Uzak Asya, Doğu Avrupa veya Türkiye’de karınları bile doymadan batılı tekstil tekellerine etek, pantolon, tişört, elbise üreten işçiler yangınlarla, intiharlarla, en son olarak da Primark firmasında ortaya çıkan ‚bize yardım edin‘ etiketleriyle gündeme geldiler.
Acıdık, üzüldük ama fiyatları düşük diye yine onların ürettikleri malları almaya devam ettik. Görseydik nasıl çalıştıklarını belki biraz daha düşünürdük, dikkat ederdik aslında pek de ihtiyacımız olmayan, çarpıcı renkleri ve düşük fiyatlarıyla bizi cezbeden bu giysileri alırken…
Tekstil sanayinin cehennemi sadece Bengaldeş değil. Hindistan’da da kadınlar ve kız çocukları azgınca sömürülüyor. Hele de dünya markalarına yedek parça üreten tekstil atölyelerinde durum çok daha kötü, çünkü oralara bakan, kontrol eden yok…
Sabah saat sekizde Divya çalışabilecek durumdaydı. Öğle saatlerinde de idare ederdi. Bir kase pilav, birkaç bardak suyla geçirdiği öğle yemeğinden sonra gücü azalmaya başladı, çalışma hızı düştü, akşam ise başı tezgahın üstüne düşmüş şekilde çalışmaktaydı. Hemen usta başı yanına geldi ve saçlarından çekerek çalışmaya devam etmesini emretti. Sabah saat altıya kadar çalışması zorunluydu, sonra iki saat uyuyacak ve sekizde tekrar çalışmaya başlayacaktı. Divya, ‚Avrupa’dan yeni siparişler geldiğinde hep böyle çalışırdık. Dayanamıyordum, tek istediğim atölyeden çıkıp kaçmak, kaçmak, kaçmaktı…‘ diyor.
Divya, hapiste falan değil, kimsenin kölesi de değil. Yaptığı en büyük hata bir kağıdın altına imza atmak. Komşusunun rujlu dudaklarından, parlak küpelerinden, kısa süre içinde ailesine bir televizyon alabileceği umudundan büyülenerek attığı bir imza… ‚İşe gir, en kısa zamanda istediğin herşeyi satın alabileceksin, bir film yıldızı gibi yaşayacaksın.‘ demişti komşusu. Sözleşme hiç de kötü değildi, üç yıl meslek eğitimi alacaktı, firma yatacak yer ve yemek veriyordu, haftada iki günü boştu ve iyi çalışırsa ikramiye de alacaktı. Üstelik evlenecek bir kız olarak çeyiz parası biriktirmek için güzel bir olanak geçmişti eline…
ÇEYİZ İÇİN 200.000 RUPİ
Gerçekte ise Divya, Hindistan örgü ve tekstil sanayisi sömürüsünün ‚SUMANGALİ’nin eline düşmüştü. Tamil dilinde sumangali “güzel gelin” anlamına gelir. Sumangali’de çalışan genç kadınların ise bırakın güzel gelin olmayı, gelin olmaları bile imkansızdır. Hayatta kalabildiklerine şükrederler sonunda…
Kulağa müzik gibi gelen bu sözcüğün ardında Güney Hindistan’daki tekstil şehri Tamil Nadu’daki dokuma tezgahları gizlidir. Bu tezgahlarda genç kadınlar hayallerini dokurlar, ölmezlerse patronların karlarını arttırırlar. Sumangali’nin tarifesi bir yanda gelenek, bilgisizlik ve koşulsuz güven diğer yanda kar hırsı, sömürü ve caniliktir. Batı dünyasının gözleri Bengaldeş’teki tekstil tezgahlarındayken, Hindistanlı üreticiler batılı radara yakalanmadan üretime devam ederler.
‚Yemek iğrençti, her gün püre yedik, bazen içinde karaböceklerin dolaştığı, bazen izmarit bulduğumuz patates, bezelye, fasulye püresi. Hiçbir zaman doymadık‘ diye anlatıyor Vasugi. Vasugi, işe başladığında 13 yaşındaydı. Babası bir tekstil işletmesinin aracısına teslim etti kızını. Ne yapabilirdi ki adam? Kız çocuğu demek evlendiği zaman masraf demek, çeyiz demek… Hindistan’ın kırlık kesimlerinde hala düğünü kız tarafı yapar. Düğün yemeği 15 bin Rupi, erkeğe çeyiz 20 bin, gelinin takıları 125 bin ve erkeğin ailesine 50 bin Rupi verilmesi gerekir. Toplam 200 bin Rupi, 2346 Euro’yu nereden bulsun Vasugi’nin çay tarlasında çalışan babası? Tekstil işletmesinin ajanı Vasugi’nin yatacak yeri olacağını, yemeğinin işletmeden verileceğini, üç yıllık öğrenim süresi sonunda çeyizi için 40 bin Rupi alacağını sakin, inandırıcı bir sesle anlatınca sanki dünyalar onun olduydu… Vasugi’nin babası sözleşmeyi imzaladı, kızını bir dolmuşla Tiripur’a getirdiler.
BURASI HAPİSHANE DEĞİL FABRİKA
Fabrika üç metre yüksekliğinde duvarla çevrilmişti. Sokağa bakan pencereler demir parmaklıklıydı ve içeride neon ışıkları altında yüzlerce dokuma tezgahı çalışmaktaydı. 40 dereceyi geçen sıcaklıkta en az 800 kişi çalışmaktaydı. Vasugi’ye yatacağı yeri gösterdiler: avluda bir barakadai küçücük bir odada uyuyacaktı 12 kadınla birlikte. Muson yağmurları yağdığında içerisinin sırıl sıklam olduğu minnacık odada… Sabahları ‚bekçi’nin düdüğü ile uyanacaklar, beş dakikada tuvalet ihtiyaçlarını giderecekler ve işin başına geçeceklerdi. Günde 12 saat, haftada yedi gün çalıştılar. Vasugi’nin ağırlığı 31 kiloya iniverdi. 25 kiloluk bobinleri taşımak zorundaydı buna rağmen. Geceleri yatağında gizli gizli ağladı.
İşe alınırken aylığının 4500 Rupi olacağı söylenmişti. Her ne kadar Hindistan’daki asgari ücretin yüzde 40 altında olsa da 13 yaşındaki bir çocuk için iyi paraydı bu. Ama yatma ve yemek masrafı olarak her ay 2000 Rupi’sine el kondu. Haftada 6 gün çalıştıktan sonra birisinin refakatında iki saat alışverişe gitme olanağı vardı. İyi çalışmayanlara bu fırsat bile verilmiyordu. İyi çalışmak neyse… Atölyenin her yanı minik liflerle doluydu, havaya karışan bu lifler nefes almayı zorlaştırıyor, astımlıların sayısının artmasına neden oluyordu. Ailelerle görüşmek neredeyse imkansızdı. Haftada beş dakika telefon görüşmesi yapabiliyorlardı. Vasugi, dayanamadı, ‚yoksa intihar edecektim.‘, iki sene çalıştıktan sonra bir punduna getirip işletmeden kaçtı…‘ Ne çeyiz parası ne de az da olsa bir tazminat ödediler…
Kölece çalışma kadar, taciz, tecavüz korkusu sinir bozucuydu. Erkek nöbetçiler, gece çalışan kadınların yanına geliyor, onları kendileriyle yatmaya zorluyorlardı. Bu teklifi kabul edenler ertesi gün daha iyi bir işte çalışacaklarından emindiler. Gece vardiyasında makinelerin bozulması halinde teknisyenlerden işittikleri küfürler işin cabasıydı. makine tamir edilirken yapılan sözle, elle tacizin ise lafı bile edilmezdi.
Tiribur, Hindistan’ın güneyinde Sumangali sistemine göre çalışılan şehirlerden biri. O kadar çok ve o kadar ucuza üretiyorlar ki burada alman tekstil devleri kendi lojistik (taşıma) sistemlerini bile oluşturmuşlar. DHL, koskoca bir paket merkezi kurmuş durumda… Vasugi, Divya, binlerce genç kadın çeyiz parası için çalışıyor. Dayanamayanlar, kaçanlar, intihar edenler zayıf, iradesiz olarak damgalanıyor, bir Vasugi kaçıyor, onlarcası umutla, gözleri parlayarak babası aracılığıyla sözleşme imzalıyor. Üretiyorlar, üretiyorlar, üretiyorlar… Satın alıyoruz, satın alıyoruz, satın alıyoruz ve çark işte böyle dönüyor…
(Frankfurter Allgemein Zeitung gazetesinde Christoph Hein’in röportajı esas alınarak derlendi/ Semra Çelik)