Written by 07:30 HABERLER

İş, barış, sağlıklı yaşam ve doğanın korunması için: 1 Mayıs’ta alanlara

SERDAR DERVENTLİ

Uluslararası işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’a ikinci kez olağanüstü şartlarda giriyoruz. Korona salgını tüm dünyayı kasıp kavuruyor. Virüsün bulaştığı milyonlarca insan yaşamını yitirirken on milyonlarcası ciddi fiziksel sorunlarla yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Hala kitlesel aşı programları uygulanmazken, salgını engellemek için gerekli önlemler alınmıyor. Salgının ve dünyanın değişik ülkelerinde devam eden ekonomik krizin faturası işçi ve emekçilere çıkartılıyor. Sermaye Almanya’da da krizin faturasını işçi ve emekçilere çıkarıyor.

Uluslararası işçi sınıfı, “Birlik, Mücadele ve Dayanışma günü 1 Mayıs’ı” 2021 yılında da olağanüstü şartlarda kutlayacak, alanlara çıkıp taleplerini dile getirecekler. Dünya genelinde bir yıldan fazla bir süredir yaşanan salgın işçi ve emekçi sınıfların saflarında derin yaralar açıyor. Dünya genelinde bir yıl içinde 150 milyona yakın insana Covid19 virüsü bulaştı, 3 milyondan fazla insan yaşamını yitirdi. İLO verilerine göre 500 milyon insan işini kaybetti…

Almanya’daki tablo ise şöyle: 3 milyondan fazla insana virüs bulaştı, 80 binden fazlası yaşamını yitirdi. Bir yıl içinde 14 milyon işçi kısa çalışmak zorunda kalırken 500 bin tam gün çalışan ve 850 bine yakın düşük ücretli işlerde çalışan emekçi işini kaybetti.

Ve önümüzdeki aylarda sosyal, siyasal ve kültürel yaşamın nasıl devam edeceğine ilişkin belirsizlikler hala devam ediyor. Uluslararası sermaye ve hükümetleri dünyanın her yerinde üretimi ayakta tutmak için devletlerin finansal, lojistik ve diğer tüm olanaklarını sonuna kadar değerlendiriyorlar.

650 MİLYAR EURO NASIL ÖDENECEK?

Salgınla birlikte 2020 yılında ciddi bir boyuta ulaşan ekonomik krizin üstesinden gelebilmek için Almanya federal, eyaletler ve yerel düzeyde 1,5 trilyon € hacminde kurtarma paketleri hazırladı. Bu miktarın bir bölümü hali hazırdaki bütçelerden finanse edilirken yaklaşık 480 milyarı ise 2020-2022 yılları arasındaki yeni ek borçlanmalarla karşılanacak. Devletin krizden bağımsız olarak zaten almayı planladığı kredilerle birlikte yeni borç miktarı 650 milyar € dolayında (grafiğe bkz.) olacak.

Kriz nedeniyle borç freni yasasını (Anayasanın 115. Maddesi’nde devletin bütçesini dengelemek üzere, en fazla GSMH’nın yüzde 0,35 oranında yeni borçlanabileceği yer alıyor) geçici olarak yürürlükten kaldıran Federal hükümet, 2023 yılında bu yasayı tekrar yürürlüğe koymayı ve 20 yıl içinde (2043 yılına kadar) borçlarını ödemeyi planlıyor.

ZENGİNLER İSTESELER DE ÖDEYEMEZLER” Mİ?

Hükümete danışmanlık yapan beş ekonomi enstitüsü geçtiğimiz günlerde yaptıkları açıklamada, Maastricht kriterlerine göre devletin genel borçlanmasının GSMH’nın yüzde 60’ı, bütçe açığının ise GSMH’nın yüzde 3’ü düzeyinde olabileceğini belirtirken, “bütçe denkleştirmesi için ek borçlanma ise GSMH’nın yüzde 0,5’i olabilir. Görüldüğü gibi Almanya bu üst sınırı kullanmıyor” deniliyor.

Almanya Ekonomi Enstitüsü (Institut der Deutschen Wirtschaft – iw) Müdürü Michael Hüther, “Almanya’da zaten popüler olan zenginler vergisi (“Reichensteuer”) bugünlerde daha da popüler hale geliyor. Ama 650 milyar € dolayındaki yeni borcu toplumun en zenginleri isteseler de ödeyemezler. Bunun yerine farklı önlemler alınmalı. Örneğin borçlar daha yavaş ödenebilir, 20 yıl yerine 40 yıl içinde ödenebilir” diyor. (Bkz.: “Almanya Fonu”)

Hüther’in “zenginler isteseler de ödeyemezler” iddiası gerçeği yansıtmıyor: 2020 yılında Almanya’daki özel servet (sadece para olarak, emlak vb. buna dahil değil) 313 milyar € artarak 7,1 trilyona çıktı. Veya 2020 yılında kriz olmasına karşın Almanya’daki işletmeler 664 milyar € kâr ettiler. Görüldüğü gibi Almanya’nın iki yıllık GSMH’na tekabül eden bir miktar sermayenin kasalarında duruyor.

Bu nedenle “popüler” olan “zenginler vergisi” talebini 1 Mayıs alanlarına taşımak ve krizin faturasını olduğu gibi zenginlere çıkarmak en doğru olanıdır!

KORONA NEDENİYLE EMEKLİLİK YAŞI 69’A ÇIKSIN”!

Hükümet danışmanları pozisyonundaki enstitüler Nisan ortasında “Salgın kalkınmayı geciktiriyor- Demografi büyümeyi frenliyor” (“Pandemie verzögert Aufschwung – Demografie bremst Wachstum” bkz.: www.gemeinschaftsdiagnose.de) başlığı altında bir rapor yayınladılar. Raporun “yankıları” fazla sürmese de “etkileri” daha uzun süreceğe benziyor.

Önümüzdeki dönem işgücü sıkıntısı yaşanacağını ileri süren enstitüler, “her yıl iş hayatına atılanların sayısından 400 bin daha fazlası emekliye ayrılacak” diyerek buna acil çözüm üretilmesi gerektiğini söylüyorlar. Çözüm olarak ise emeklilik yaşının şimdiden 69’a çıkarılmasını öneriyorlar. Hatırlatmak gerekirse bu yıl “normal” emekliye ayrılacak olan 1956 doğumluların emekliye başlangıç yaşları 65 yıl 10 aydır. Emekliliğe ayrılma yaşı 2031 yılına kadar her yıl birkaç ay yükselecek. Sonunda 1964 doğumlular 67 yaşında emekli olacaklar.

Korona nedeniyle boşalan sosyal kasaların yeniden dolması için işgücünün daha uzun süre iş piyasasında kalması gerekli” diyen enstitü uzmanları, “İşgücü açığını salt işgücü göçü ile kapamamız mümkün değil” görüşündeler.

Sosyal kasaların korona nedeniyle boşalması meselesi ise şu: Federal Çalışma Ajansı (BA) 2020 yılı içinde 30 milyar € dolayında kısa çalışma parası ödedi. Ayrıca yasada yapılan geçici bir değişiklikle kısa çalışma parası alanlar için işverenlerden sosyal aidat ödemeleri kesilmedi. Yani 30 milyar kısa çalışmaya çıkanlara ödenirken sosyal kasalara tek cent ödenmedi. Ama resmiyette ödenmiş gibi gösterilmek zorunda, aksi takdirde kısa çalışmaya çıkan işçilerin emeklilik hakları da gasp edilmiş olurdu.

Önümüzdeki yıllarda “dijitalleşme”, “sanayi 4.0” vb. uygulamalarla çok ciddi bir rasyonelleşme dalgası yaşanması bekleniyor. Dolayısıyla “işgücü açığı değil fazlalığı” oluşma potansiyeli daha yüksek. Bu nedenle çalışma yaşamının uzatılması değil kısaltılması gündeme alınmalı. Emeklilik yaşının maaş kesintisi olmadan 60’a çekilmesi, haftalık çalışma sürelerinin ise tam ücret ve personel karşılığı 30 saate düşürülmesi talebi ileri sürülmeli!

DAYANIŞMA GELECEKTİR”

Alman Sendikalar Birliği DGB, 2021 yılı 1 Mayıs çağrısını, “Dayanışma Gelecektir” (“Solidarität ist Zukunft”) başlığı altında yayınladı. Sadece bugün değil gelecek için de söylenmiş doğru bir slogan. Ama bu slogan ancak içi doldurulduğu zaman bir anlam kazanır.

Birkaç hafta önce metal ve elektro işkolunda imzaladıkları toplu sözleşmeyi yorumlayan IG Metall Genel Başkanı Jörg Hofmann, sözleşmelerde üretim merkezinin korunmasının temel alınmasını, “asgari net kâr hedefinin” konulmasını, işçilerin Eylül 2022’ye kadar reel ücretlerinin düşürülmesini ve çalışma sürelerinin esnekleştirilmesini, “krizin yükü adilce paylaşıldı” şeklinde yorumlamıştı. Bu işçi sınıfının dayanışma anlayışı değildir, bu sınıf işbirlikçiliğidir!

Doğu Almanya’daki metal işçilerinin aynı işi yapmalarına karşın yüzde 20-30 arası daha düşük ücret almalarını, haftada üç saat daha fazla çalışmalarını, “işverenler anlaşmaya yanaşmıyorlar, yapacak bir şey yok” diye yorumluyor Hofmann. “Eşit işe eşit ücret” talebi işçi sınıfının ortaya çıktığı günden bu yana sürekli ileri sürdüğü ve uğruna mücadeleler verdiği bir taleptir. Ve burada asıl önemli olan sınıf dayanışmasıdır, sınıfın birliği ve ortak mücadelesidir. Gelecek budur!

ALMANYA FONU

Bay Hüther’in hesabının devamında, hükümetin 20 yıl boyunca 24 milyar € borç ödemek yerine 40 yıl boyunca 12 milyar ödenmesini ve ayrıca borçlanma oranını Maastricht kriterlerine uyarlanmasını ve her yıl ek olarak 6 milyar € borç alınmasını öneriyor. Taksitlerden elde edilecek 12 milyar, ek borçlanma ile 6 milyar eder 18 milyar €. Devletin değişik olanaklarıyla bu miktarın yıllık 45 milyara çıkarılmasını öneren Hüther, “Eğer 10 yıl boyunca yıllık 45 milyar € yatırım yapılabilirse o zaman Almanya üretim merkezi olarak çok iyi bir pozisyona gelecek” diyor. Hüther bu önerinin DGB’ye bağlı IMK enstitüsü ile birlikte hazırladıkları “Almanya Fonu” (bkz.: www.iwkoeln.de/) kapsamında olduğunu da hatırlatıyor.

BİR İNSAN YAŞAMI KAÇ DOLAR?

İlaç tekelleri arkalarına aldıkları emperyalist ülkeler aracılığıyla kendi aşılarını en geniş kesime ulaştırıp, en büyük pazarı elde etmeye çalışıyorlar. Dünya piyasalarındaki aşı fiyatları 4 – 37 dolar arası değişiyor.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre dünya genelinde korona virüsüne karşı 278 aşı çalışması var (şu an piyasada olanlar buna dahil). AB genelinde (ve dünyanın bazı ülkelerinde) üretilen ve kullanılmaya başlanılan aşıların lisans prosedürü (“Zulassungsverfahren”) sonuçlandırılmadı bile (bkz.: vfa.de). EMA (Avrupa İlaç Ajansı) AB Komisyonuna sadece Avrupa ve ABD menşeli aşılar için, “olumlu onay tavsiyesinde” bulundu.

Ekonomileri güçlü olan ülkeler ihtiyaçlarının birkaç katı aşıyı daha üretilmeden ısmarlayıp, parasını ödeyerek piyasaya sürülmesini engelliyorlar. Bu sadece(!) yoksul ülkelerde yaşayan yüz milyonlarca emekçi için 2024’e kadar “sıra bekleme” anlamına gelmiyor; Aynı zamanda aşının yoksul ülkelere karşı politik ve ekonomik bir silah olarak kullanılacağı anlamına geliyor!

Emperyalist ülkelerin aşılara pratik olarak “el koymuş” olmaları kendi ülkelerinde kitlesel aşı yaptıkları anlamına da gelmiyor. Almanya gibi bir ülkede aşıların başlamasının beşinci ayında (19 Nisan itibariyle) halkın ancak yüzde 20’si (ikinci aşıyı olanların oranı yüzde 6,7 – veriler 19 nisan gününe ait. Bkz.: impfdashboard.de/) aşılanabildi.

Bu yıl 1 Mayıs alanlarında da ileri süreceğimiz “tüm Covid19 aşıları tazminatsız kamulaştırılmalı ve dünya haklarının sağlıklı geleceği için kullanılmalı”, “Sağlık meta değildir – Tüm sağlık hizmetleri kamulaştırılsın” talepleri, sıradan talepler değildir. Milyarlarca insan için kelimenin tam anlamıyla hayati öneme sahiptir!

EMPERYALİSTLERİN SAVAŞ BORULARI ÖTÜYOR

Milyarlarca işçi ve emekçi için son bir yıldır çalışma ve yaşam koşulları iyice çekilmez hale geldi. 500 milyon emekçi son bir yıl içinde en az bir kez işini kaybetti. BM, 2021 yılında 270 milyon insanın mutlak açlıkla karşı karşıya kalmasını bekliyor.

Tüm bunlar devam ederken emperyalist ülkeler arası çelişkiler artıyor, dünyayı yeniden paylaşmanın hesapları yapılıyor; Azerbaycan-Ermenistan, Afganistan, Doğu Avrupa’da Rusya-Ukrayna/NATO gerilimi tırmandırılırken Orta Doğu’da başta Suriye ve Yemen olmak üzere birçok ülke sıcak çatışmalara sahne oluyor. Afrika kıtasının birçok ülkesi giderek kan gölüne dönüyor. Güney Asya’da Çin-Japonya/ABD arasında gerilim her fırsatta tırmandırılıyor. Heidelberg’deki Uluslararası Çatışma Araştırma Enstitüsü (HIK), 2020 yılında dünya genelinde 21 savaşın yaşandığını bildirdi.

Savaş için ayrılan bütçelerin yüzde birinden daha az bir miktarın dünyadaki mutlak açlığa son vermeye yetecek kadar olduğu sürekli belirtiliyor. Emperyalist ve onlara bağımlı ülkeler bırakın savaş bütçelerinden kesinti yaparak bunu açlığa ve yoksulluğa karşı kullanmayı, zaten çok cüzi olan besin yardımı bütçelerini bile sudan gerekçelerle kestiler.

Bu nedenle silahlanmaya ve savaşlara karşı çıkma, her yerde barış için, halkların birbirine kırdırılmasına karşı halkların kardeşliği için mücadeleyi bu yıl da 1 Mayıs alanlarına taşımalıyız.

DOĞANIN KORUNMASI SINIF SORUNUDUR!

Japon hükümeti Fukushima nükleer santral kazasının 10. Yıldönümünde, bir milyon ton radyoaktif ışınlanmış suyu denize bırakacağını açıkladı. “Üçlü facia” (deprem, tsunami ve nükleer kaza) olarak anılan Fukushima’nın yaraları henüz sarılmamışken, yarattığı sağlık, maddi, manevi, sosyal hasarın haddi hesaplanamazken yeni facia yaratılıyor.

Fukushima, kapitalistlerin doğaya verdiği zarar açısından en bariz olanıdır. Kimyasal atıklar suları ve tarım alanlarını işlenmez hale getiriyor, hava kirliliği, küresel ısınma buzulların erimesine, denizlerin yükselmesine milyonlarca insanın ve diğer canlıların yaşam alanlarının yok edilmesine neden oluyor. Tekellerin sponsorluğunda yapılan iklim, çevre zirveleri sadece geniş kitlelerin gözlerini boyamak, gerçeklerin üstünü örtmek için yapılmakta. Sermayenin doğayı koruma diye özel bir derdi yok!

Ama işçi ve emekçi kitlelerin doğanın korunması diye özel bir dertleri var ve bu sürekli bilince çıkartılmalı. Yok edilen, tahrip edilen, katledilen işçi ve emekçilerin yaşam alanıdır. Yok olan her canlı türü, yok olan her orman bizim ve diğer canlıların yaşam alanlarının daralmasını, yaşamlarının tehlikeye girmesini beraberinde getirmekte. Karşı karşıya olduğumuz Covid19 virüsünün de kökeninin de bununla bağlantılı olduğu bilinmekte.

Dolayısıyla doğanın korunması, çevre sağlığı sınıf sorununun bir parçasıdır ve çözecek olan da işçi sınıfıdır. (Foto: Sinan Özbolat)

Close