Written by 15:13 Allgemein

Kriz sermayenin diktatörlüğünü pekiştirdi

 Avrupa’daki ekonomik durum, kurtarma paketleri ve ‘Fiskalpakt’ın ne işe yaradığı, sermayenin krizi nasıl değerlendirdiği, işçi ve emekçilerin sosyal ve siyasal hak gasplarına karşı neler yapmaları gerektiği üzerine Arbeit Zukunft dergisi editörlerinden Diethard Möller ile görüştük. Görüşmeyi arkadaşımız Şilan Küçük yaptı.

Dünya ekonomik krizi şu anda beklenenden uzun ve derin sürüyor. Avrupa’daki ekonomik durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sadece ilk krizde, yani gayrimenkul ve bankalar krizinde, AB yetkililerinin açıklamalarına göre bankaları kurtarmak için beş trilyon harcandı. Bu ise, daha önce borç batağında olan devletlerin daha da borçlanmasına yol açtı. ‘Daha iyi üniversitelere, daha iyi okullara ve daha iyi bir sağlık sistemine ihtiyaç var’ denildiğinde ise, „para yok“ deniyordu. İflasın eşiğinde duran Yunanistan, İtalya, İspanya, Portekiz gibi ülkelerin parasıyla bankalar kurtarıldı. İşçilerin, memurların, gençliğin, emeklilerin cebinden ve eğitim ve sağlık sisteminde yapılan kısıtlamalarla ödendi açıklar. Örneğin Stuttgart’ta tuvaletleri kullanılmaz durumda olan, sınıfları köhne okullar biliyorum. Bunlar, sadece küçük örnekler, ancak her birimiz kendi yaşantısı içinde bu örnekleri görebilir. Para, bankalar için harcandı. Çünkü Angela Merkel’in dediği gibi bunun böyle olması sistem açısından önemliydi. Ama örneğin iş, iyi bir yaşam, konut, eğitim ve kültür gibi insani ihtiyaçlarsa sistem için önemli değildi. Şu anda ‘aynı reçete’, yardım aksiyonlarıyla, iflasa sürüklenen devletlere bir kez daha uygulanıyor. Yeni borçlar yapılıyor. Bunun miktarını tam olarak bilmiyoruz ama sonuçta, trilyonları bulacaktır. Bununla güya eski borçlar kapatılıyor, gerçekte ise yeniden borçlandırılıyor ve bu devletlerin sırtına daha büyük borçlar yıkılıyor. Bu domino etkisi yapıyor. Gittikçe daha fazla devlet çökecektir ve bunun faturasını ödemek durumunda olan da halk olacaktır. Bütün bunların kaynağında ise, sermayenin daha fazla para, daha fazla çoğalma isteği yatıyor.

 

ESM neye hizmet ediyor.

ESM, bankalar ve iflas etmiş devletler için para sağlayan bir araçtır. Burada devletler parayı hiç görmezler. Örneğin Yunanistan’da Yunan halkı, milyarlarca Euro’dan bir kuruş bile görmedi. Gerçi para ESM aracığıyla Yunanistan’a gitti ama Yunanistan parayı borçlu olduğu bankalara aktardı. ESM’ye akan para nereden geliyor. Her yerde para yok denilirken, bu büyük miktarlar nereden geliyor. Para, mali sermayeden kredi olarak alınıyor, çünkü onların parası var. Yani, bankalar, daha sonra bankalardaki kredi borçlarını ödeyebilsinler diye devletlere borç para veriyor. Burada bankalar çifte kar yapıyor. Borçlanma ise önemli ölçüde artıyor.

 

ESM’ye ilişkin sık sık demokrasinin parçalanması yorumları yapılıyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

Bence, ESM ve demokrasinin parçalanmasına ilişkin az bile konuşuluyor. Bununla ulusal egemenlik hakkı ortadan kaldırılıyor. Parlamentolar, bütçe üzerine karar veremiyor, hatta hiç bir söz ve karar yetkisi olmadan ESM’ye para yetiştirmeye mecbur bırakılıyorlar. Daha ağırı ise, ESM sözleşmesinde, ESM yönetimi ve onun bütün çalışanlarına tanınan dokunulmazlık hakkıdır: Onlara karşı soruşturma açılamaz, evleri aranamaz, dosyalarına el konulamaz. Sözleşmede, ESM’ye karşı Avrupa’da hiç bir parti, hükümet, kurum ve kişi tarafından dava açılamayacağı hükmü yer alıyor. Ama ESM herkese dava açma yetkisine sahip! Benim gözümde bu durum sadece demokrasinin parçalanması değil, aynı zamanda diktatörlüktür. Çünkü milyarlarca Euro’ya sahip bir grup, hakimiyet kuruyor ve hakkında hiç bir suç duyurusu yapılamayacak, hiç bir mahkemenin önüne çıkmayacak ve her istediğini yapacak şekilde tamamıyla ceza dışı bırakılıyor. ESM’nin yönetimini, katılımcı ülkelerin maliye bakanları, bu arada tamamıyla cezadan muaf tutulan Maliye Bakanı Schäuble oluşturuyor. Artık bunun demokrasiyle hiç bir ilgisi yok, tersine bu, sermayenin katıksız egemenliği ve diktatörlüğüdür.

 

Almanya’nın rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir krizde bu hep böyledir, bazıları çöker, örneğin bankalar ya da şimdi olduğu gibi devletler. Ancak Almanya’da krizde güçlendi. Almanya bu durumu, ne yazık ki, bazı sendika yöneticileriyle işbirliğine giderek, işçi sınıfının zararına bir pakt yapmak için kullandı. Krizin ilk dönemlerinde ücretlerin düşürülmesine karar verildi, kısa çalışma uygulaması yürürlüğe sokuldu. Devlet yani toplum bunu finanse etti ve işçiler ücretlerinden vazgeçtiler. Bu önlemlerle, Alman sermayesi, Alman sanayisi krizi çok güzel aştı ve ücret giderlerinin düşürülmesiyle, bir parçanın üretilmesi için gereken emek maliyeti, bugün Avrupa’nın en düşük düzeyine geriledi. Avrupa’nın en zengin ülkesi bir malın üretilmesinde en düşük maliyeti olan ülkedir ve böylece muazzam ölçüde rekabet gücüne sahiptir. Bu ise diğer devletlerin ekonomik açıdan kaybetmesine yol açmaktadır. Böylece Almanya, Avrupa’da ekonomik açıdan önemli bir güç durumuna yükselmiştir ve Yunanistan örneğinde olduğu gibi herkesi yönetmekte ve herkese emir vermektedir.

 

Diğer ülkelerde bu saldırılara karşı protestolar, ayaklanmalar, işgaller ve genel grevler oluyor. Almanya’da ise çok az hareket var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu durumu büyük bir olumsuzluk olarak değerlendiriyorum ve korkunç buluyorum. Ancak sorun, Almanya’da egemenlerin müthiş bir ulusal kışkırtmayı harekete geçirmiş olmasıdır. Örneğin Yunanlılara söylenen şuydu: “Onlar tembel! Çok erken emekliye ayrılıyorlar”. Kıskançlık ve nefret kışkırtıldı ve ne yazık ki, bununla işçiler etkilendi. Ümit ederim ki, kendi araçlarımız ve kendi medyamızla bunun tersini yaratmayı başarırız. Ayrıca birçok işçinin işsiz kalmaktan büyük bir korku duyması, Yunanistan’dakiler ya da İspanya’dakiler gibi olmak istememesi de bunun üzerine eklendi. İspanya’da gençlerin yüzde ellisinin işsiz olduğu duyulduğunda korku duyuluyor. Korku duyarak iyi bir mücadele verilmez. Ayrıca egemen sınıflar, “bakın, sizin durumunuz ne kadar iyi! Sesinizi çıkarmadınız, ücretinizden fedakârlık yaptınız, Yunanistan’dakiler ya da İspanya’dakiler gibi değilsiniz ve bundan dolayı da daha iyi durumdasınız. Bundan dolayı sermayeyle sendika yöneticileri arasındaki işbirliği sizin çıkarınıza” diyor. Bu çaresiz durumdan çıkmamız gerekiyor, zira kısa vadeli bu doğru olabilir. Ama uzun vadede durum şöyle olacaktır: Yunanistan’da asgari ücret şimdi 300 Euro’ysa, bizim egemenlerimiz fabrikaları Yunanistan’a taşıyacaktır. Orada ailesini geçindirmek zorunda olan bir çok işsiz kalifiye eleman var. Bir fabrika Yunanistan’a taşındığında kendine 300-400 Euro ücrete çalışacak elemanları bulur ve onları çalıştırır. O zaman, şimdi Yunanlılara kızan aynı kapitalistler ülkelerindeki işçilere şöyle kızacaklardır: “ücretlerinizden vazgeçin, Noel parasından vazgeçin, tatil hakkından vazgeçin. Yunanistan’da koşullar bizim için daha uygun.”

Bence, insanların daha erken uyanması, bu dayanışma karşıtı davranışın, kendi zararlarına, kendi aleyhlerine olduğunu anlamaları için ve insanların, böylece bütün halkların ortak düşmanının böylesine bir diktatörlük uygulayan egemen sınıflar olduğunu kavramaları için hepimizin elimizden geleni yapması gerekiyor.

 

62 Yaşındaki Dieter Möller, 49 yıldır aktif politika içinde yer alıyor. 1986’dan 2000 yılına kadar KPD başkanlığı yaptı. Bu tarihten itibaren Almanya Komünist İşçi Partisi’nin (Emek ve Gelecek) kurulması için uğraş veriyor.

 

Close