18 Aralık 1913’te doğan Willy Brandt, Almanya’nın siyasi tarihinde iz bırakan önemli isimlerden biri. Peki her fırsatta adı anılan, iktidar yılları övgüyle hatırlanan Brandt kimdir? Almanya’daki Türkiye kökenli göçmenlerin gönlünde neden ve nasıl yer edindi?
23 yıl boyunca Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) genel başkanlığını yapan Willy Brandt’ın adı, sadece Almanya’da değil dünyanın pek çok ülkesinde, hâlen sosyal demokrasiye gönül verenler tarafından sıkça anılıyor. Bugün SPD’nin içine düştüğü çıkmazdan kurtuluşunun Brandt’ın çizgisinde olduğunu söyleyenlerin sayısı hiç de az değil. Berlin belediye başkanlığında kazandığı başarıların ardından, 1965-69 yılları arasında eskiden Hitler’in partisi NSDAP’nin üyesi olan Kurt Georg Kiesinger (CDU) başbakanlığında kurulan “büyük koalisyon”da, Hitler faşizmine karşı mücadele eden eski bir sosyalist olarak başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanlığı koltuğuna oturan Brandt, denilebilir ki asıl etkisini 1969’daki erken seçimlerden sonra kurduğu SPD-FDP koalisyonunda başbakan olarak gösterdi. Bu dönemde izlemiş olduğu politikalardan ötürü halkın gönlünde yer edindi, sevgi ve sempatisini topladı.
Elbette, 1949’da Batılı emperyalist devletler tarafından kurulan Federal Cumhuriyet’in eski Naziler yeni Hıristiyan Demokratlar tarafından yönetilmesi, buna karşı geniş kesimler arasında başlayan geçmişi sorgulama ve dünyayı kasıp kavuran 68 gençlik hareketi, Brandt’in başbakanlık koltuğuna oturmasında büyük bir rol oynamıştı.
Fransa’da başlayan, Almanya’ya yayılan geniş gençlik eylemlerinin yarattığı büyük uyanış, ekonomik sosyal koşullar Adenauerli, Strausslu, Erhardlı Hıristiyan Demokratların karşısına bir alternatifin gerekli olduğunu gösteriyordu.
Faşizme karşı mücadele etmiş, sürgünde yaşamış kararlı bir antifaşist olan Brandt, bütün bunların etkisiyle savaş sonrası Federal Almanya’sında sosyal demokratlar adına başbakanlık koltuğuna oturan ilk politikacı oldu.
TUTARLI BİR ANTİFAŞİST, KARARLI BİR ANTİSOSYALİST
Asıl adı Herbert Ernst Karl Frahm olan, Aralık 1919 devrimi ve Hitler faşizmine karşı da büyük bir direnç gösteren Kuzey Almanya’nın liman kenti Lübeck’te doğan ve nüfus cüzdanında babasının kim olduğu ilerici annesi tarafından bilinçli olarak yazılmayan Willy Brandt, bu ismi Hitler faşizminin iktidara gelmesinden sonra yeraltına çekildiğinde kendisi seçti. Daha 17 yaşındayken, 1930’da SPD’ye üye oldan Brandt, kısa bir süre içinde bu partinin mücadelede dinamik olmadığını, devrimci görüşler savunmadığını fark ederek ayrıldı.
1931’de SPD’den ayrılanların kurduğu Almanya Sosyalist İşçi Partisi’ne (SAPD) geçen Brandt, 1933’de partinin Dresden’de illegal düzenlediği kongreye katıldıktan sonra, tutuklanacağını öğrenince Norveç’e sığındı. Sürgünde faşizme karşı mücadeleyi desteklemeye devam ederken, geçimini de gazetecilik yaparak sağlamayan Willy Brandt, 1938’de Hitler faşizmi tarafından vatandaşlıktan çıkarıldı. Ama o “Başka bir Almanya” talebini savunmaya devam etti. 1936 yazında, Norveçli öğrenci Gunnar Gaasland adına düzenlenmiş bir kimlikle Berlin’e geçerek SAP’ın hücre örgütlenmesini geliştirmek için çaba harcadı.
Brand, İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler faşizmi, Norveç’i işgal edince, gerçek kimliği anlaşılarak örgütü ele vermemek amacıyla giydiği Norveç askeri üniformasıyla yakalandı. Savaş esiri sayılarak bir süre sonra serbest bırakılmasından yararlanarak tarafsız İsveç’in başkenti Stockholm’e geçti ve bu sefer de Norveç’teki antifaşist direnişi için çalıştı. 1942’de beraber davrandığı eski SAPD kadrolarıyla yeniden SPD’ye dönmeyi kararlaştırdı. İskandinav sosyalistlerinin reformist ve kapitalizmde “sosyal adalet” içinde yaşama anlayışını temsil eden sosyalizm söyleminden önemli oranda etkilendi.
Hitler faşizminin yıkılması, İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesinden sonra Almanya’ya Norveç İşçi Partisi adıma gözlemci olarak dönen Brandt, 1947 sonunda yeniden Alman vatandaşlığına geçti.
İspanya iç savaşının başlaması üzerine, 1937’de SAP’ın ilişki içinde bulunduğu Birleşik Marksist İşçi Partisi (POUM) aracılığıyla bu ülkeye gitti. Haziran 1937’ye kadar kaldığı İspanya’dan Norveç’e döndü. İspanya’da faşizme karşı mücadeleye katılması, 1957’de Batı Berlin Belediye Başkanlığı’na aday olduğu sırada parti içindeki rakipleri tarafından komünistlerin saflarında mücadele ettiği gerekçesiyle karşı propaganda olarak kullanıldı. Ama, Brandt buna rağmen seçimleri kazandı ve belediye başkanı oldu.
DOĞUYA KARŞI BATI KAMPINDA
Ernst Reuter’den sonra Ekim 1957-Aralık 1966 arasında Batı Berlin Belediye Başkanlığı yapan Brandt, Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ne (DDR), Sovyetlere ve sosyalizme karşı rengini asıl bu yıllarda belli ettirdi ve sistemin güvenini kazandı. 17 Haziran 1955’te DDR’de ortaya çıkan rejim karşıtı hareketi desteklemek için Brandt, SSCB karşıtı gösterilerin başında yer aldı. Benzer bir tutumu, 1963’te Berlin Duvarı’nın yapılması, Batı Berlin’in Batılı emperyalist devletler tarafından “Bağımsız Berlin” olarak tanınmaması durumunda, SSCB’nin, Batı Almanya ile Batı Berlin’i birleştiren karayolunun DDR tarafından denetleneceği ültimatomunu vermesi sırasında da gösterdi. DDR ve SSCB karşıtı tutumu Berlin’de Brandt ve SPD’nin oylarını sürekli artırdı ve yüzde 62’ye (1963) kadar çıkardı. Bu yükseliş onu 1964’te SPD genel başkanı yaptı.
Böylece, kapitalizm ile sosyalizm arasındaki mücadelenin yoğunlaştığı Berlin’in batısında eski bir sosyalist, Batı kapitalizminin baş kahramanı, savunucu oluvermişti. 1963’te ABD Başkanı John F. Kennedys’in Berlin ziyareti sırasında da Almanya adına en ön sırada gözüktü. Brandt’a o yıllar yaşlı Adenauer’e karşı “Almanya’nın Kennedys”i adı takılmıştı.
DOĞUYA KARŞI KADİFE ELDİVEN OLDU
Batı Berlin’de kapitalist batının güler yüz olan Brandt’ın, Doğu Bloku’na yaklaşımı ise hep “kadifen eldiven”di. Gerilimi tırmandırma yerine diyalogdan yana oldu. Başbakan olduğu tarihe kadar uluslararası camia tarafından resmi olarak tanınan DDR’i Federal Almanya adına da tanıdı. Hıristiyan Demokratlar buna yanaşmıyordu. Bu yumuşak “Doğu Politikası” çerçevesinde 7 Aralık 1970’te Varşova’ya giden Brandt, burada “Gettosu’nun Kahramanları Anıtı”na çelenk koyarken, yarım dakika diz çökerek Alman halkı adına yapılanlardan ötürü özür diledi. Akıllara kazınan bu diz çöküş, Brandt’ı uluslararası çapında daha fazla büyüttü. Bu örnek davranışından ötürü 1971’de Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü. Daha sonra verdiği mülakatlarda diz çöküşün planlı olmadığını, aniden içinden geldiği için yaptığını söylemişti.
Hal böyle olunca, 1972’te yapılan genel seçimler tam anlamıyla “Doğu Politikası” için referanduma dönüştü. Ve Alman halkı gerilim değil, diyalogdan yana tavır alarak Brandt’a güven oyu verdi. SPD oylarını yüzde 3.1 artırarak yüzde 45.8’e çıkararak birinci parti oldu. Brandt ve SPD’si adeta altın yıllarını yaşıyordu.
Ama bu fazla uzun sürmedi. Ekonomik alanla yaşanan sorunlar, petrol krizi, artan işsizlik, enflasyon ve pahalılıkla birlikte Brandt, başka emeklilik olmak üzere bir çok alanda işçi ve emekçileri haklarına uzattı, sermaye lehine vergi düzenlemeleri yaptı. Tepkinin kendisini yer yer sokaklarda ifade ettiği, SPD’ye güvenin azaldığı bu dönemde Brandt’ın en yakın çalışma arkadaşı Günter Guillaume’nin DDR ajanı olduğu ortaya çıktı. Tartışmaların ardından Brandt başbakanlıktan istifa ederek yerini Helmut Schmidt’e bıraktı, ancak parti başkanlığına da devam etti. 1982’ye kadar “Sosyal-liberal” hükümetin başbakanlığını yapan Schmidt, izlediği neoliberal ve barış karşıtı politikalar nedeniyle koltuğunu Helmuth Kohl’e bıraktı. 1987’de SPD başkanlığını bırakan Brandt, 8 Ekim 1992’te öldü.
Brandt’ın yakın arkadaşı Hans Mayer, onun için, “Bir sosyalistti, ama hiç komünist olmadı” diyordu. SPD başkanlığından ayrılırken “Ben kimim?” diye kendisine soran Brandt, buna “Yoksa ben çok kimlikli miyim?” diye başka bir soruyla yanıt verir.
Gerçekten de, 100. yılını geride bırakan efsaneleşmiş Willy Brandt’ı tek bir özelliğiyle açıklamak mümkün görünmüyor.
YÜCEL ÖZDEMİR
Brandt, SPD ve Türkiye kökenli işçiler
Willy Brandt’ın özellikle ilk kuşak Türkiye kökenli göçmenler tarafından sevilmesi, asıl olarak onun ırkçılık, yabancı düşmanlığı karşıtı bir politikacı kimliğinden kaynaklanıyor. Almanya’ya geldiklerinde “eski Nazi yeni Hıristiyan Demokratların” iktidarda olduğu bir ülkede, tutarlı bir antifaşistin başbakan olması onlara güven verdi.
Elbette, o yıllarda SPD’nin iktidardaki CDU/CSU’ya göre daha sosyal politikalar savunması, yabancı işçilerin de sendikalar ve işyerlerinde Alman işçilerle eşit haklara sahip olmasında da Brandt ve partisinin rolü bulunuyor.
Brandt’ın siyasal propagandasında, ‚ülkedeki demokratikleşmeyi birlikte geliştirm‘ (Mitwirkung), ‚birlikte karar verme‘ (Mitbestimmumg), ‚planlama‘ gibi sosyal mtiflerin öne çıkması da bunun nedenleri arasındaydı.