İsviçre’nin Davos kasabasında toplanan Dünya Ekonomik Forumu’nun gündeminde ekonomik kriz ve kapitalizmin geleceği bulunuyordu. Dünya genelinde kapitalizme karşı artan tepkiler, burjuva elit kesimde gelecek korku yaratmaya başlamış bile.
25-29 Ocak tarihleri arasında İsviçre’nin Davos kasabasında düzenlenen Dünya Ekonomi Forumu’nda bir araya gelen dünyanın pek çok büyük tekelinin CEO’su ve çeşitli ülkelerin değişik düzeydeki yöneticileri, kapitalizmin ömrünü uzatmanın nasıl mümkün olabileceğini değişik düzeylerde tartıştılar.
Hiç şüphe yok ki, 2007’den bu yana kendisini açık bir şekilde hissettiren mali ve ekonomik krize “çözüm arayışında” bir yolun bulunmaması, doğal olarak, krizin baş sorumlusu olan kapitalizmden başka bir alternatifinin olup olmadığı sorusunu sorduruyor ve buna yanıtlar aranıyor.
İlk günkü açılışta yapılan konuşmalara bakılırsa, 2011’de Kuzey Afrika’dan Kuzey Amerika’ya kadar dünya genelinde kendisini açık bir şekilde hissettiren toplumsal değişim arzusu ve anti-kapitalist eğilim bu kış Davos’a kadar uzandı. Bu nedenle dünya kapitalizmin en radikal temsilcileri bile, sistemin bu haliyle daha ne kadar sürebileceğini konuşmaya, kendilerince çareler aramaya çalıştılar.
Bu noktada en dikkat çeken vurguyu Dünya Ekonomik Forumu’nun (WWF) başkanı Klaus Schwab yaptı. Schwab yaptığı konuşmada “Kapitalist sistem bugünkü şekliyle günümüz dünyasına uygun değildir. Bu nedenle kapitalizm olduğu gibi kalamaz” diyerek sistemin kendisini “transformasyon”dan geçirmesini önerdi.
Zaten bu ihtiyaçtan kaynaklı olarak bu yılki forumun sloganı “Büyük transformasyon – yenilikleri başarabilmek” olarak belirlenmiş.
Forumun bir diğer organizatörü Lee Howell ise daha açık konuşarak: “Biz bunları distopyanın (kötü gelecek senaryosu, anti-ütopya) tomurcukları olarak adlandırıyoruz ve bunu ortaya koymaktaki amacımız da bu tohumların filiz vermemesi için ne yapabileceğimizi konuşmak”. Howell, durumun ürkütücü olduğunu söylerken, mali kemer sıkma politikalarından başka bir şey önermemesi gözden kaçmadı: “Ben hepsinin kaynağında birbiriyle bağlantılı iki riskin bulunduğunu düşünüyorum. Bunlardan biri gelir dağılımındaki eşitsizlik diğeri de artık kronik haldeki malî dengesizlik. Bu ikisinin birleşimi gerçekten ürkütücü bir durum ortaya koyuyor.”
Yarattığı tahribatlara ve gelişmelere baktığımızda durum kapitalistler için gerçekten ürkütücü bir hal alıyor.
BİR SİSTEM SORUNU VAR
İster Davos’tan, ister Porto Alegre’den isterse de Wall Street’ten bakılsın, son bir kaç yıldır olup bitenler, insanlığın bir “sistem sorunu”yla karşı karşıya olduğu gerçeğini yalın bir şekilde ortaya koymakta. Geçtiğimiz yılın son aylarında ABD’de başlayan ve kısa bir süre sonra Avrupa ve diğer kıtalarda da kendisini hissettiren “Wall Streeti işgal et!” eylemleri kapitalizme karşı öfkenin özellikle de genç kitleler arasında yaygınlık kazandığını açığa çıkarmıştı.
Dört yıldır varlığını sürdüren ve daha da sürmesi beklenen, Avrupa’da büyük hareketlenmelere, sarsılmalara ve patlamalara yol açması beklenen mali ve ekonomik krizin ortaya çıkardığı “sisten sorunu”na, doğru yanıtlar verildiği ölçüde kitlelerin öfkesi doğru kanalda birikecektir.
WWF’de kendisini bir kez daha gösteren “sistem sorunu”nu değerlendiren Süddeutsche Zeitung’un köşe yazarlarından Nikolaus Piper kısmen haklı olarak, “Yeniden bir sistem sorunuyla karşı karşıyayız. Ama bugüne kadar kapitalizme karşı denenmiş tek alternatif sosyalizmden başkası olmadı. Bunun üzerinde ise 1989’den bu yana konuşulmuyor” diyor. (Süddeutsche Zeitung, 25 Ocak 2012)
Sosyalizmin kapitalizmin alternatifi olamayacağını ileri süren Piper, çare olarak ise, kapitalizmin eksikliklerini gidermesini ve yeniden geniş kitlelerin güvenini kazanmasını öneriyor.
BU DÜZENİ RESETLEMEK (SIFIRLAMAK) MÜMKÜN MÜ?
Kapitalist dünyanın ideologları, yaptıkları tartışmalarda kapitalizmin bu duruma gelmesinde günahlarının olduğunu, bu yüzden de olup bitenleri “sıfırlayarak”, “yeni bir başlangıç” yapmayı öneriyorlar. Die Zeit Online’den Uwe Jean Heuser, Davos’ta yapılan tartışmaları özetle şu şekilde aktarıyor: “Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen politikacılar ve menajerler şu anki sistemin çöküş tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu ve gelecekte, gerçekleşmesi mümkün modeller arayışına girileceğini hissediyorlar” (28.01.2012)
Ancak, bu sistemin kendisini yeniden onarması, transformasyondan geçirmesi bile düzenin sahipleri tarafından da pek beklenmiyor. Geçmişte yaşanan büyük krizlerden sonra kapitalizmin kendisini yenilediğini, sosyal devlet ve sosyal piyasa ekonomisine geçildiğini anlatan Heuser, “Peki ya bugün? Sonuç verimsizdir, onarım yok, tamirat yok, bunların yerine güçlü bir şekilde halsizlik/kuvvetsizlik söz konusu” diyor.
BÜYÜK ÇELİŞKİLERİN DÜZENİ: KAPİTALİZM
Özetle, izlenen neoliberal politikaların yaratmış olduğu işsizlik, yoksulluk, sefalet, sınıflar arasındaki derin uçurum, çevre sorunlarının geniş kitleler arasında başlattığı yeni bir sistem arayışı bu kış kapitalizmin has temsilcilerine kadar ulaşmış ve onlar da almış oldukları bu mesajdan kendilerini sözde “transformasyondan geçirme” sonucunu çıkarmış bulunuyor.
Bu söylem elbette sisteme yönelik artan hoşnutsuzluğu yeniden yedeklemenin manevrasından başka bir şey değildir. Ancak, son bir kaç yıldır izlenen neoliberal politikalar bu düzenin öyle bazı tamiratlarla, restorasyonlarla işin içinden sıyrılamayacağını gösteriyor.
Çünkü, “kapitalizmin kalbi” ABD bile son yıllarda sınıflar arası çelişiler görülmedik düzeyde derinleşmiş, neredeyse nüfusun yarısı yoksulluk sınırının altında yaşamaya mecbur bırakılmıştır. Bu durumun dışavurum hallerinden biri olan “Occupy Wall Street” hareketine gösterilen tahammülsüzlük, en son muhafazakarların sendikalara yönelik saldırıları şeklinde devam etti. Dolayısıyla, “yeni kıta” Amerika önümüzdeki süreçte büyük çalkantılara ve çatışmalara sahne olabilecek gibi görünüyor.
Benzer bir durum “eski kıta” Avrupa için de geçerli. Borç içindeki ülkeleri düzlüğe çıkarma adına hazırlanan ve uygulamaya konulan bütün çözüm önerileri iflas etti ve süreç giderek “AB krizi” şeklinde ilerliyor.
Bu sürecin Avrupa ülkelerinde yaşayan emekçiler üzerindeki etkisi korkunç düzeyde işsizlik ve yoksulluk oldu. En son Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından açıklanan verilere göre, “yaşlı kıta”da son 50 yılın en yüksek işsizliğiyle karşı karşıya. Verilere göre 2011 sonu itibariyle kıta genelinde 45 milyon insan işsiz ve bu rakam büyüme tahminlerinin düşmesi, krizin derinleşmesi nedeniyle bu yıl ve önümüzdeki yıl artarak devam edecek.
Bütün bunlardan ötürü sadece kapitalizm değil, kapitalizmin ana kurumları ve ilkeleri de açık bir şekilde “güven krizi”yle karşı karşıya.
Junge Welt’ten Rainer Rupp’ın aktardığına göre, dünya genelinde halkın yüzde 40’ı şu andaki sistemin 21. yüzyılda toplumun ihtiyaçlarına yanıt veremeyeceğine inanırken, sadece yüzde 20’lik bir oranı yanıt vereceğini düşünüyor. Geriye kalan yüzde 40 ise kararsız.
BİR TEK ALTERNATİF VAR: SOSYALİZM
Ekonomik-sosyal gelişmeler, tartışmalar ve en önemlisi de geniş kitleler arasında artan öfke, bir kez daha kapitalizmin insanlığın geleceği olamayacağını açığa çıkarmıştır. Dolayısıyla bu düzenin devamından çıkarı olan bütün güçler, şimdi bir kez daha kapitalizmin alternatifi olarak gösterilen sosyalizmin “1989-90’da çöktüğünü, bu nedenle de kapitalizmin alternatifinin yine kapitalizm olduğu”nu propaganda ederek, hataların tamir edilmesi için transformasyonu çare olarak gösteriyorlar.
Ama nafile… Bugün kendisini rakipsiz ilan eden kapitalizmin “sosyalleştirilmesi”, geniş yığınların kabul edeceği bir düzen haline gelmesi mümkün değildir. Kapitalist devletler ve tekeller arasında alabildiğince şiddetlenen rekabet, emekçi sınıfların ve yoksul ülkelerin aşırı bir şekilde sömürülmesini esas alan bu düzenin, insanlık için çare olmadığı gün geçtikçe daha belirgin bir hal alıyor. Bu durum doğal olarak kapitalizmin tek alternatif olan sosyalizmi, kapitalizmin ne menem bir düzen olduğunu gösteren Karl Marx’a daha da etkili kılıyor.
Bu nedenle kapitalizmden öteye bir sistem arayışına giren geniş kitlelerin yolu elbette sosyalizmle çakışacaktır. (YH)
Yüzde 99 zirvenin dışında kaldı
Abidin Çetin
ABD’deki “Wall Street’i işgal et” hareketinden esinlenen ve “Dünya Ekonomik Forumu’nu işgal et” söylemini benimseyen aktivistler, Davos zirvesini protesto etti.
Davos’un barikatlar ve tel örgüleriyle kapatılmış yol girişlerinde eylemler yapan göstericiler, “İçeridekiler sadece yüzde 1’i temsil ediyorlar. Biz ise dünyadaki tüm yoksulların ve ezilenlerin temsilcileriyiz” diye açıklamalarda bulundular.
Occupy-Bewegung aktivistleri DEF’in bir açık forumunun yapıldığı toplantıya da katıldılar. Kendilerini dünyanın yüzde 99’unun temsilcisi olarak tanımlayan aktivistler, forumda sadece yüzde 1’in temsil edildiğini belirterek içeri alınmaları talebinde bulundular. DEF yetkilileri aktivistlerin kongre merkezinde toplu bir yerde durmaması şartıyla isteklerini kabul ettiklerini bildirdiler. Toplantıya katılan aktivistler, İngiltere ana muhalefet partisi İşçi Partisi’nin Lideri Ed Miliband ve açık oturumun diğer katılımcılarının podyumdan aşağı inmesi ve dinleyicilerin arasına gelerek tartışmasını istediler.
Paneli yöneten The Guardian gazetesinden Larry Elliott’ın göstericileri sakinleştirmek için, onları övücü sözler sarf etmesi dikkat çekti.
Panelistler arasında yer alan Charles Üniversitesinden Tomas Sedlacek podyumu terk ederek dinleyicilerin arasına karıştı. Ortamın giderek gerilmesi üzerine Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Genel Müdürü Juan Somavia, “Ben hayatım boyunca hep mücadele içinde bulundum, ancak bir şeylere sadece karşı olmak yetmez.” dedi. (YH)
Görüntülü Haberi için tıklayınız: