YUSUF KARATAŞ
Çatışmalı süreç, Kürt sorununun çözümünde belirleyici bir önem taşıyan öz yönetim, özerklik gibi kavramların tartışma zeminini de ciddi bir biçimde tahrip ediyor. Bugün Türkiye’de en saldırgan kesimleri sarayın etrafında toplanmış bulunan burjuva gericilik ve medyası, Kürt halkının özerklik talebini hendek, çatışma, şiddet üzerinden “bölücülük” ve “terör” ekseninde tartışıyor. DBP’li yerel yönetimlerin 18-19 Eylül tarihlerinde Diyarbakır Sümerpark’ta yaptığı “Yerel Yönetimler Öz Yönetimi Tartışıyor” etkinliği, özerkliğin sıkıştırılmak istendiği çerçeveyi kırmak bakımından önemli bir adım oldu. Ancak bu durum, etkinliğin açılış konuşması ve sonuç deklarasyonunda tarif edilen özerkliğin ve ortaya konan “statü” talebinin tartışmaya muhtaç olduğu gerçeğini de değiştirmiyor. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve Demokratik Yerel Yönetimler Birliği Eş Başkanı Fırat Anlı, öz yönetimin hendek, çatışma, siyasi operasyon ve şiddetle öne çıkartılmasını eleştirdiği konuşmasında öz yönetimi sadece Kürtler için değil, bütün Türkiye kentleri için istediklerini vurgulamıştı. Konuşmasında “Kuzey İrlanda’dan Bask örneğine, Sayın Davutoğlu’nun bizzat müzakerelere aracılık ettiği Filipinler’deki Müslüman Moro örneğine kadar demokratik özerkliğin öz yönetim talebiyle gerçekleştirilebileceği defalarca ispatlanmıştır” diyen Anlı, devamında AKP’nin kendi gündeme getirdiği yasaları uygulamamasına dikkat çekmişti. Anlı söz konusu konuşmasında AKP’nin AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ve 2004’te gündeme getirdiği ‘Kamu Yönetimi Temel Kanunu’ gibi yerel yönetimlerle ilgili idari düzenlemelerin bugün uygulanıyor olması halinde sorunun büyük bir kısmının çözülmüş olacağını da söylemişti. Etkinliğin sonuç deklarasyonunu açıklayan Mardin Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Ahmet Türk de öz yönetimin devleti reddetmediğini belirterek, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na koyulan çekincelerin kaldırılması ve Abdullah Öcalan’ın özgür bir şekilde çözüm sürecinde muhatap alınması taleplerini dile getirmişti. Öncelikle bu etkinliğin Kürdistan’ın çeşitli kentlerinde yapılan öz yönetim ilanlarına bir ‘düzeltme’ anlamı taşıdığını belirtmek gerekiyor. Çünkü devletin saldırı, operasyonlarına karşı halk meclislerinin hendek vb. üzerinden bir savunma tutumu geliştirmesinin öz yönetim ya da özerklik olarak sunulması, her şeyden önce bu kavramların denk geldiği siyasi statüyü anlaşılmaz kılmakta, dahası içini boşaltmaktadır. Ancak öte yandan gerek Fırat Anlı ve gerekse Ahmet Türk’ün öz yönetim ve özerklik için çizdikleri çerçevenin de Kürt halkının siyasi statü talebini karşılamaktan uzak olduğunu da belirtmek gerekiyor. Neden mi? Çünkü söz konusu açıklamaların eksenini, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konan çekincelerin kaldırılması ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi temelinde düzenlemelerin yapılması belirlemektedir. Elbette bu yönde düzenlemelerin yapılması halinde bugün ancak dikta rejimlerinde görülebilecek olan DBP’li belediye başkanlarının görevlerinden alınmasının önüne geçilebilir ve Kürt yerel yönetimlerin idari ve mali olarak hareket serbestisi kazanmasının önü açılabilir. Ancak bu durum (idari ve mali özerklik) siyasi bir statüyü tarif etmekten ve Kürt halkının kendini yönetme hakkını karşılamaktan uzaktır. Bu noktada Fırat Anlı dostumuzun konuşmasındaki bir çelişkiye de dikkat çekmek gerekiyor. İrlanda, Bask ya da Müslüman Moro halkının özerklik statüsü ile “Sadece Kürtler için değil, bütün Türkiye için demokratik özerklik istemek” aynı şey değildir. Çünkü konuşmada verilen örnekler etnik/ulusal-dinsel farklılıklara dayalı ve dolayısıyla çözümleri de bu farklılığın siyasi olarak kabulüne dayalı bir statü ekseninde gündeme gelmiş olan sorunlardır. Tıpkı Kürt sorunu gibi. Yani Kürt halkının siyasi statüsünün tanınması, Kürdistan’da kendi bölgesel yönetimine sahip olması başka bir şeydir, Türkiye’nin genel olarak yerel yönetimlerin güçlendirildiği bir modelle yönetilmesi başka şeydir. Peki, biz Kürdistan için bölgesel özerklik isterken, Türkiye’de bu ceberut yönetim anlayışının devamını mı savunuyoruz? Elbette hayır. Ama sermayeye yeni yağma-birikim alanları yaratmaya dayalı bir “demokrasi modeli” olan Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartı gibi düzenlemeler karşısında halkın yaşam ve üretim alanlarından başlayarak temsilcilerini kendi seçtiği ve denetleyebildiği gerçek bir halk demokrasisini savunuyoruz.