Written by 15:41 HABERLER

Fransa emekçileriyle dayanışmaya!

Fransa sermayesi için hak mücadelesi verenler “haydut” ve “terörist”… Kıvılcımın Belçika ile sınırlı kalmayacağından korkan Alman sermayesi için ise Fransız emekçiler, “tarihe ayak uyduramayanlar”, “kundakçılar”, “ideolojik tiyatro senaristleri”. Alman sendikalarının önde gelenleri de “uluslararası dayanışma” talebini Fransa konusunda duymak bile istemiyorlar. Aylardır Fransa’nın dört bir tarafında grev ve gösterilere katılanlar emekçiler ve gençler sadece kendileri için değil Fransa’nın dışındaki bütün işçi ve emekçiler için de mücadele ediyorlar. Bize düşen de bulunduğumuz her yerde dayanışmayı örgütlemek!

 

CGT önlüklü, orta yaşlı bir kadın işçi Alman RTL televizyonunun yasa değişikliği ile ilgili sorularını yanıtlıyor. Hemen arka tarafta, ellerinde kızıl bayraklar, pankart ve dövizlerle binlerce işçi ve genç slogan atarak yürüyorlar. Kameraman ellerinde meşale ve benzeri yanıcı/sis yayan madde taşıyanları zomlayarak yaşananları daha da ‘dramatik’ olarak ekrana yansıtmaya çalışıyor.

Son aylarda yaşananların Fransız işçi sınıfı ve sınıfın geleceği olan gençlik açısından ne kadar dramatik, ne kadar hayati öneme sahip olduğunu RTL’in sorularını yanıtlayan kadın işçi şu sözlerle aktarıyor: „Evet doğru, onlar reform yapıyoruz diyor. Ama bu bizim için reform anlamına gelmiyor. Atalarımızın canlarını vererek elde ettikleri haklarımız gasp ediliyor. Gençlerimizin geleceği gasp ediliyor. Buna izin veremeyiz.”

Kadın işçiye teşekkür ettikten sonra kameraya dönen spiker, “Hükümetin reform çabalarının sendikalar ve üyeleri tarafından tam kavranmadığı görülüyor. Ama Cumhurbaşkanı Hollande ve Başbakan Vals’ın Fransa’yı yeniden güçlü bir ulus yapmak için başka alternatifleri yok” diyor.

 

“HAYDUT”, “TERÖRİST”…

“Fransa’yı yeniden güçlü bir ulus yapma” sözü ortaya atılarak gerçekte Fransa’nın zayıf olduğu ileri sürülüyor. Fransa İşverenleri Birliği MEDEF’in Başkanı Pierre Gattaz “güçlü bir ulus” talebini yinelerken haklarını arayanları “haydut” ve “terörist” olarak nitelemekten geri durmuyor. Oysa Fransa’yı Fransa yapan, tüm dünyada, yerlisi ve göçmeniyle “güçlü bir ulus” kanısını güçlendirenler tam da bugün üretimi durdurarak, üniversite ve liseleri boykot ederek bu alanları dolduran işçi ve emekçiler, gençler ve kadınlar!

Bugün dünyanın neresinde olursanız olun “Fransa” denildiğinde akla hakları için mücadele eden bir halk, gerektiğinde ayaklanan, hükümetleri deviren, sermayenin saldırılarını püskürten bir emekçi sınıfı geliyor.

En son büyük başkaldırı olarak 1995 yılı hala belleklerde; Tarihin sona erdiği, kapitalizmin alternatifsiz bir sistem olduğu, yeni dünya düzeninin karşısında hiçbir gücün duramayacağı söylendiği bir dönem, Fransa’nın sözde komünist partisinin Marksist sınıf kavramının geçerli olup olmadığını tartıştığı bir an Fransa işçi sınıfı ayağa kalkarak Alain Juppé hükümetinin geri adım atmaya zorlamıştı.

Bugün de durum farklı değil; Fransız sermayesinin koçbaşı Gattaz, özellikle hazırlanan taslağın 2. maddesinin olduğu gibi uygulanmasını talep ederken, “Eğer bu madde geri alınırsa o zaman bütün yasanın geri alınmasını talep ederiz” dedi. Bu aynı zamanda Manuel Vals hükümetine ve Cumhurbaşkanı Francois Hollande’ye de bir uyarıydı: Ya bu deveyi güdersin ya da bu diyardan gidersin!

Çok gecikmeden Hollende ve Vals sermayeye selam durdular: Vals, “Taşıdığım sorumluluk sonuna kadar gitmemi gerektiriyor” derken Hollande bir adım daha ileri giderek amaçlarını şöyle ifade ediyordu; “Sorun aynı zamanda iki tür sendikacılık arasında karar vermekle ilgili: Protesto sendikacılığı mı – sorumlu sendikacılık mı?”

Böylece iki devlet adamı, işçi ve emekçilere, sendika önderlerine “haydut” diye saldıran ama gerçekte ülkenin en büyük haydutlarının çetesi olan MEDEF’in talepleri doğrultusunda hareket edeceklerini çekinmeden ortaya koydular. Bu kadarına sermayenin “has adamı” olarak ün yapan Nicolas Sarkozy dahi cesaret edememişti!

 

FRANSA ÖĞRETİYOR

Fransız emekçilerinin eylemleri başta Avrupa olmak üzere bütün ileri ve gelişmekte olan kapitalist ülkelerde dikkatle izleniyor. Bir yanda kıvılcımın kendi ülkelerine sıçramasından korkan sermaye, hükümetleri ve sendika bürokrasisi diğer yanda ilerici, mücadeleden yana olan işçi ve emekçiler.

Eylemler şimdilik Kuzey Avrupa ülkelerinden Belçika’ya sıçradı; İrlanda ve İngiltere’de bir süredir bütün iniş ve çıkışlarına rağmen eylemler gündemde. Emek-sermaye çelişkilerinin had safhaya vardığı Doğu Avrupa ve Balkanlar ise adeta bir barut fıçısı konumunda; 2015 yılının genelinde bu ülkeler çok ciddi işkolu eylemlerine sahne oldular ve bazı ülkelerde eylemleri merkezileştirme eğilimi artıyor.

2008/2009 krizinden sonra AB patronlarının büyük bir hışımla saldırdıkları PİİGS ülkelerinde bir süredir yine içten içe mücadele eğilimi gelişiyor. AB patronlarının ve işbirlikçilerinin dayattıkları “alternatifi olmayan çözümler” bu ülkelerin ekonomik olarak daha fazla batağa saplandıkları, işsizlik ve yoksulluğun katlanarak arttığı ortada.

“Reformların etkilerini tam göstermesi için daha süre gerekiyor” sözlerine artık emekçiler inanmıyorlar. Fransız emekçiler de bütün bunları, “reformların etkilerini” gördükleri için büyük bir kararlılıkla sermaye ve hükümetinin saldırılarına karşı mücadeleyi sürdürüyorlar.

 

GENÇLİK SINIF MÜCADELESİ VERİYOR!

Fransa’da verilen mücadelenin en önemli yanlarından biri de gençlerin, işçi gençlerin yanı sıra liseli ve üniversiteli gençlerin eylemlere katılmaları, birlikte örgütlemeleri kısacası gelecekleri için kapitalist rekabete boyun eğmek yerine unsuru oldukları işçi sınıfı ile birlikte alanlara çıkmalarında yatıyor.

Ulusal kökeni ve dini eğilimi ne olursa olsun; Fransa gençliğinin bu tutumunun diğer ülkelerin gençliğini olumlu etkileyeceği ve sınıf mücadelesini merkezlerine alan militan gençlik hareketlerinin gelişmesine katkı sunacağı şimdiden söylenebilir.

 

ALMAN SERMAYESİ SALDIRI MODUNDA

Alman sermayesinin, AB’yi kendi çıkarları için “dizayn” etme çabaları kapsamında 1 Ocak 1993’te yürürlüğe giren “Maastricht kriterleri” ve 1 Aralık 2009’da “Lizbon Antlaşması” AB üyesi ve AB aday üyesi ülkelerinin işçi ve emekçilerine en büyük saldırıların temeli olarak değerlendiriliyor.

Özellikle 2008/2009 krizinden sonra Alman sermayesi söz konusu anlaşmaları da dayanak haline getirerek AB üyesi ülkeler üzerindeki baskılarını artırdı. Almanya’da 2003 yılında “Ajanda 2010” (değişik saldırıların yanı sıra Hartz I-IV yasaları) başlığı altında yürürlüğe sokulan yeni çalışma yasalarından daha ağırları, krizden en fazla etkilenen Yunanistan, İspanya, Portekiz, İtalya ve İrlanda’ya dayatıldı ve önemli ölçüde yürürlüğe konuldu.

Bugün Fransa’da karar altına alınan yasayı Fransız sermayesi dayattığı gibi Alman sermayesi de bu saldırıların arkasında duruyor. Ocak 2014’de Ajanda 2010’un mimarı olarak bilinen Peter Hartz’ın Cumhurbaşkanı Hollande ile görüştüğü ortaya çıkmıştı ve Hartz’ın Hollande’nin danışmanı olacağı iddiası ortaya atılmıştı. Fransız hükümeti derhal, “Hartz danışman falan olmayacak” diye yalanlamış ama ardından, “Cumhurbaşkanı Hollande ve Peter Hartz resmi olmayan bir görüşmede fikir alış verişinde bulundular” açıklamasını yapmıştı.

İster Hartz danışman olsun ister olmasın; AB’nin tek patronu olmak için kolları sıvayan Almanya’nın Fransa üzerinde çok ciddi baskı yaptığı biliniyor. Nitekim Fransa’dan Belçika’ya sıçrayan kıvılcımın bu ülkeyle sınırlı kalmayacağından korkan Alman sermayesi ve basın organları son haftalarda Fransız emekçilere karşı saldırılarını artırdılar. Fransız emekçileri, “tarihe ayak uyduramayanlar” (Tagesspiegel) ve “kundakçılar” (FAZ) tanımlayarak akıllarınca aşağıladıklarını düşünenlerin yanı sıra Enternasyonal Marşı’na atıfta bulunarak sendikaların artık “son kavgalarını” (… “Bu kavga en sonuncu kavgamızdır artık / Enternasyonal’le kurtulur insanlık” …) oynadıklarını ileri sürerek (WAMS) sözde “derin analizler” yaparak “oyunlarının son perdesini oynayan ideolojik tiyatro senaristlerine” (Die Welt) vurgu yaparak işçi sınıfının ideolojisinin iflas ettiğini ima ettirmeye kadar varıyorlar.

Alman sermayesi sadece AB’nin patronu olma sevdasıyla Fransa’daki mücadeleye tüm gücüyle saldırmıyor aynı zamanda önümüzdeki süreçte “Ajanda 2020” başlığı altında yeni saldırıların da yolunu hazırlıyor; Bu planların önündeki en büyük engel Fransa ve Belçika’da işçi ve emekçilerin verdiği mücadele.

 

DAYANIŞMAYI YÜKSELTELİM

Alman sendikalarının önde gelenleri bugün ne yazık ki “uluslararası dayanışma” talebini Fransa konusunda duymak bile istemiyorlar. Bazı sendikacıların, “Reform paketini eleştirel değerlendiriyoruz, ama yapılan eylemlerin tarzını da tasvip etmiyoruz” diyerek Fransız emekçilerin “ileri” gittiğini, sermayenin saldırılarına karşı “hadlerini aştığını” ima etmelerinin somut nedeni de var: En son imzalanan metal sözleşmesinde IG Metall sözleşmenin ikinci basamağına ilişkin varılan anlaşma maddesi; İşletmelerin “farklı rekabet koşullarını/durumunu” (“Differenzierende Wettbewerbskomponente”) gözetmeyi taahhüt ediyor. Bugün Fransız CGT ve FO’nun “kesinlikle kabul etmeyeceğiz” dedikleri MEDEF’in ise, “Bu madde olmazsa yasaya gerek yok” diye rest çektiği Almanya’da 2004’de “Pforzheim Sözleşmesi”yle (“Pforzheim Vereinbarung“) uygulamada. IG Metall’in açtığı yoldan diğer bütün sendikalar bugün yürüyorlar.

Buradan bakıldığında Fransız ve kısmen Belçikalı emekçilerin verdikleri mücadelenin gerçekte bütün işçi ve emekçiler için mücadele ettikleri görülecektir. Bu nedenle bugün Fransız ve Belçikalı emekçilerle dayanışma, geleneksel dayanışma anlayışını aşmalı, Almanya’daki hakların korunması, gerçekleştirilen saldırıların geri alınması mücadelesini hedeflemelidir. Bize düşen de bulunduğumuz her yerde dayanışmayı örgütlemektir!

 

 

İŞ YASASI NELER İÇERİYOR

Fransa’da sermaye ve hükümet iş yasasını kökten değiştirmek istiyor. Yapılmak istenen değişikliklere göre haftalık çalışma süreleri, mesailerin ödenmesi ve diğer hususlar işletme düzeyinde müzakere edilebilecek. Çalışanların çoğunluğunun kabul etmesi durumunda sektörel anlaşmaların şimdiye dek tamamen bağlayıcı olan yasal düzenlemeleri ya da hükümleri geçersiz kılınabilecek.

Sendikalar bu mekanizmasının iş yasasında çok kötü sonuçlar doğuracak gedikler açacağını hesaba katmak zorundalar. Şimdiye kadar sendikalar devlet ve yasaların kendilerini patronların tek başına karar verme hakkından koruduğunu düşünüyorlardı.

İş yasası bugüne kadar işçilerin emekçilerin cüzi oranda (asgari ücret, çeşitli primler, esas olarak eşitlik) haklarını ve haftalık 35 saat çalışma süresi gibi kazanımlarını garanti altına alıyor. İşçilere çalıştıkları mesai saatleri sayesinde ek ödeme ya da ailesine ayırmak üzere boş zaman olanağı tanıyor.

Reformla birlikte bugüne dek asgari anlamda güvencede gibi görünen haklar şimdi tehlikede. Senato komisyonu yasal olarak belirlenmiş haftalık azami çalışma süresini belirlenmesinin iptalini önerdi. Bundan böyle iş güvencesi vb esnekleştirilecek. Ulusal parlamentoda yapılan bazı tartışmalar sonucu bazı net olmayan maddeler geri çekilirken, mesleğe yeni atılan gençlere maddi yardım sunulması gibi olumlu maddeler eklendi. Ancak CGT, FO ve SUD-Solidaires sendikaları yapılan bu önerileri yetersiz buluyor. FO şefi Mailly, planlanan iş piyasası reformunun işçi haklarını tümüyle yok ettiğini söyleyerek hükümetin liberal bir mantıkla hareket ettiğini söyledi.

SERDAR DERVENTLİ

Close