Written by 14:19 uncategorized

LAMPEDUSA: Ölümlerin sorumlusu Avrupa

 EU-Innenminister reden über Flüchtlingswelle

Federal Almanya’nın birleşme bayramını kutladığı 3 Ekim’de Akdeniz’in ortasında büyük bir insanlık felaketi yaşandı. Libya’dan Avrupa’ya doğru yola çıkan sığınmacı gemisi battı, yaklaşık 250 insan Akdeniz’in sularına gömüldü. Son 25 yılda 20 bin insanın bu şekilde ölmesinin asıl sorumlusu AB ve ona istediği sığınma yasasını dayatan Almanya’dır.

 

Bir umuda yolculuğun sonu daha ölümle bitti. Libya’dan Akdeniz’e açılan ve yolcularının önemli bir bölümünün yoksulluk ve savaşın kol gezdiği Sudan ve Eritre’den yaklaşık 500 kişinin bulunduğu gemi, İtalya’nın Lampedusa adasına varmadan sulara gömüldü. Sahildeki güvenlik birimlerine, balıkçılara nerede olduğunu bildirmek üzere yakılan ateş kısa bir süre sonra büyüyüp gemiyi sardı. Sonuç: Çoğunluğu kadın ve çocukların olduğu 250’den fazla ölü ve çok sayıda yaralı.

Böylece Akdeniz, Avrupa ülkelerinin ördüğü duvar nedeniyle bir kez daha Afrika’nın yoksullarına mezar oldu. Hem de şimdiye kadarki en büyük mezar…

Latince karşılığı “Bizim Deniz” olan Akdeniz, Afrikalı yoksullar için çoktan “Ölüm Denizi”ne dönüştü. Zira son 25 yıl içinde AB ülkelerinin, yoksul sığınmacıların Avrupa’ya ulaşmasını engellemek için uyguladığı tedbirler yüzünden, 20 binden fazla insan dalgalara yem edildi. Bu nedenle Avrupa, her türden tehlikeyi göze alarak yola çıkan sığınmacı adaylarının yaşadığı bu dramın sorumluluğunu üstünden atamaz.

 

TİMSAH GÖZYAŞLARI CESETLERİN ÜZERİNİ ÖRTEMEZ

Şu tesadüfe bakın ki, Lampedusa adası açıklarında bu kadar insanın can verdiği saatlerde, Almanya’da iki Almanya’nın birleşmesinin 23. yılı kutlanıyordu. Ve bu kutlamalar sırasında Cumhurbaşkanı Joachim Gauck, eskisine göre güçlenen Almanya’nın dünya üzerindeki gelişmelere seyirci kalmaması çağrısında bulunarak, “Çünkü biz bir ada ülke değiliz” diyordu. Evet, Almanya coğrafik olarak dört tarafı denizle çevrili bir “ada” değil, ancak sınırlarında aldığı yüksek güvenlik önlemleriyle çoktan bir adaya dönüşmüş bulunuyor.

Nitekim, Almanya’ya ulaşıp iltica başvurusunda bulunmak, sonra da bu başvurunun kabul edilmesi neredeyse mucize haline gelmiştir.

Bu politika sonucudur ki, 1995’te ülkeye giriş yapan sığınmacı sayısı 166 bin iken bu sayı 10 yıl sonra, 2005’te 42 bin 900’e kadar düşürülmüştür. 2006-2009 yılları arasında da yıllık sığınmacı sayısı ortalama 30 bin kadar düşürülmüştür. 2011’den sonra da bu ortalama 70 bin civarında seyretmektedir.

Rakamlar, Akdeniz’i, Ege’yi aşıp Almanya’ya gelmenin ne kadar zor olduğunu açık olarak gösteriyor. Güvenlikten sorumlu politikacılar bu rakamları birer utanç belgesi yerine övünç kaynağı haline getirmiş bulunuyorlar.

Umuda yolculuğa çıkıp da Avrupa’ya ulaşmak isteyen her sığınmacının hedefinde en zengin ülke olan Almanya’nın olduğundan hareket eden Alman devletinin AB ülkelerine dayattığı sığınma politikası, en insani nedenlerle Avrupa’ya sığınmanın olanaklarını da ortandan kaldırmıştır.

Başka bir değişle Almanya’nın sığınma politikası olduğu gibi AB’nin sığınma politikası haline getirilmiştir. Bu nedenle, bugün Akdeniz’deki yaşanan kitlesel ölümlerin sorumlusu, aynı zamanda Almanya’dır.

 

SIĞINMA SUÇ, SIĞINMACILAR SUÇLU!

Yıllardır sığınmacılara ve göçmenlere karşı izlenen politikalar, “Gemi doldu söylemi” kıta genelinde sığınmayı suç, sığınmacıyı “asalak gibi devletin sırtından geçinen, yan gelip yatan” diye damgalayarak suçlu hale getirmiştir. Bu anlayışla, sürekli “illegal göçle mücadele” adı altında yasalar çıkarıldı, devasa bütçeler ayrıldı. Avrupa Birliği’nin sınırlarını korumak için kurulan, yüksek teknolojiyle donatılan Frontex’in görevi ve hedefi, AB’ye gelmek isteyenleri sınıra yaklaştırmadan geri çevirmek olarak belirlendi.

Bu amaç için 2012’de Frontex için, AB Komisyonu’nun öngördüğü bütçenin yaklaşık üç katı (874 milyon Euro) daha fazla para harcandı. Bu da AB’nin sığınmacılara yönelik politikasının “savunma” üzerine kurulduğunu, her göçü illegal olarak gördüğü anlamına geliyor.

Peki nerde kaldı o zaman Birleşmiş Milletler sözleşmeleriyle güvence altına alınan sığınma hakkı! Eğer sığınma en temel insan haklarından birisi olarak kabul ediliyorsa, o zaman siyasi baskı altında olan, ülkesinde yaşama koşulları kalmayanlar nasıl gelip Avrupa’ya başvuruda bulunabilecekler. Lampedusa’da batan geminin içindeki sığınmacı adaylarının kaçının ekonomik, kaçının gerçekten siyasi sığınmacı olduğu, ancak onların rahat bir şekilde iltica başvurusu yapmalarına olanak tanındıktan sonra anlaşılabilir. Ama bugün buna dahi imkan verilmiyor.

Avrupa devletleri bununla kalmamış, başta Kuzey Afrika ülkeleri ve Türkiye olmak üzere, sınırdaki ülkelere “bekçilik görevi” verilmiştir. Bugün, AB’nin güney ve doğu sınırlarındaki ülkelerde toplanan milyonlarca sığınmacı adayı, zor ve tehlikeli bir yaşam sürdürerek, Avrupa’ya geçişin yollarını arıyor.

 

BİR İNSAN NEDEN YERİNİ VE YURDUNU TEK EDER

Avrupa’daki egemen güçlerin görmek ve anlamak istemediği bir değer gerçek ise, milyonlarca insanın neden ülkesini, yerini-yurdunu terk etmek zorunda kaldığıdır. Bugün Avrupa’ya en çok, yine Avrupalı emperyalist devletlerin içinde parmağının olduğu savaşların, iç çatışmaların, yoksulluğun hakim olduğu ülkelerdeki insanların geldiği açıktır. Bu nedenle, Avrupa hem kendi çıkarları için bölgesel çatışmaları, savaşları körükleyerek, milyonlarca insanın yaşamını zehrederken, diğer taraftan da onların sığınmasına izin vermeyerek ikinci kez suç işlemektedir.

Son Lampedusa katliamı, timsah gözyaşlarına değil, bugüne kadar izlenen sığınma politikalarının mutlaka değiştirilmesi ihtiyacını ortaya koyuyor. Ancak biliyoruz ki, sermaye sözcüsü durumundaki siyasetçiler ve basın bir kaç gün timsah gözyaşı döktükten sonra bildiği yolda yürümeye davam ediyor. Daha önce benzer katliamlarda da aynı tutumu göstermişti.

Avrupalı devletlerin sığınmacılar konusunda takındığı bu gayrı insani ve antidemokratik tutum, birçok alanda kendini gösteren eşitsizliğin, adaletsizliğin ve gericiliğin yansımasından başka bir şey değildir. Ve yeni Lampedusaların olup olmayacağını belirleyecek olan, hükümetlerin vicdani değil; demokratik kamuoyunun demokratik hak ve özgürlükler konusunda oluşturacağı baskının derecesi olacaktır. (YH)

 

‘Dirisi değil, ölüsü gelsin’

 

AB ülkeleri tarafından son yıllarda sığınmacılara yönelik izlenen politika, yaşatmayı değil öldürmeyi öngörüyor. Bu nedenle, alınan bütün güvenlik önlemleri bu temelde oluşturulmuş. Lampedusa’daki katliam da bunu açık olarak gösteriyor. Sahile 500 metre uzaklıktaki 500 kişilik gemide yaşanan faciaya tanıklık eden balıkçı Marcello Nizza’nın anlattıkları da bunu ortaya koyuyor. Gemi battığında balıkçı botuyla olay yerine yakın olan Nizza, sahil güvenliğe haber verdiği halde, görevlilerin 500 metrelik mesafeye ancak 45 dakika sonra gittiğini söyledi. Sahil güvenliğinin olay yerine gelmemesi üzerine 47 kişiyi botuna alarak sahile götüren Nizza’nın geri dönüp yeniden can derdinde olan Afrikalılara yardım etmesi ise engellendi. Buna gerekçe olarak yeniden izin alması gösterildi. Nizza, haklı olarak izin verilmesi durumunda şimdi daha çok insanı kurtarmış olabileceğini söylüyor.

Nizza, daha fazla sığınmacı adayını kurtarabilirdi. Ancak bu aynı zamanda onun cezalandırılmasına neden de olabilirdi. Zira İtalya yasalarına göre, kaçak yolardan ülkeye giriş yapmak isteyenlere yardım edenlerin cezalandırılması öngörülüyor. Bu nedenle olay günü bölgede bulunan bir çok balıkçı teknesi korkudan yardımda bulunmadı.

Lampedusa açıklarındaki gemiden sağ olarak kurtulmayı başaranları ise şimdi ilticadan çok en az 5 bin Euro para cezası bekliyor. Çünkü, yasalara göre İtalya’ya izinsiz girmenin cezası bu.

Keza; AB sınırlarında uçan kuştan bile haberi olan Frontex’in batan gemiyi neden ve nasıl fark etmediği de akıllardaki soruları arttırıyor.

 

Pro Asyl: Avrupa’nın koruma politikası öldürüyor

 

Pro Asyl tarafından yapılan açıklamada, “Yaslı, öfkeli ve şaşkınız” denildi. Örgüt tarafından yapılan açıklamada Almanya ve AB’nin sığınma politikası sert bir şekilde eleştirilerek, “Avrupa ülkeleri, savaş ve savaş bölgelerinden göç etmek isteyen sığınmacıları daha kolay bir şekilde kabul etmenin yollarını bulmalıdır. Bu nedenle son dram yeni bir Avrupa’nın sığınma politikası için yeni bir başlangıç olmalıdır. Savunma politikası iflas etmiştir. Sınırlardaki binlerce ölüm AB’nin sığınma ve insan hakları politikasının iflas ettiğini açık olarak gösteriyor” denildi.

 

Jelpke: Sınırlar açılsın

Sol Parti Federal Parlamento Milletvekili Ulla Jelpke, Lampedusa’daki katliamdan sonra yaptığı açıklamada, olaydan sonra ölümlerin asıl nedeninden ziyade insan kaçakçılarının ağır cezalandırılması yönündeki açıklamalara tepki gösterdi. Jelpke yaptığı açıklamada, “Sığınmacıları kriminalleştirme ve illegal şekilde sınırları geçtikleri için tutuklama yerine, legal ve tehlikeli olmayan yollar açılmalı. Ancak bu şekilde Suriye, Mali ve Somali’den insanlar hayatlarını riske atmadan Avrupa’ya gelip sığınma talebinde bulunabilirler” dedi. (YH)

Close