Written by 09:50 HABERLER

Koronavirüsün gösterdikleri…

Tüm dünya olağanüstü günlerden geçiyor. Yarın bizi neyin beklediğini bilememenin çaresizliği ve endişesiyle, korona salgınının alt üst ettiği hayata tutunmaya çalışıyoruz. Peki binlerce yılın tecrübesi ve gelişmişlik düzeyine rağmen neden böyle bir çaresizlik içine sürüklendik? Ve bu çaresizlikten, sadece ev karantinası, yiyecek stoku ve ellerimizi dezenfekte ederek mi arınabileceğiz?

TONGUÇ KARAHAN

Bütün dünyada hayatımızı altüst eden Covid 19 salgını, en gelişmiş kapitalist ülkeler de dahil olmak üzere mevcut ekonomik ve siyasi sistemin/kapitalizmin bütün açmazlarını, yetmezliklerini ve hayatımızı nasıl sorunlara boğduğunu, bu kez oldukça çarpıcı biçimde yüzümüze vurdu.

Evet bu salgını öyle ya da böyle bir biçimde atlatacağız, belki ciddi hasarlar yaşayacağız, ama şurası açık ki, eğer içinde yaşadığımız bu sistemi ve onun hayatın her alanında yarattığı tahribatı sorgulamazsak, başta işçi ve emekçiler olmak üzere dünyamız, ne bugün ne de gelecekte rahat yüzü görmeyecek.

Peki bütün rutinleri bozan ve bu sorgulamayı daha kaçınılmaz kılan Covid 19’un bize hatırlattığı gerçekler neler?

Bugün gelişmiş Avrupa dahil hemen her ülkede, toplumu yönetenlerin Covid 19 salgını karşısında önerdiği çözüm insanların eve kapanması, sosyal ilişkileri sonlandırması ve ellerini sık sık sabunlaması oldu. Ve yine tanık olduk ki, hemen her ülkede maske, dezenfekte ilacı, solunum cihazı, sağlık personeli, test imkânı konusunda tam bir fiyasko yaşanıyor. Meğer pamuk ipliğine bağlıymış toplumun sağılığı, hayatı…

Peki nasıl oldu da trilyonlarca değer üretilen, onca teknolojik gelişim kaydeden dünyamız bu derece yoksunluk ve acizlikle yüz yüze kaldı?

İNSAN TOPLUMSAL BİR VARLIKTIR

Bugün ‚bireylerin karantina‘ edilmesinden öte bir çözüm öneremeyen mevcut sistem, böylece insan doğasına uygun bir karakter taşımadığını da itiraf etmiş oldu.

Şöyleki, yemek-içmek-barınmak.. yani yaşayabilmek için toplumsal bir organizasyona ihtiyaç duyan canlı türlerinin başında insan gelmektedir. Yani, insanın yaşamını sürdürebilmesi, ancak sosyal bir ilişki ağı ve organizasyon içinde olmasıyla mümkündür.

Ve kapitalist sistem, bunu kendinden önceki toplumlardan çok daha ileri bir aşamaya getirip, ilişki ağını ve iş bölümünü alabildiğince yoğunlaştırdı ve üretimi giderek tamamen toplumun ortak bir faaliyetine dönüştürdü.

Bir başka deyişle toplumu adeta atomize ederek, milyonlarca parçaya ayırdı. Ortaçağ’a kadar klanlar, aileler, aşiretlerin hayatlarını sürdürmek için gerekli olan her şeyi kendilerinin ürettiği dönem sona ererek, yaşamsal mal ve hizmet üretimi giderek artan oranda bir kentte, bir ülkede ve en sonu tüm dünyada binlerce milyonlarca insanın katıldığı bir organizasyona dönüştü.

Emeğin verimliliğini arttırmak, daha fazla üretim ve daha fazla kar elde etmek için bu gerekliydi ve bin yıllar boyu tarihsel gelişim de bu yönde oldu zaten.

Kapitalizmin bireyi yücelten ideolojik görüntüsünün arkasında da bu vardı; bireyin (daha doğrusu emekçinin) enerjisinden maksimum faydayı sağlamak.

Ama bu süreç bir sorunu da beraberinde geliştiriyordu: Toplum atomize olup bireye indirgendikçe, üretimin verimliliği, sermayenin karı alabildiğine artıyor ama aynı zamanda bireylerin hayat karşısındaki acizliği, yetmezliği ve çaresizliği de buna paralel büyüyordu. İnsanlar hayatını sürdürebilmek için diğer bireylere daha fazla ihtiyaç duyar hale geliyordu.

Örneğin korona salgını yüzünden eve kapanmak zorunda olduğumuz için hücum ettiğimiz marketlerde, toplumun diğer bireyleri tarafından üretilmiş malları bulamasaydık ne olurdu?

Sadece kriz, salgın anı değil, hayatın normal seyrinde de bu bağımlılığı yaşıyoruz: Hepimiz büyük dişlinin bir parçasıyız ama tek başımıza bir hiçiz! Yaşayabilmek için hep başkalarının ürettiği mal ve hizmetlere bağımlıyız.

Kritik olan ve sorgulanması gereken ise; bütün bu mal ve hizmet üretimini kim planlıyor, organize ve kontrol ediyor? Bugünkü sistemin buna yanıtı açık ve bir o kadar da acımasız; belirleyici olan sermaye sınıfının daha fazla kar etme güdüsüdür!

Sağlık, beslenme, barınma gibi tüm yaşamsal ihtiyaçlara yönelik yapılan mal ve hizmet üretimi, toplumun ihtiyacı ve beklentisini karşılamak üzere değil, tamamen kar etmeye endekslenmiştir. Kimin ne kadar sağlıklı ve iyi bir yaşam sürdüğü değil, sermaye sınıfının ne kadar kar ettiği belirleyicidir.

ÜRETİM TOPLUMSAL MÜLKİYET VE YÖNETİM ÖZEL!

İçinde yaşadığımız sistemin bir diğer temel çelişki ve açmazı ise, sosyal organizasyon bu derece ilerlemiş ve alabildiğine gelişmişken, yani toplum sayısız bağla içiçe geçmiş ve birbirine muhtaç hale gelmiş; üretim bütünüyle toplumsal bir faaliyete dönüşmüşken; bir sınıfın kendini toplumun üzerine koyarak, kendi ayrıcalıkları uğruna toplumsal yaşamın doğasını bozuşturmasıdır.

Madem bütün toplum olarak birbirimize bağlı hale geldik ve madem ayakkabıdan ekmeğe, arabadan sağlığa herşey bütün toplumun ortak üretimine dönüşmüş durumda, sermaye sınıfının toplumsallaşmanın ruhuyla çelişen bu ayrıcalığına neden katlanmamız gerekiyor! Toplum olarak gerçekleştirdiğimiz üretimi neden ortak bir plana, ortak ihtiyaçlarımıza ve ortak bir bölüşüme bağlamıyoruz?

‚Korona karşısında neden bu denli aciz kaldık‘ sorusuna yanıt bulacaksak, gözümüzü tam da buraya; toplumsal hayatı-organizasyonu tahrip eden bu ayrıcalığa, plansızlığa ve kara endeksli sisteme dikmemiz gerekiyor.

Bugün hastanelerde solunum cihazı yetersizliğinden ölümle pençeleşen insanların düştüğü bu durumunun sorumlusunu arayacaksak, yüzümüzü tam da buraya, toplumun ortak emeğiyle yaratılan kaynakları, sağlığa, eğitime, bilime, konuta vb. değil, savaşa, silaha ve zenginlerin kasasına istif eden bu sisteme çevirmemiz gerekiyor.

‚BÜYÜK KÖY‘ HALİNE GELEN DÜNYAMIZIN SINIRLARI

Kapitalizmin bir yandan bağımlılığı arttırırken bir yandan da bütünü oluşturan parçalar arasındaki beraberliği çürüten özelliğini ülkeler arasındaki ilişkilerde de görmekteyiz.

Hammadde, üretim ve pazar olarak dünya birbirine bağlandı ve fiilen tek bir ülkeye dönüştü. Bunu en başta her türlü yol ve yöntemi kullanarak kapitalist sistemin kendisi körükledi; kimi zaman savaşlar, işgaller ve sömürgecilikle zorla dayatarak kimi zaman diplomasi ve ticaretle yaptı. Ama nasıl bir ülkede sınıf eşitsizliği-ayrıcalığı üzerine kuruluysa, bu karakterini ülkeler arasındaki ilişkilere de nüksettirerek, güçlü olanın güçsüzü ezdiği ve eşitsiz gelişim yasasının hakim olduğu emperyalizme dönüştü. Bu karakterde bir küreselleşme eğiliminde olurken, ulusal devletler arası rekabet, çekişme ve milliyetçi sınırlar güçlendirildi.

Bakmayın siz ‚korona tüm dünyanın ortak bir sorunda eşitledi‘ türünden yorumlara; ‚ben kendimi kurtarayım da, altta kalanın canı çıksın‘ dercesine, her bir ülkenin nasıl kendi derdine düştüğü gerçeğini izliyoruz. AB üyesi ülkeler dahi birbirine solunum cihazı satışını yasaklıyor; ABD, Almanya başta olmak üzere büyük devletler koronaya karşı aşı patentini kapmak için yanıp tutuşuyor. Koronadan sonra yaşanacak ekonomik krizden avantajlı çıkmanın planlarını yapıyorlar.. Yani kapitalizm, sahip olduğu bu karakterle, tek tek ülkelerde olduğu gibi, ülkeler arasındaki ilişkileri de zehirliyor; eşitsizliğe ve tahakküme dayalı bu özelliği yüzünden, birbirine bağımlı ve muhtaç hale gelen dünyanın eşit, sınırsız ve dayanışmacı bir bütün olarak birleşmesinin önüne dikiliyor.

GELECEK KORONAYI DEĞİL KAPİTALİZMİ YENMEKTEN GEÇİYOR!

Covid 19’un insanlık için bir bela olduğu açık. Ama asıl bela, hayatımızı içten içe kemiren, yaşamsal ihtiyaçlarımızı kendine çıkar kapısı olarak gören, toplumu ve dünyayı eşitsizliğe, sömürüye, dolayısıyla da sağlıksızlığa, yetersiz beslenmeye, doğa kirliliğine, konut yetersizliğine mahkum eden ekonomik ve siyasi sistemdir.

Ve bu sistem, bizi korona veya diğer doğal afetlerin yarattığı ve daha da yaratacağı tahribatlara açık hale getirmekte; bu tür sıra dışı dertler çıkmasa dahi olağan hayatımızı ve insan gibi yaşamamızı engellemektedir.

Evet, Covid 19 getirdiği bela kadar, insana yabancılaşmış bu sistemi sorgulamayı da gündeme getirmiştir.

Kapitalizm toplum olarak üretmeyi, bireylerin-ülkelerin birbirine bağımlılığını en üst aşamaya ulaştırmış; ama sahip olduğu eşitsiz, kaotik ve rekabete dayalı karakteri nedeniyle bir yandan da toplumsal yaşamı çürütmüş ve toplumun gelişmesinin ayak bağı haline gelmiştir.

Bu yüzden hayata tutunmak sadece evlere kapanıp, ellerimizi sabunlayarak değil; bize bu belayı getiren nedenleri sorgulayarak ve asıl bu sistemi dezenfekte ederek mümkün olacaktır.

Close