU’dan birisi gelip, göçmenlerin evde zorunlu olarak Almanca konuşmasını istiyorsa, hem de yüksek Almanca, bu elbette gülünçtür. Ancak bu gülünç öneri aynı zamanda endişe vericidir, dünden kalan tezler değildir. İnsanların sokakta konuştuğu dille aile içinde konuştuğu dilin farklılığına vurgu yapmak yanlıştır.

Peki burada sağcıların göstermiş olduğu çaba nedir? Bütün sağcı, milliyetçi hareketlerin en büyük hayali tek dil, tek din ve tek kültür yaratmaktır. Bütün dertleri bu.

Bu nedenle sağcı ideolojiye karşı çıkmak gerekiyor. Bununla birlikte elbette toplum bölünüyor. Bu sağcı hayallerin gerçekleştirilmesi için insanlar arasındaki iletişim kesiliyor. Ve açıktır ki bu türden açıklamalar öncelikli olarak kendi evinde Almanca konuşmaları talep edilen göçmenleri etkiliyor. Zaten onlar kastediliyor. Göçmenleri hedefleyerek, ayrımcılığa tabi tutarak politika yapmak Almanya’da eski bir gelenektir. Geçmişte de, göçmenlerin mesleki nitelikleri, yaratıcılığı, yetenekleri tartışma konusu yapılmıştır. Hem de çok dilliğe, ihtiyacımız olduğu bilinmesine rağmen. Pedagojik olarak söylemek gerekirse, insanları aile dillerini korumaya teşvik etmek, motive etmek çok daha doğrudur. Biliyoruz ki, ikinci-üçüncü nesilden göçmenler kendi dillerini kaybediyorlar. Aslında bu sinir bozucu. Çünkü bu bir yeterliliğin, yeteneğin kaybedilmesi, insanların birlikte getirdikleri dilin yok olması anlamına geliyor. Bu nedenle CSU tarafından formüle edilen talep gülünçtür, aynı zamanda toplumun geleceği için aptalca ve tehlikeli bir öneridir.

Close