Written by 13:31 uncategorized

Merkel neden Türkiye’nin AB üyeliğine karşı?

 Angela+Merkel

Almanya Başbakan Angela Merkel’in Gezi Parkı’ndaki polis şiddeti nedeniyle Türkiye’yi “sert” bir biçimde eleştirmesiyle başlayan gerilim, karşılıklı büyükelçilerin dışişleri bakanlıklarına çağrılmasıyla doruğa çıktı.

Önce Almanya, Berlin Büyükelçisi Hüseyin Avni Karslıoğlu’nu çağırarak AB Bakanı Egemen Bağış’ın Merkel hakkında “sonun Sarkozy gibi olacak” biçimindeki sözlerine tepki gösterdi. Görüşme sonrasında basına konuşan Karslıoğlu, “Devletlerin ilişkilerde duydukları büyük rahatsızlığı ve durumun ciddiyetini göstermek için başvurdukları ‘Büyükelçiyi Bakanlık’a çağırma’ uygulaması müttefik ülkeler arasında ise ender rastlanan bir durum” dedi.

Bu çağırmaya tepki gösteren Türk hükümeti de, Almanya’nın Ankara Büyükelçisi’ni dışişlerine çağırarak, Almanya’nın hamlesinin altında kalmadığı mesajının verdi.

 

BURJUVA DİPLOMASİSİ BÖYLEDİR

Halbuki bu iki ülke daha bundan bir kaç hafta önce Berlin’de “Derin Stratejik İşbirliği Anlaşması” imzalamış, 250 yıllık dostluğa ve tarihsel bağlara dair hamaset dolu nutuklar atılmıştı. Kısa süre içerisinde iki ülke arasında yaşanan olaylar zincirinin kendisi bile, burjuva diplomasinin ne kadar sahtekar, ikiyüzlü ve de çıkarlar üzerine kurulu olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.

Elbette Merkel’in Gezi Parkı’ndaki polis şiddetini “sert” bir şekilde eleştirmesi, gerçekten onun polis şiddetine karşı çıkan tutarlı demokrat, insan haklarını sonuna kadar savunan bir siyasetçi olduğu anlamına gelmiyor.

Eğer böyle olmuş olsaydı, öncelikli olarak Türkiye ile, dolayısıyla AKP hükümetiyle, olan güvenlik anlaşmalarını askıya alır, silah satışını durdururdu.

Bunlar olmadığına göre, Merkel, Gezi’deki şiddeti, Türkiye’nin AB’yle müzakere sürecine takoz koymak için ustaca kullanmıştır.

Yani, Türkiye-AB müzakerelerinin yavaşlaması, zamana yayılması için bu sefer de Gezi’deki şiddet öne çıkarılmıştır.

Diğer taraftan bölgede esas olarak ABD’nin borusu öttüğü ve Türkiye, Avrupa-Almanya tarafından istenildiği gibi yönlendirilen bir ülke olmadığı için, fırsat bulunmuşken bir gözdağı verme, had bildirme ve “zayıf yanlarını istediğim zaman kullanır-hizada durmazsan baskı yaparım” mesajının diplomatik kılıf içinde ortaya konulmasıdır aslında yaşananlar.

 

YENİ FASIL AÇILDI AMA BAŞLATILMADI

Sonuçta, daha önce açılmasına kesin gözüyle bakılan “Bölgesel Politika” fasıl, fiili olarak açılmamış, sonbaharda açıklanacak İlerleme Raporu sonrasında bırakılmıştır. Bugünden bakıldığından, İlerleme Raporu’nda AKP Hükümeti’nde yönelik eleştirilerin dozajının daha sert olacağı kuvvetle muhtemeldir. Hatta bu sertlik nedeniyle görüşülmesi ertelenen faslın bir daha ertelenmesi bile gündeme gelebilir.

AB’nin “motor ülkesi” Almanya’nın, Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerini alabildiğince yavaşlatmaya çalışması, 50 yıl önce başlayan “AB’ye üyelik macerası”nın tahmin edilenden de uzun bir sürede tamamlanabileceği, muhtemelen de hiç tamamlanmayacağı anlamına geliyor.

Halbuki, 17 Aralık 2004’te Brüksel’deki AB Zirvesi’nde aday üyelik başvurusu kabul edildiğinde, tam üyeliğin en geç 2013’te gerçekleşeceği Başbakan Erdoğan ve ekibi tarafından propaganda edilmişti.

AB’ciler ve hükümet şakşakçıları bu nedenle neredeyse 17 Aralık’ı ulusal bayram ilan edeceklerdi. Dahası o zaman “2013’te tam üyelik” hedef olarak ilan edilmişti.

Ancak, 9 yıl içinde kat edilen mesafede, 35 başlıktan sadece 13’ü açıldı ve sadece biri kapatılabildi. Geriye kalan fasılların ne zaman açılacağı, açılanların ise ne zaman kapanacağı daha uzun bir süre daha belirsizliğini korumaya davam edecek görünüyor.

 

NASIL BİR AVRUPA?

Türkiye’nin üyelik süreci bu denli yavaş işlerken Hırvatistan da AB’nin resmi üyesi oldu. Böylece üye devlet sayısı 27’den 28’e çıktı. Denilebilir ki, Türkiye’nin üyelik sürecinin bu denli yavaş ilerlemesi Türkiye’den çok AB ve onun egemen devletlerinin “Nasıl bir Avrupa?’ sorusuna verdiği yanıt ve uluslararası ilişkilerin seyriyle ilgilidir.

Her şeyden önce, yaklaşık üç yıldır “Euro krizi”, iç çelişkiler ve çeşitli sosyal patlamalara sahne olan AB’de teori ile pratik arasındaki uçurum günden güne derinleşiyor. Teorik olarak öngörülen ulus devletlerin ekonomik, mali, askeri ve dışpolitika konusundaki yetkilerini AB merkezine devretmesi, artık eskisi gibi hararetle savunulmuyor. Bu konudaki görüş farklılığı sadece üye ülkeler arasında değil, aynı zamanda ülkeler içinde de önemli ölçüde kendisini açığa çıkarmış durumda.

Örneğin, Türkiye ile yeni bir faslın hemen açılmasına karşı çıkan Merkel, AB Komisyonu’nun gelecekte bir “Avrupa hükümeti” olmasına ve komisyon başkanının seçimle halk tarafından işbaşına getirilmesine de karşı çıkıyor.

Almanya’nın AB politikalarında önemli bir ağırlığı olan Maliye Bakanı Wolfgang Schaeuble ise tersini savunuyor. Bu farklı görüşlerden ötürü, CDU’nun seçim programına da Türkiye’nin imtiyazlı ortaklığı dahil edilmedi.

 

Bu görüş farklılığı son haftalarda Alman basınında da işleniyor. Basında yer alan bilgilere göre, Merkel, önce AB Konseyi Başkanı Herman Van Rompey’e AB’nin geleceği konusunda bir “strateji belgesi” hazırlamasını istemiş, ancak sonra kararını değiştirerek bunu Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande ile birlikte hazırlamış. Hazırlanan bu belgede asıl olarak AB’nin var olan kurumlarının (AB Komisyonu, Avrupa Parlamentosu) güçlendirilmesi yerine Euro Grubu’na kalıcı bir başkanın atanması yer alıyor.

Bunlara benzer daha pek çok tartışma konusu sıralanabilir. Bu nedenle kendi içerisine çelişkileri sürekli derinleşen, “nihai hedef”inden uzaklaşan ya da buna varması giderek daha fazla bulanıklaşan bir AB’nin, dış politikada ABD ile sıkı bağları, hatta “özel ilişkileri” olan 75 milyonluk bir Türkiye’yi tam üye yapması, AB’deki sorunların daha da ağırlaşmasına neden olacak bir adım olarak değerlendiriliyor. ,

Buna bir de Başbakan Erdoğan’ın yaptığı sert çıkışlar, gerektiğinde kendi başına hareket edebileceğini gösteren demeçleri eklemek gerekiyor. 10 yıl önce Avrupa’nın en çok güvendiği lider olan Erdoğan, artık güvenden çok endişe veriyor. Ve bunun karşılığında Merkel, son hamlesiyle Erdoğan ve ekibine kırmızı çizgileri bir kez daha hatırlatma ihtiyacı duymuş ve bunda da başarılı olmuştur.

Başka bir değişle Merkel, AB yolunun Berlin’den geçtiğini göstermiş, bunu hatırlatmak için de her türlü gerilime hazır olduğunu ortaya koymuştur.

Ne var ki bu, her iki ülke arasındaki ne ilk ne de son gerilimdir. Çıkar çatışmaları, bölgesel politikalar, eskiden “silah arkadaşı” olan iki ülke arasında daha çok gerilimin zeminini oluşturuyor. (YH)

Close