Written by 10:44 HABERLER

İnsanlığın utanç mekanları: İnsan Hayvanat Bahçeleri

Yirminci Yüzyıl’ın ortalarına kadar beyazların egemen olduğu birçok ülkede siyah ve sarı derililer, çekik gözlüler, basık burunlular yani “medenileşmedikleri” iddia edilen insanlar, dikenli tellerle çevrili alanlarda, ünlü hayvanat bahçelerinin belli bölümlerinde sergilenirlerdi.

Aralarında Fransa, Belçika, Hollanda, İspanya, Macaristan, Almanya, İsveç, İtalya’nın bulunduğu ülkelerde parayla girilen bu insan hayvanat bahçelerinin amacı, farklı etnik grupları tanıtmak, ortaklıkları bulmak ve halkların kardeşliğine hizmet etmek değildi tabi ki.  Öyle olsa, dikenli tellerin üzerine ‚beslemeyin, biraz önce beslendiler‘ veya ‚kızdırmayın saldırabilirler‘ yazılmazdı.

Profesyonel hayvanat bahçelerinde sergilenmek için Afrika’dan, Orta Asya’dan, Filipinler’den, Avustralya ve Yeni Zelanda’dan çoluk çocuk gemilerle getiriliyorlardı. Kafeslerde hep birarada, onursuzlaştırılarak barındırılmaktaydılar. Giysi, medeni insanlara özgü olduğundan çırılçıplaktılar.

Sadece sergilenmekle kalmıyorlar, üzerlerinde araştırmalar ve deneyler de yapılıyordu. Dönemin antropologları onları, “Vahşi insanlar, ilkeller, insana benziyorlar ama insan değiller, duygusuz ve saldırganlar. İnsanoğluna en yakın varlık olabilirler” diye tarif ediyordu.

HAGENBECK BAŞI ÇEKTİ

Almanya’da bu işin başını Hamburg’taki Hagenbeck Hayvanat Bahçesi çekmekteydi. Bahçe sahibi Carl Hagenbeck, imparatorluk döneminde her yıl değişik ülkelerden getirdiği insanlarla yaptığı sergisinden övgüyle söz ederdi. Örneğin 1874 yılında Lappland’dan (Laponya) getirip sergilediği Eskimoları şöyle anlatmaktaydı: “Bunlara insan denebilir mi?‘ karar veremiyorum. Renkleri kirli sarı, alınları çıkık, saçları kara ve burunları basık. Davranışları ise çok farklı.” Sami ırkından olan bu insanların çok ucuza geldiğini de şu sözlerden anlıyoruz; “Norveçli bir tüccardan ren geyiği almak istedim. Ren geyiklerinin yanında bu insanları da verdi.”

Bu ‚ilginç varlıklar‘, Hamburg’da meraklıların gözü önünde çadırlarını kurup, değişik akrobatik gösteriler yaptılar, ilkel metotlarla dikiş diktiler… Ama en ilgi çeken o küçücük Eskimo kadınların çocuklarını emzirmesiydi. “Küçücük kadın göğsünü bebeğine verdiğinde herkes pür dikkat onu seyrederdi.”! Eskimoların bir kısmı çok basit bir soğuk algınlığı nedeniyle öldü. Avrupa’daki virüslerle başa çıkamadılar. Ayrıca alıştıkları gıdaları bulamadıklarından yeterli beslenemiyorlardı, bazıları ise sıla hasretinden hasta olmuştu.

Carl Hagenbeck, sonra konseptini genişletti, bir bölgeyi tüm canlılarıyla sergilemeyi esas aldı. Örneğin Afrika’dan getirilen insanlar safari görüntüsü içinde sergilenmekteydi. Uzak Asya’dan getirilenler ise bozkırlar arasında… Bismarck zamanında Almanya’da bir kara derili köyü bile oluşturuldu. Aileler haftasonlarında çocuklarıyla oraya giderler, ellerinde antropologların hazırladıkları broşürlerle belli bir mesafeden köy halkının yaşamını izlerlerdi. Otto Bismarck da bizzat köyü ziyaret etmiş ve beyaz yetkililerden bilgi almıştı.

Afrika’daki sömürgesi Namibya’da, Herero soykırımı yapan ve hala bunu kabullenmeyen Almanya, o dönemde ülkeye getirdiği Namibyalıları ilkel, vahşi ırk olarak sergilemekten kaçınmıyordu. Alman İmparatorluğu tarafından getirilen ve vahşi hayvanlar gibi teşhir edilen bu insanların birçoğu, hastalık nedeniyle ölüyordu. 1930’lu yıllara kadar 400 adet yabancı halk ve ırk teşhiri yapıldı. Halkların sergilenmesi ‚Völkerschau‘ denilen bu durum 1940 yılında Hitler tarafından, harcanan para ve verilen bilgi gereksiz görülerek yasaklandı.

SADECE ALMANYA’DA DEĞİL

Fransa, Hollanda, Belçika, Portekiz de sömürgeci ülkeler olarak bu türden sergilerle, kendi halklarını sömürgelerindeki halkın yaşamı ve oraya gönderdikleri memurların zorlukları konusunda bilgiledirmekteydiler!

1931’de Paris’te, Eyfel’in altında açılan İnsan Hayvanat Bahçesi’ni toplam 34 milyon kişi gezdi. O yıllar Avrupa’da ekonomik buhran vardı, ırkçılık yükselişteydi. Eyfel’in altında açılan insan hayvanat bahçesinin tanıtımında, “Fransa’nın medeniyet misyonunu gerçekleştirirken nelerle uğraşmak zorunda olduğunu keşfedin” yazıyordu. Daha önceleri de Paris hayvanat bahçesinde kara derili kadınlar, farklı vücut hatları yüzünden tutuluyordu. Beyazlar bunların geniş kalçalarını görmek için ziyarete geliyorlardı.

1907 yılında Paris’te “Exposition Tropicale” Sergisi’nin dönemsel olarak kapılarını kapatması gerektiğinde, onca insanın evlerine geri götürülmesi ayrı bir masraf oluşturacağından bunların çoğu sirklere pazarlandı. Sirklere satılanları Marsilya’dan New York’a uzanan zorunlu dünya turneleri bekliyordu. İngiltere ve ABD de “köle olimpiyatları” denen spor turnuvalarıyla, sirklerdeki özel gösterilerle ve küçük sergilerle vahşi, ilkel ama çevik, hayvandan insana geçişin göstericisi olan insanlar beyazlara sergilendiler.

En son insan hayvanat bahçesi 1950’lerde Belçika’da yapıldı. Sömürgeleştirdikleri ülkeleri vampir gibi emen batılı devletler, oradan getirdikleri insanları da hayvan gibi sergileyerek ırklarının ne kadar üstün olduğunu göstermekten çekinmediler.

Bunu sadece sömürgeleri olan ülkeler yapmadı. Milliyetçiliğin yükselmesine bağlı olarak kendileri yoksul olan ülkelerde de bu türden sergiler açıldı, sirklerde ilkel ırklardan insanlar teşhir edildi.

TÜRKİYE’DE DE FARKLI ÖRNEKLERİ OLDU

Türkiye’de “insan hayvanat bahçeleri” belki yoktu ama kasabalarda kurulan cambaz çadırlarında veya dış ülkelerden gelen sirklerde kara derililer ‚maymun gibi‘ çevik oldukları, çekik gözlüler ‚yılan gibi‘ esnek oldukları övgüsüyle gösteri yaparlardı.

Bakardık, bizden akılsız olduklarına, medeniyetle uzaktan yakından bağları olmadığına inandığımız -yoksa inandırıldığımız mı desek- bu insanları insandan çok hayvana yakın bulurduk. Türklerden düşük olduğu, evrimini tamamlamamış, insanla hayvan arasında bir yerlerde olduğu empoze edilen ötekilerde ‚kuyruk‘ arardık…

Semra Çelik

 

 

Close