Written by 13:38 HABERLER

İnadına! Dans ediyoruz!

01resim

Pelin Şener

„Dans ediyorum çığlıkları durdurmak için

Dans ediyorum kuralları bozmak için
Dans ediyorum acıyı durdurmak için
Dans ediyorum altüst etmek için
Zincirleri kırmanın zamanı geldi, evet!“
(Break the Chain şarkısının nakaratı)

Özgecan Aslan’ın vahşice katledilmesinin ardından çeşitli açıklamalarla kadınları erkeklere emanet eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 14 Şubat eylemleriyle ilgili olarak da CHP Milletvekili Aylin Nazlıaka’ya „Biliyorsan bir Fatiha oku, bilmiyorsan rahmet dile. Ailesine bir başsağlığı dile. Dans ediyor. Bunun bizim kültürümüzdeki yeri nedir? Adeta sanki o ölümden zevk alıyor“ sözleriyle çıkışıyordu. „Bunlar kendi ülkelerine kendi değerlerine o kadar uzaklar ki“ diyerek dansın kültürümüzdeki yerini sorguluyordu.
Dansın bütün dünyanın yanı sıra Anadolu topraklarında yaşayanlar açısından da bir duygu ve kendini ifade ediş biçimi olarak yüzyıllardır var olduğu ayrı bir yazı konusu. Konumuzla ilgili olan bölümü ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu açıklamayı yapmasından iki gün önce Türkiye’nin yanı sıra dünyanın bir çok ülkesinde One Billion Rising / Bir milyar ayakta eylemlerinin yapılmasıydı. Burada bir parantez açalım ve CHP milletvekili Aylin Nazlıaka’nın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a verdiği yanıtın dansı savunmaya değil durumu geçiştirmeye yönelik olduğunu belirtelim. „O dans Özgecan için değildi“ sözleriyle kendini savunan Nazlıaka keşke „Evet Özgecan için de dans ettim“ diyebilseydi.
14 Şubat’ta „Direnelim, dans edelim, ayaklanalım“ sloganıyla sadece Almanya’da 150’den fazla şehirde eylemler düzenlendi. Almanya’daki eylemlerde Özgecan için de dans edenler vardı.

 

Hindistan’dan Almanya’ya
V Day hareketi 16 yıldır dans eylemleriyle şiddete, tecavüze, enseste, sünnete ve seks köleliğine dikkat çekmeye çalışıyor. Almanya’da 2013 yılından bu yana kitlesel eylem ve etkinliklerle gerçekleştirilen 14 Şubat’ın bu kadar geniş kesime mal olmasının ardında aslına bakarsanız Hindistan’da üniversite öğrencisi genç bir kadının toplu tecavüze uğraması sonrasında şiddetin tüm dünyada yeniden tartışılması ve şiddete karşı ayaklanması vardı. Hindistan’da cinsel şiddet ve tecavüz vakaları ardı ardına yaşanıyordu. Ve toplu tecavüzün gerçekleştiği tarihten 14 Şubat eylemine kadar olan iki aylık süreçte, polise 45 tecavüz ve 76 cinsel şiddet şikayeti daha ulaşmıştı. Almanya’daki dans eylemlerinde doğudan batıya, kuzeyden güneye dünyanın bütün ülkelerinde kadına yönelik şiddet dans edilerek protesto ediliyordu ve 2013’te grev, 2014’te adalet, 2015’te ise devrim başlıkları öne çıkıyordu.
Mücadele gerekli olduğu kadar zorunlu da!

Geçen yıl 8 Mart kutlamalarının yapıldığı dönemde açıklanan AB çapındaki şiddet araştırması kadınların karşı karşıya olduğu şiddetin ne denli korkunç boyutlarda olduğunu bir kez daha ortaya koyuyordu. Araştırma da, Avrupa’da 62 milyon kadının 15 yaşından itibaren en az bir kez fiziki ve cinsel şiddetin kurbanı olduğu, kadınların yarısının bir kez cinsel tacizle karşılaştığı dile getiriliyordu. Kadınların 20 de biri 15 yaşından sonra en az bir kez tecavüze uğradığını söylüyordu. Araştırma da her 3 kadından birinin şiddete maruz kaldığı belirleniyordu. Almanya’da kadınlar yalnızca 25 Kasım’da „geceleri geri istiyoruz“ diye yürüyüşler düzenlemekle, şiddetin olmadığı bir dünyaya için belediyelere bayraklar asmakla kalmıyor, aynı zamanda 14 Şubatlarda, 8 Martlarda, eşit ücret günlerinde ve yaptıkları bir çok eylem ve etkinlikte kadını değersizleştiren, şiddeti körükleyen bütün politikalarla, eşitsizliklerle ve ayrımcılıkla mücadele edeceklerini söylüyorlardı. Zira bu kocaman zengin ülkede geçtiğimiz yıl 7000 kadın ve neredeyse 8000 çocuk sığınma evlerinde yer olmadığı için açıkta kalmıştı. Bu rakamlar mücadelenin gerekli ama aynı zamanda zorunlu olduğunu da gösteriyordu.

 

Yakılmamak için yıkacağız!

Bu yıl Göçmen Kadınlar Birliği’ne bağlı grup ve dernekler, Mehtap Savaşçı, Tuğçe Albayrak ve Maria P. şahsında öldürülen, katledilen ve şiddete uğrayan tüm kadınlar için 14 Şubat eylemlerine katılma çağrısı yapıyordu ki bu çağrıya Özgecan Aslan’ı da öfke ve isyanla dahil etmek zorunda kaldı. Önce 14 Şubat eylemlerinde, ardından tek tek bir çok şehirde düzenlenen eylemlerde Özgecan’ın katledilmesini ve kadın katliamını protesto etti. Kilometrelerce uzakta olmak, Almanya’da yaşayan Türkiyelileri gericilikle kutsanan erkek egemen zihniyetin etkisinden koruyamıyordu. Gündelik ve politik hayata, medyası, lobici kurumları, kuruluşları, dini örgütlenmeleri vasıtasıyla müdahale eden Türkiye devletinin kadın bedeni ve emeğine yönelik düşmanca, ayrımcı ve gerici politikaları burada da karşılığını buluyordu. Yaşam biçimini onaylamayan abisi tarafından katledilen Mehtap Savaşçı, doğurmasına az bir zaman kala Türkiyeli sevgilisi tarafından önce bıçaklanıp sonra diri diri yakılan Maria P. bu vahşetin buraya nasıl yansıdığını da gösteriyordu.

Bu yüzden Emek Partisi’nin yaptığı açıklamada da dile getirilmiş olan „Özgecan’ın bedenini yakanların elindeki ateşin fitili “fıtrat”la tutuşturulurken, o ateş cezasızlık ve erkeklik indirimleriyle körüklenirken, gericilikle ve pohpohlanan erkek egemenliği ile her tarafa yayılır, tüm kadınları ateş hattının orta yerinde bırakır, her an her yerde tehdit ederken yapacağımız tek şey var! Yakılmamak için yıkacağız! Erkek-devlet-yargı-medya işbirliğiyle kadın katliamlarına davetiye çıkaran bu düzene karşı yasımızla ve isyanımızla sokaklardayız! 12 yıldır ‘sözde’ önlemleriyle kadın cinayetlerindeki sistematik artışa seyirci kalmakla yetinmeyen hükümet, hayatın her alanında erkek egemen zihniyeti pekiştirerek kadın katillerini ‘tahrik’ indirimiyle kollayan devlet-yargı işbirliğinin önünü açıyor. Kadın hareketinin kadın cinayetlerine karşı acil önlem taleplerine kulak tıkayan, imzaladığı uluslararası sözleşmelerin gereğini yerine getirmeyen, etkili ve acil önlemler almaktan imtina eden bu hükümet, yüzlerce kadının ölümünde olduğu gibi üç gün önce öldürülüp bedeni yakılan Özgecan’ın katledilmesinde de sorumluluk sahibidir! „ gerçeğinin altı Almanya’da yapılan eylemlerde de açıkça çiziliyordu. Kadın örgütleri, hem kadın dayanışmasının güçlendirilmesi çağrılarını yineliyor hem de gericiliğin propaganda ve politikalarının nasıl boşa çıkarılacağı konusunda yapılacakları konuşuyordu.
Bir mücadele biçimi olarak dans
Kim ne derse desin, bir mücadele ve kendini anlatma biçimi olarak dans binlerce yıldır kadınların en önemli araçlarından biri. Sokaklarda Dans adlı kitabın yazarı Barbara Ehrenreich, şenlik ve esrik ritüellere düşmanlığın nedenini toplumsal hiyerarşiyle açıklıyor. Ehrenreich, hükmedenlerin, mağdurların özneleşme ritüellerini sivil düzene karşı bir tehdit olarak gördüğünü ve katılımcıların birliğinin egemenlere karşı kaçınılmaz bir tehdit oluşturması nedeniyle ritüellere karşı çıkıldığını söylüyor. Pakistanlı kadın hakları savunucusu Sheema Kermani de dansla mücadeleyi seçenlerden. Kermani, kadın hakları ile dansı nasıl bağdaştırdığını şu şekilde anlatıyor: “Biz dansın tabu olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Ben dans ile kadın haklarını bir görüyorum, çünkü dans kadın vücudu ile ilgili. Burada kadınlar devamlı saklanmaya ve kendilerini kapamaya zorlanıyor. Dansta ise kadını özgürleştiren bir yan var ve bence kadına güç veriyor. Bu yüzden kadın hakları ile dansı birbirine bağlıyorum.“
Belki de bu yüzden dans etmemize tahammül edemeyenlere yanıtı inatla dans ederek verelim. Hatta bu yazıyı okuduktan sonra bir kez daha 3 yıldır hep birlikte dans ettiğimiz „Break the Change“ şarkısıyla dans edelim…
O sırada sözlerdeki çağrıları da dikkate alarak, katledilen ve şiddete uğrayan bütün kadınlar için dans edelim! Çünkü yasta değil isyandayız! Dans edelim!

 

 

Close