Written by 15:30 uncategorized

İç politikada değişiklik yok

Sözde “vatandaşlık hakları ve özgürlükler savunucusu” FDP, geçtiğimiz seçimler öncesinde “iç güvenlik” politikasında bir değişiklik gerçekleştireceğini ilan etmişti. Ancak onun hükümet ortaklığını üstlenmesiyle birlikte bu vaatler kağıt üzerinde kaldı ve adı geçen değişimden eser yok.
Yılın ilk yarısında Federal Hükümet AB Konseyi’nin SWIFT Sözleşmesi’ne onay verdi. Bu sözleşmeyle ABD’ye, Avrupa’daki banka hesapları üzerindeki denetimini sürdürmesi için izin verilemeye devam ediliyor. Federal Anayasa Mahkemesi’nin telekomünikasyon bilgilerinin kaydının Anayasa ihlali olduğu yönündeki kararına rağmen, Hıristiyan Birlik Partili politikacılar konuyu gündemlerinde tutmaya devam ediyorlar. Sözkonusu yasaya karşı daha önce Anayasa Mahkemesi’nde dava açan Sabine Letuheusser-Schnarrenberger bugün hükümetin Adalet Bakanı ve konunun gündemde tutulması nedeniyle inandırıcılığını tümden yitireceğini bildiği için, en azından şimdilik karşı çıkışını sürdürüyor.
Baştan terör tehdidi konusunda panik havası oluşturmama konusunda temkinli bir duruş sergileyen Federal İçişleri Bakanı de Maiziere, Kasım ayı başında terör tehdidi uyarısını yayınladı ve tehdidin gelecek yılın ilk aylarına dek süreceğini duyurdu. Merkez Bankası eski Yönetim Kurulu Üyesi Thilo Sarrazin’in, sözde “Müslüman uyum karşıtları”na karşı başlattığı kışkırtma kampanyasını tamamlayan bir şekilde, İçişleri Bakanı da “İslami teröristler”i baş düşman ilan etti. Berlin’in SPD’li Eyalet İçişleri Bakanı Körting ise daha da ileri giderek, “tuhaf görünüşlü”, Arapça konuşan insanların polise şikayet edilmeleri çağrısı yaptı. Bu arada gerçekten de terörist saldırılar yaşandı. Altı ay içinde Berlin’de altı camiye saldırı düzenlendi.
Esrarengiz terör tehdidinin ardından tren istasyonları ve havaalanlarında ağır silahlarla donatılmış polisler konuşlandırıldı. El Kaide’nin Federal Meclis binası Reichstag’a saldırı düzenleyeceği senaryoları yayıldı. Oluşturulan bu tablolar, devletin güvenlik aygıtının daha da güçlendirilmesi planlarına kitlelerin destek sunmasını hedefleyen bir ortam yaratmak için kullanıldı. Federal İçişleri Bakanlığı tarafından Federal Anayasayı Koruma Dairesi eski Başkanı Eckart Werthebach başkanlığında oluşturulan bir komisyon, aynı dönemde Federal Kriminal Dairesi’yle Federal Polis Teşkilatı’nın aynı çatı altında birleştirilmesini önerdiği çalışma sonuçlarını yayınladı. Bu plan gerçekleşirse, Federal Kriminal Dairesi’nin gizli servis gibi çalışma yetkilerini Federal Polis Teşkilatı’nın ülke çapındaki yapılanmasıyla besleyen devasa bir güvenlik aygıtı ortaya çıkacak.
Ceza Yasası’nın 129b maddesi uyarınca, “yurtdışında faaliyet gösteren terörist örgütlere” karşı açılan davaların sayısı da hızla arttı. 2010 baharında, “dini hedefli, özellikle de “İslami terörizme” karşı süren dava sayısı 155’e ulaştı. Ancak bu artışın nedenini de Almanya’nın politikasında aramak gerekiyor. Örneğin Afganistan’daki Alman işgal güçlerine karşı gerçekleştirilen direniş de, bu madde kapsamında kovuşturuluyor. Öte yandan Anadolu kökenli sol hareketlere karşı da bu madde uygulanıyor. Özellikle Türkiye’den getirilen deliller sayesinde bu örgütlerin mensupları yedi yıla varan hapis cezalarına çarptırıldı.
Koalisyon Sözleşmesi’ne “aşırı örgüt faaliyetleri” gibi genel bir kavram yerleştirilmişti. Aşırı sağ ve solu eşit gören bu anlayışla, Neonaziler ve onlara karşı mücadele eden antifaşist güçler aynı kefeye konuldu ve güvenlikten sorumlu politikacılar radikal sola karşı yaylım ateşini başlattılar. Bunun ilk yansımalarını da, medyada yer alan “aşırı solun polise yönelik şiddet eylemlerinin hızla arttığı” şeklindeki haberlerde gördük. Ancak gelişmelere yakından bakıldığında, güvenlik güçlerinin ve eyalet içişleri bakanlarının bu iddialarının manipülasyon amaçlı olduğu görülüyor. Birincisi; genel olarak bu iddiayla açılan soruşturmalarla, bu soruşturmaların nasıl sonuçlandığı arasında ayrım gözetilmeden rakamlar ortalığa saçılıyor. Yanı sıra, örneğin Nazi yürüyüşlerine engellemek için gerçekleştirilen “oturma eylemleri”ni terk etmemek, ‚polise mukavemet‘ kategorisinde değerlendiriliyor. Federal Hükümet son olarak, ‚polise mukavemet suçunun‘ daha sert cezalandırılmasın öngören yeni bir yasa tasarısı hazırladı.
Federal Polis Teşkilatı, geçtiğimiz yaz aylarında Brandenburg’taki Lehnin kasabasında, başka ülkelerden gelen paramiliter jandarma birlikleriyle birlikte, ‘iç savaş benzeri ayaklanmaları’ bastırmak için hazırlanmış manevralar düzenledi. Gerçekten de 2010 yılında parlamento dışı hareketlerin arttığını gördük. Gerek Stuttgart’ta milyarlarca Euro’luk “Stuttgart 21” projesine, gerekse Wendland’da Castor transportlarına karşı onbinler sokaklara döküldü. Göstericiler barışçıl olmasına rağmen polisin biber gazlı saldırılarına maruz kaldılar. Stuttgart’ta aralarında gözünü kaybeden bir emeklinin de olduğu yüzlerce gösterici yaralanmış olmasına rağmen, CDU’lu Baden-Württemberg Eyalet Hükümeti polis şiddetini orantılı bulduğunu açıklayarak savundu.
Federal Hükümet ise eşzamanlı olarak, eyalet polis teşkilatlarının kullanımında olan tazyikli su panzerlerini modern araçlarla değiştirmeye hazırlanıyor.
Castor transportları ise, dış ülkelerin güvenlik birimleriyle bilgi alışverişinin pratik işbirliğiyle genişletildiğini de gösterdi. Yürüyüşçülere nasıl davranılması gerektiğini öğrenmek üzere Wendland’da Rusya, Hırvatistan ve Hollanda’dan polislerin de hazır olduğu, hatta Fransız Özel Polis Birliği CRS üyesi bir polisin Alman meslektaşlarıyla birlikte göstericilere dayak attığı görüldü.
Almanya ve Avrupa’daki egemenler, sosyal patlamaların bastırılması için hazırlıklarını sürdürüyorlar. Yunanistan’daki militan kitle gösterileri, Fransa’daki genel grevler, protesto potansiyelinin ne kadar büyük olduğunu ortaya çıkardı. Korkarım Stuttgart ve Wendland’da gösteri yapan vatandaşlara dayak atan polisler için bu eylemler sadece ısınma hareketi anlamına geliyordu.
Ulla Jelpke (Sol Parti Federal Meclis Grubu İçpolitika Sözcüsü)

Close