Written by 10:13 Allgemein

Euro’nun kurtulma şansı var mı?

 

Avrupa’nın, hatta dünyanın gözü kulağı çarşamba günü Almanya Anayasa Mahkemesinin vereceği karardaydı.

AB çapında tek tek ülkelerin bütçelerinin Brüksel’den yapılmasını, belirlenen kurallara uymayanların cezalandırılmasını öngören Avrupa İstikrar Mekanizması’nın (ESM), Alman Anayasasına uygun olmadığı konusunda yapılan itirazları değerlendiren mahkemenin kararı büyük bir merakla bekleniyordu. Çünkü; Almanya’nın öncülüğünde kurulan ve pek çok ülke tarafından itirazsız kabul edilen “disiplin mekanizması”nın yürürlüğe girip girmeyeceği bir nevi yine Almanya’nın kararına bağlıydı.
Mahkemenin kararı beklendiği gibi “şartlı evet” oldu.
Yani, ESM’nin ulusal egemenliği ortadan kaldırdığı kabul edilirken, ESM’nin bütçesi için verilen 190 miyar avronun  artırılmasında Almanya’nın söz hakkının olmasına onay vermesinin şart olduğuna vurgu yapıldı. Yani; Almanya’nın avroyu kurtarma adına ESM kasasına koyacağı paranın nasıl ve nerede kullanılacağına yine Almanya karar verecek. Karar olumlu olunca, Alman basını tarafından bir kaç gündür ilan edilen “Avronun kader günü” kazasız belasız atlatılmış oldu. En çok da mali sermaye buna sevindi. Ama nereden bakılırsa bakılsın; AB’nin egemen ülkeleri Almanya ve Fransa öncülüğünde son iki yıldır “avroyu kurtarma” adına aldığı hiç bir karar, kurduğu hiç bir kurum Yunanistan başta olmak üzere, “borç krizi” içindeki ülkelerin bütçe açığını düşürmek yerine arttırmıştır.
“Kurtarma” adına atılan adımlar, kriz içindeki ülkelerin emekçilerini yoksullaştırma, bütçe açığını artırma ve kamu kurumlarının özelleştirilmesinden başka bir işe şey olmamıştır.
En son Avrupa Merkez Bankası (AMB) tarafından ilan edilen “sınırsız devlet tahvili satın alma” hamlesi de sorunu çözmeyecektir. Zira, borç kriziyle karşı karşıya olan ülkelerin devlet tahvilleri her ne kadar düşük faiz karşılında alınacağı ilan edilse de, bunun üç yılla sınırlandırılması, borçlu ülkelere ağır disiplin şartlarının getirmesi, özünde bir değişikliğin olmadığını ortaya koyuyor. Bütün bunlar elbette, başta Yunanistan olmak üzere, avronun güvenilirliğini sarsan ülkelerin “Avro Bölgesi”nde tutulması adına yapılıyor. Çünkü, bir ülkenin Avro Bölgesi’nden çıkması durumunda, domino taşları gibi, arkasında yenilerinin geleceği, dolayısıyla ekonomik ve siyasi açıdan büyük umutların bağlandığı avronun çöküşünün kuvvetli bir ihtimal olduğunu biliyorlar.
Bu nedenle düne kadar Yunanistan’a avrodan çıkarma tehditleri savuran Almanya Başbakanı Merkel, son bir kaç haftadır işin ciddiyetini anlamış olsak gerek ağız değiştirmiş, ne pahasına olursa olsun Yunanistan’ın Avro Bölgesi’nde kalması gerektiğinden dem vuruyor.
Bu açıdan bakıldığında, avronun siyasi ve ekonomik kaderi ya da vadesi krizle birlikte aslında çoktan dolmuştur. Şimdi, avrodan en çok çıkar sağlayanlar zorla ayakta tutma, ömrünü uzatmanın mücadelesini veriyorlar. Hem de faturasını aşırı bir şekilde, başta borç krizinin yaşandığı ülkeler olmak üzere, kıta genelinde işçilere, kamu çalışanlarına ve diğer emekçilere kesiyorlar.
Örneğin dün sabah saatlerinde, Yunanistan halkına “acı ilaç”ları içiren AB, AMB ve IMF’den oluşan troyka, adeta Alman Anayasa Mahkemesinde güven vermek için, Yunanistan’ın bir sonraki kredi dilimini alabilmesi için mutlaka yerine yetirmesi gerektiği şartları saydı:
– Emeklilik yaşı 65’ten 67’ye çıkarılsın
– Haftada 6 gün normal çalışma günü olsun
– İşverenler ihtiyaç duyduklarında işçileri günde 13 saat çalıştırabilsin
– İşten atmadan önceki bildirim süresi ve tazminatlar yarıya düşürülsün.
Tamamen sömürünün yoğunlaştırılması, işçi sınıfının en temel kazanımlarının yok edilmesi anlamına gelen bu ağır dayatmalar ve planlar üzerinden “avro kurtarılmak”, Yunanistan Avro Bölgesi’nde tutulmak isteniyor.
Emekçilere işsizlikten ve yoksulluktan başka bir şey ifade etmeyen “kurtarma planları”na Yunan halkının yanıtının mücadeleyi büyütmek, programların altına imza atacak partileri seçimlerde sandığa gömmek olacağı açıktır.
Özetle, Avrupa’nın egemen ülkesi durumundaki Almanya’nın Anayasa Mahkemesi tarafından dün verilen karar bir taraftan “Parayı verenin düdüğü de çalacağı”nın ilanı olurken, diğer taraftan da AB çapında emekçi halklara dayatılacak kısıtlama paketlerinin altında net bir şekilde “Almanya imzası” olacaktır. Bu da kıta genelinde Alman sermayesine ve politikacılarına karşı tepkiyi hızla büyütecek, karanlık geçmişe göndermelerin yapılmasını sıklaştıracaktır.
Geçen hafta Madrid’e giden Merkel’in “Evine dön” pankartlarıyla protesto edilmesi bunun işaretidir.

 

YÜCEL ÖZDEMİR

Close